30 Ocak 2014 Perşembe

Maide s. 33. Ayetine Esed,İslamoğlu ve Bayraklı'nın Vermiş Olduğu Anlam Üzerine Bir Mülahaza

Bu yazımızın konusu, Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesine, adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamlar üzerinedir .Bu kelime Firavun'un, sihirbazlarına uyguladığı ceza da , Araf s. 124 , Taha s. 71. Şuara s.49. ayetlerinde de geçmekte olup, o ayetlerin de meallerini çoğunluk olarak tercih edilen meallerden, ve adı geçen kişilerin yapmış olduğu mealleri  alıntalıyarak düşüncelerimizi aktarmaya çalışacağız.

Maide s. 33. ayetinin metni ve   çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)."

 "Allah'a ve Resûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahirette onlar için büyük bir azab vardır."

Araf s. 124. ayetinin metni ve  çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."
 "Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesecek sonra hepinizi asacağım."

Taha s. 71. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir. 
 "Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr(sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ."

"Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”"

Şuara s. 49. ayetinin metni ve çoğunluk meallerdeki anlamı şu şekildedir.
"Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne)."

"(Firavun) Dedi ki: "Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Şüphesiz, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizin hepinizi gerçekten asıp sallandıracağım."

Ayetlerin, inceleme fırsatı bulduğumuz meallerdeki çevirileri bu şekilde olmasına rağmen , Muhammed Esed ,Bayraktar Bayraklı ve Mustafa İslamoğlunun meallerinde " Min hilafin" kelimesine farklı bir anlam verilerek çevrildiği gördük, adı geçen kişilerin bu ayetlere vermiş oldukları mealler şu şekildedir. Önce Firavun'un sihirbazlarına uyguladığı cezanın anlatıldığı ayetlerin çevirisini vermek istiyoruz.  

Araf. s. 124. ayet meali

Muhammed Esed :
bu dönekliğiniz yüzünden, mutlaka, (içinizden) pek çoğunun ellerini ayaklarını budayacağım; ve yine mutlaka (içinizden) pek çoğunu topluca asacağım!"

Bayraktar Bayraklı :
“Dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.”

Mustafa islamoğlu
 Kesinlikle dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, 
sonra topunuzu asacağım! 

Esed ve İslamoğlu dipnot olarak koymuş oldukları gerekçelerde Tevbe s. 81. ayetinde geçen kelimenin kullanılışını örnek alarak bu şekilde bir çeviriyi tercih ettiklerini belirtmektedirler. 

Tevbe s. 81. ayetinin metni ve meali şu şekildedir. 

Ferihal muhallefûne bi mak’adihim hılâfe resûlillâhi ve kerihûen yucâhidû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâhi ve kâlû lâ tenfirû fîl harr(harri), kul nâru cehennemeeşeddu harrâ(harren), lev kânû yefkahûn(yefkahûne).

Allah'ın resulunun hilafına geri kalanlar, oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallariyle ve canlariyle cihat hoşlarına gitmedi. «Sıcakta savaşa çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi daha sıcaktır.» Keşke bilseydiler!

"Dönekliğinizden dolayı" şeklinde bir çeviri yapmalarına gerekçe olarak sunulan Tevbe s. 81. ayetindeki "Hilafe Resulillahi" kelimesinin anlamına dayanarak ,"Min hilafin" kelimesinin "Dönekliğiniz yüzünden" şeklinde çevrilmesi için, kelimenin "Min hilafin" olarak değil "min hilafiküm" şeklinde o kişileri işaret eden bir zamirle gelmesi gerektiğini herhalde sayın hocalarımız bizden daha iyi bilmektedirler, ama maalesef Muhammed  Esed'i taklit ederek onun yanlışını tekrarlamak yoluna gitmişlerdir.

Dikkat edilecek olursa bütün ayetlerde "Min hilafin" kelimesi " kesmek,el ve ayak" kelimeleri ile birlikte kullanılmış olup aynı cümle içinde düşünülmesi gerekmektedir. Yazımızın konusu daha çok maide s. 33. ayetine verilen meal olduğu için diğer 2. suredeki ayetlere adı geçen kişilerin vermiş oldukları anlamları da vererek kısa kesmek istiyoruz. 
  Taha s. 71. ayet meali 

Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden mi o'na inandınız?" dedi, "Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız o olmalı! Ama bu ihanetinizden ötürü, hiç şüpheniz olmasın, çoğunuzun ellerini ayaklarını kesivereceğim; ve yine hiç şüpheniz olmasın ki, pek çoğunuzu da hurma kütüğüne asacağım ki, böylece hangimizin azapta daha zorlu ve daha sürekli olduğunu iyice anlayasınız!"

Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden O’na nasıl inanırsınız? Şüphesiz O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Dönekliğinizden dolayı kesinlikle sizin ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu öğreneceksiniz” dedi.

Mustafa İslamoğlu
(Firavun) "Demek siz, benden izin almadan ona inandınız ha?" dedi; "Öyle anlaşılıyor ki size sihri öğreten baş ustanız bu olmalı. Fakat dönekliğinizden dolayı kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim; ve topunuzu götürüp hurma kütüklerine asacağım: böylece hangimizin cezasının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu iyice anlamış olacaksınız!"

Şuara s. 49. ayeti 

Muhammed Esed :
(Firavun:) "Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?" diye çıkıştı, "Size büyüyü öğreten ustanız bu olmalı mutlaka! Fakat yakında (benim intikamımı) göreceksiniz: içinizden çoğunun ellerini ayaklarını kestireceğim, hepinizi astıracağım!"

(Dikkat edileceği üzere bu ayetin çevirisinde "Min hilafin" kelimesinin anlamı dahil edilmemiştir ,elimizdeki meal çevirinin çevirisi olduğu için belki de Türkçeye çevirenlerin sehvi olabilir yada Esed çevirmemiş olabilir)

Bayraktar Bayraklı :
Firavun, “Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?” diye çıkıştı. “Doğrusu o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun, yakında bileceksiniz, bana karşı gelip döneklik yapmanız yüzünden ellerinizi ve ayaklarınızı doğrayacağım, hepinizi asacağım” dedi.

Mustafa İslamoğlu 
 (Firavun) dedi ki: "Demek siz ben izinvermeden ona inandınız, öyle mi? Anla- şıldı ki o size büyüyü öğreten üstadınızdır,fakat pek yakında gününüzü görecek- siniz: dönekliğinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı mutlaka keseceğim ve topunuzu asacağım!"

Görüldüğü gibi bu üç ayet içinde geçen "Min hilafin" kelimesine bir çok mealde verilen anlam dışında farklı bir anlam verilmiştir. Verilen anlamın, çoğunluğa uymadığı için yanlış olduğunu iddia etmemekteyiz ,ancak yazının esas konusunu teşkil eden maide s. 33 ayetinde yapılan yanlışlığın nasıl yanlış çıkarımlara götürebileceğini birlikte göreceğiz.  

            MAİDE S. 33. AYET ÇEVİRİLERİ (ESED- İSLAMOĞLU-BAYRAKLI) 

 İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun).

 Muhammed Esed :
Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi yahut yeryüzünden (tamamiyle) sürülmeleri, yalnızca bir karşılıktan ibarettir: İşte bu, onların bu dünyada uğradıkları zillettir. Öteki dünyada ise (daha) korkunç bir azap bekler onları,

Mustafa İslamoğlu
 Allah'a ve Rasulü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya 
 çalışanların öldürülmeleri ya da asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı 
ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülmeleri, sadece 
(âdil)bir karşılıktan ibarettir.Bu, onların dünyada uğradıkları zillettir; âhirette 
ise onları korkunç bir azap beklemektedir.
 
 Bayraktar Bayraklı :
Allah’a ve Peygamberi’ne savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymak için gayret gösterenlerin cezası, ancak ya öldürülmeleri ya asılmalarıveya dönekliklerinden dolayı el ve ayaklarının kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için âhirette de büyük azap vardır.

 Maide s. 33 ayetine verilen meallere baktığımız zaman, Esed'in mealinde "Yeryüzünden tamamıyla sürülmeleri" şeklinde yapmış olduğu mealin sanırız sürüldükleri yeryüzünün dışında nereye gönderilebilecekleri düşünülmeden yapılmış bir meal olup "Arz" kelimesinin bütün kullanımların tek anlam değil belli bir toprak parçası şeklinde kullanıldığının unutularak yapılmış bir meal olduğunu, ya da çevirinin çevirisi olduğu için İngilizceden çevirenlerin sehvi olduğunu düşünmekteyiz. İslamoğlu ve Bayraklı meallerinde, "arz" kelimesinin doğru olarak çevrilmiş olduğunu görmekteyiz.    

Esed ve İslamoğlu meallerindeki , "yalnızca bir karşılıktan ibarettir" şeklindeki çeviriye esas olan orjinal metin "innema cezau" kelimesidir. Bu şekilde bir çevirinin kur'andaki "innema " edatı ile başlayan diğer ayetlerdeki çevirilerle nasıl bir uyumsuzluk gösterdiğini bir kaç ayet örneği ile göstermek istiyoruz. 

Nahl s.40. ayeti
 İnnemâ kavlunâ li şey’in izâ erednâhu en nekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).

 Muhammed Esed :
Biz, ne zaman bir şeyin olmasını istesek, ona sadece "Ol!" deriz ve o (şey hemen) oluverir.

Yasin s. 82. ayeti 
İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu). 

 Muhammed Esed :
O, Tek'tir, Biricik'tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol!" der; ve o (şey hemen) oluverir.

Muhammed Esed eğer Maide s. 33 ayetindeki çeviri mantığıyla bu ayeti çevirmiş olsaydı vermesi gereken anlam şu şekilde olmalıydı " ol demesi onun gibi bir durumu/emrinden ibarettir" ama bu ayetleri gramer kaidelerine uygun bir şekilde çevirmiştir.

Nur s. 51. ayeti 
 İnnemâ kâne kavlel mu’minîne izâ duû ilallâhi ve resûlihî li yahkume beynehum en yekûlû semi’nâ ve ata’nâ ve ulâike humul muflihûn.

 Muhammed Esed :
Aralarında (ilahi kitap) hüküm versin diye Allah'a ve O'nun Elçisi'ne çağırıldıkları zaman müminlerin söyleyeceği tek söz: "İşittik ve itaat ettik!" sözü olmalıdır; kurtuluşa, esenliğe ulaşan kimseler de işte böyleleridir.

Esed eğer Maide s.33 ayetindeki mantığı ile Nur s.51. ayetini çevirmiş olsaydı , "mü'minlerin işittik ve itaat ettik demeleri onların bir sözünden başka bir şey değildir" şeklinde olması gerekirdi, ancak Esed bu ayeti de gramer kurallarına uygun olarak çevirmesine rağmen, Maide s. 33 ayetindeki "innema cezau" kelimesini kurallara aykırı bir şekilde çevirmiştir. 

(Yukarda verdiğimiz 3 örnek ayet için faydalanmış olduğumuz Hüseyin Esen'e teşekkür ederiz)

Maide s. 33. ayetinde geçen "Min hilafin" kelimesininde, diğer ayetlerde olduğu gibi Esed mealinde "döneklikleri yüzünden" şeklinde , İslamoğlu mealinde ise "muhalefetleri yüzünden" şeklinde çevrildiğini görmekteyiz.  

"Hilaf" kelimesinin "muhalefet" anlamını geldiğini kabul etmekle birlikte onların verdikleri anlamın uygun olması için " min hilafin" değil  "min hilafihim" şeklinde , o kişilere işaret eden bir zamirle gelmesi gerekirdi'ki buda olmadığına göre çevirinin yanlış olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

"Min hilafin" kelimesinin yanlış şekilde çevirisi ile ayetin metninde olmayan bir anlamın yanlış çeviri yolu ile meal üzerinden anlaşılması gibi daha vahim bir hataya gidilmektedir şöyle ki:  

Firavun'un , iman eden sihirbazlarına karşı verdiği ceza ile ilgili geçen 3 ayette kullanılan "min hilafin" kelimesine verilen "dönekliğiniz yüzünden" anlamı o sihirbazların firavunun dininden döndüğü için şeklinde bir anlama gelmesi uzakta olsa muhtemeldir çünkü ortada gerçekten bir döneklik vardır , ama yinede bu kelimenin daha doğru anlamı çoğunluk meallerde verilen şekli iledir.  

Maide s 33. ayetine gelince, esed , bayraklı ve islamoğlu meallerinde geçen "Allaha ve Elçisine karşı savaş açanların ve yeryüzünde fesadı yaymaya çalışanların büyük kısmının öldürülmeleri veya asılmaları veya döneklikleri yüzünden büyük kısmının ellerinin ve ayaklarının kesilmesi" şeklindeki cümleyi okuyan dikkatli bir meal okuyucusu, şöyle bir düşünceye sahip olabilir;  Bilindiği gibi geleneksel İslam hukukunda mürted'in hükmü, Kur'anda böyle bir hüküm bulunmamasına rağmen öldürülmesidir.

 Ne Esed ne Bayraklı ne de İslamoğlu böyle bir cezayı kesinlikle savunmadıklarını bilmekteyiz(Esed hayatta olmamakla birlikte onunda bu cezayı savunmayacağı  açıktır). Bu kişilerin yine ölüm dışında herhangi bir had cezasının olduğunu iddia edeceklerini sanmıyoruz , ancak yapmış olukları mealde "Döneklikleri yüzünden" şeklinde bir anlam vermeleri sebebi ile dinden dönenlerin ellerinin ve ayaklarının kesilebileceğine dair bir hükmü ayetin metninde olmamasına rağmen yanlış meal vermeleri sebebi ile sanki böyle bir hüküm varmış gibi gösterdiklerinin herhalde farkında değillerdir.   

Ayrıca , "Min hilafin" ibaresi şayet verilen cezanın sebebini kast eden bir anlama sahip olsaydı ayet arz üzerinden sürülme cezasını da içine alarak "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum  ev yunfev minel ard(ardı) MİN HİLAFİHİM, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." şeklinde olması gerekirdi. 

Halbuki ayet arz üzerinden sürülmeyi içine almayan bir şekilde "İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum MİN HİLAFİN ev yunfev minel ard(ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm(azîmun)." gelmiştir. 

Ayetin bu şekil gelmesi , adını verdiğimiz meal yapıcılarının bu ayet içindeki "Min hilafin" kelimesine "Döneklikleri yüzünden" şeklinde verdikleri anlamın pek te doğru olmadığını göstermektedir. 

Ayet sadece 33. ayet ile sona ermemekte , devamı olan 34. ayet konu ile alakalı olup , bu cezanın uygulaması ile ilgili bir istisnadan bahsetmektedir. 

[005.034]  Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder.

Şayet bu ceza uygulanması tavsiye edilmeseydi, böyle bir istisna getirilmesine gerek olmazdı.


Sonuç olarak; Maide s. 33. ayetini Muhammed Esed'in yapmış olduğu şekli ile tastikleyerek onun gibi  meal veren Bayraklı ve İslamoğlu hocalar farkında olmadan, kendilerinin bile kabul etmedikleri mürted hakkında uygulanabilecek bir had cezasına ayetin metninde olmamasına rağmen, gramer kaidelerin ve kur'an bütünlüğünü gözetmeden sadece taklit yolu ile aldıkları meali aktararak yol açmışlardır. Ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz mealini aktararak yazımıza son veriyoruz.

"Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır."

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Al-i imran s. 81. ve Araf s. 157. Ayetleri Arasındaki Bağlantı İle İlgili Bir Çalışma

Alemlere rahmet ve hidayet kaynağı kur'anın al-i imran s. 81. ayetinde rabbimiz şöyle buyurmaktadır.  

 Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn

Hani Allah nebilerden 'kesin bir söz (misak)' almıştı: "Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir resul geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız." Demişti ki: "Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?" Onlar: "İkrar ettik" demişlerdi de "Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım," demişti.

Bu olayın nasıllığı konusunda fikir yürütmekten ziyade, ayette verilmek istenen mesaj üzerinde yoğunlaşarak anlama çalışma yapmanın daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Nasıllığı konusu çünkü gaybi bir konu olup , Allah cc sanki bütün nebileri bir araya toplayıp böyle bir söz almış gibi bir anlayış akla gelebilir'ki bu şekil anlatımı hakiki bir şekilde anlamaya kalkanların içine düştükleri soruların cevaplarını vermekte zorlandıklarını görmekteyiz. 

Al-i imran suresi bilindiği gibi medinede nazil olan surelerden olup ayetlerde geçen hitaplar genelde medinede bulunan ehli kitaba yönelik ayetlerdir.Araf suresi mekkede nazil olmasına rağmen bir kısım ayetlerin medinede nazil olduğu söylenmekte olup 157. ayetinde medinede nazil olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.   

Medinede nazil olan ayetlerin ehli kitaba yönelik olanlarına baktığımızda genel olarak, ehli kitab olarak adlandırılan yahudi ve hıristiyanların, iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat,incil ve iman ettiklerini iddia ettikleri musa ve  isa as ları, kur'anın ve muhammed as ın tasdik ettiği vurgusu yapılarak, "tevrat,incil,kur'an, musa,isa ve muhammed as ların  hepsinin kaynağı aynı olup birbirlerinden herhangi bir farkı yoktur onlara iman edenlerin bu kur'ana ve elçiye iman etmeleride gerekmektedir" şeklinde mesaj içerdikleri görülmektedir.

Kur'anın muhataplarına mesajını anlatma yollarından biriside olayı görselleştirerek anlatma şeklinde olduğu kur'an okuyucularının bildiği bir durum olup , bu şekil anlatıma bir ayetlerde rastlanmaktadır. Al-i imran s 81. ayetide mesajı görselleştirerek anlatma yolu seçilen bir ayettir. Ayet'te, elçilerin sanki bayrak yarışı gibi elindeki bayrağı önündeki elçiye vermesi şeklinde bir görselleştirme yapılıp vahiy ve içerikleri sanki tek bir bayrakmışçasına ayni içeriğin elden ele geçerek elçiler vasıtası ile ulaştırıldığı anlatılmaktadır.

Bu ayet maalesef bir kısım önkabullerini kur'ana tasdik ettirmek isteyen kişilerin elinde oyuncak olarak oynanmaya çalışılan bir ayet durumuna düşürülerek, resul ve nebi kavramları çerçevesinde okunmaya çalışılmış ancak bu şekil bir okuma tarzıda kur'an bütünlüğünden uzak kalarak okunmaya çalışılmış , neticede  resulluğu kendinden menkul bazı şahısların resul olabileceğine !! dair bir delil ayet olarak karşımıza çıkarılmaya çalışmıştır.   

Al-i imran s. 81. ayetinin measjına gelince; ayet medinede nazil olmuş ve kendilerini kitab ehli olarak adlandırılan kitleye şöyle bir mesajı vardır. "Ey kitab ehli, eğer siz Allah'ın kendilerini elçi seçip kitap verdiğine inandığınız musa ve isa'ya gerçekten iman ediyorsanız, işte bu gelen elçi muhammed'e ve kur'ana,şayet musa ve isa hayatta olsalardı ona iman edip yardım edeceklerdi, sizde onlar gibi iman edin ve ona yardım edin".   

Al-i imran s. 81. ayeti ile araf s. 157. ayeti nasıl bir bağ kurulabilir? sorusunun cevabından önce ayetin metnini ve mealini verelim.   

Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn.

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

Bu ayet, al-i imran s. 81. ayeti gibi muhammed as ın kur'an harici haram ve helal kılma gibi bir yetkisi olduğunun savunanların elinde oyuncak olan bir ayet olup kur'an bütünlüğünden uzak olarak sadece savundukları şeye delil aramak için kuran okuyanların buldukları bir delil! olduğu zan edilmiştir.   

"Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları" şeklindeki ibareden ayet'in muhatabların kimler oldukları apaçık ortadadır. Musa ve isa as a indirilen kitap'ta böyle bir elçinin geleceğinin bilgisine sahib oldukları anlaşılmaktadır. 

[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[006.020]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar.
[061.006]  Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Bakara s. 146 ve enam s. 20 ayetlerinde ehli kitabın bu elçi ile ilgili bilgiye sahip oldukları, saff s. 6. ayetinde ise isa as ın verdiği habere göre daha geniş bir bilgiye sahip oldukları bildirilmektedir.

" temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor" cümlesi ise yanlış anlamaya kaynaklık eden bir cümledir, halbuki israiloğullarının yaptıkları zulümler nedeni ile Allah cc den bir ceza olarak önceden helal olan bazı yiyeceklerin kendilerine haram edilmesi ayetlerinin ardından bu ayeti okudukları zaman bu ayetin mesajı daha doğru anlaşılacaktır. 

[002.057] Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar Bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.
[003.093] Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».
[004.160-1] Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.
[006.146] Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere ise bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık ve onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
[003.050]  Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmek ve size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.

Verdiğimiz ayet meallerine dikkat edilecek olursa daha önce kendilerine bütün yiyeceklerin helal olduğu yahudilere , yapmış oldukları zulümler nedeniyle helal olan bir kısım yiyecekler haram edilmiş isa as ile al-i imran s 50 ayetindeki ibareyi dikkatlice okumak gerekmektedir, "size haram kılınanların bir kısmını helal kılmak üzere Rabbınızdan size bir ayet getirdim." isa as haram olan bir kısmı helal kılmak için rabbinizden ayet getirdim diyor kendisinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı apaçık ortadadır.  

Araf. 157. ayeti ise yukarda verilen ayetlerin devamı niteliğinde bir ayet olup, isa as ile helal kılınan bir kısım haramın muhammed as ile tamamen kaldırıldığı bilgisi verilmektedir. Bu konunun muhammed as ın vahiy harici haram ve helal kılma yetkisi gibi bir durum yoktur. Muhammed as a böyle bir yetki verildiği iddiası onu haram helal kılmada tek yetkili olan Allah cc nin yanına ayrı bir ilah konumuna getirmek anlamına gelir. 

Bu iki ayet arasında şöyle bir bağ kurmak mümkündür ; al-i imran s. 81 de Allah cc nin vahyini insanlara iletmekle görevli olan her elçinin birbiri ile bayrak yarışı misali elindeki bayrağı önündeki elçiye devrettiği, öndeki elçininde arkadakini tasdikleyerek bu bayrağı taşıdığı şeklinde bir görsellikten yola çıkılarak, musa ve isa as lardan sonra gelen elçi muhammed as ın onları tasdik ettiği onlarında al-i imran s. 81. ayette belirtildiği gibi ona iman ve yardım ettikleri görülmektedir. 

Musa ve isa asların sonra gelen elçi muhammed as a nasıl yardım ettikleri sorusu akla takılabilir, burada onların bu yardım vaadlerini kendilerine iman edenlerede tebliğ ettikleri , yani musa ve isa as iman ettiklerini iddia edenlerin bakara s. 146,enam s.20 ve saff 6. ayetlerinde bildirildiği gibi böyle bir elçinin bilgisine sahip oldukları anlatılmakta olup musa ve isa as ların haber verdikleri bu elçinin kendilerinin dahil olduğu zincirin son halkası olduğu bildirilmektedir.   

Her iki ayette geçen "nebi ve resul" kelimeleri ayetlerin birbirleri ile bağını anlamamızı kolaylaştırmaktadır. "Allah'ın nebilerden söz alması" resul olarak gönderilmeden önce Allah' cc den mesajı almaları onların "nebi" vasfına sahip olmaları anlamına gelerek bu anlamda resul olarak görevlendirilen bütün şahısların "nebi" oldukları, yani haberi aldıkları kaynağın aynı olduğu,sonra bu haberi tebliğ ile görevlendirilmelerinin resul olmaları yani görevi aldıkları kaynağında aynı olmaları, son " nebi resul" olan muhammed as ın bu zinciri tamamlayan bir halka olduğunun bilgisinin verilmiş olması şeklinde bağını kurmak mümkündür.  

Sonuç olarak, al-i imran s. 81 ve araf s. 157 ayetleri, önkabuller bir kenara atılarak kur'an bütünlüğünde okunacak olursa ayetlerin mesajını şöyle anlamak mümkündür , Allah cc nin göndermiş olduğu bütün "nebi resul" lerin aynı kaynaktan vahiy aldığı, aynı görevin devam ettiricileri olduğu, bu durumun muhammed as a kadar devam ettiği, kendilerini musa ve isa as aiman ettiklerini iddia edenlerinde bu elçiye uymak zorunda oldukları bu elçinin, yahudilerin daha önce yapmış oldukları zulümler nedeniyle ceza olarak kendilerine haram kılınan daha önce helal edilmiş şeylerin artık muhammed as a inen vahiy ile helal olduğu bilgisi verilmektedir.  

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Sihirbazların İmanı Sonrası İle Denizin Karşı Tarafına Geçilene Kadar Geçen Zamanın Anlatıldığı Ayetler

Musa as kıssası kur'anda en fazla anlatılan kıssa olması ile dikkat çekicidir. Bu yazımızda kıssanın , sihirbazların iman etmesi ile denizin karşı tarafına geçene kadar arada geçen zamanın anlatıldığı ayetleri ele almaya gayret edeceğiz.

Firavun musa as ın karşısına ülkenin en meşhur sihirbazlarını kendisine gözdelerden yapmak vaadi ile çıkarmasına karşılık o sihirbazlar musa as ın karşısında yenilgiye uğrayıp iman etmeleri sonucunda, firavun'un onları en ağır cezaya çarptırmak tehdidini umursamadan canlarını feda etmişlerdir.

[007.123-126] Firavun: «Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz öyle mi? Muhakkak bu, yerli halkı şehirden çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir hiledir. Yakında anlarsınız.Mutlaka sizin ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim.Mutlaka hepinizi birden asacağım!»Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.

[020.071-73]  Firavun «Ben size izin vermeden mi O'na inandınız? Doğrusu size sihri öğreten, büyüğünüz odur. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sizi hurma kütüklerine asacağım. Hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu bileceksiniz» dedi.Büyücüler dediler ki; «Biz seni, bize gelen açık delillere ve yaratıcımıza tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilin»Doğrusu biz, hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbımıza iman ettik. Allah'ın vereceği mükafat daha hayırlı ve daha devamlıdır.

[026.049-51]  Firavun: «Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Muhakkak ki o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi bileceksiniz; ellerinizi ayaklarınızı, and olsun, çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım» dedi.«Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.»«Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.»

Bundan sonraki gelişen olaylar şu şekilde anlatılmaktadır.  

 [007.127]  Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksın? (Firavun): «Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz» dedi.
[040.025]  Musa katımızdan onlara gerçeği getirince: «Onunla beraber iman etmiş kimselerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın» dediler. Ama inkarcıların hilesi elbette boşa gider.

Bu ayetler bize ikinci bir soykırımın bu olayların sonrası başlatıldı haberini vermektedir. İlk soykırım bilindiği gibi musa as doğmadan önce başlamıştı.

[007.128-129]  Musa kavmine dedi ki: «Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) sakınanlarındır.» Onlar da, sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa), «Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar» dedi.
[010.083-86]  Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız sadece O’na güvenip dayanın. Onlar da dediler ki: Biz, Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbımız, bizi, o zalimler güruhu ile sınama.Ve bizi rahmetinle o kâfirler topluluğundan kurtar!»

Yunus suresindeki ayetlerde musa as a kavminin tamamının firavun korkusu nedeniyle iman etmediği bildirilmekte, araf suresindeki ayetlerdede ona iman etmeyenlerin şikayetleri, musa as ında onlara sonraki olabilecekler hakkında bilgi verdiği verdiği ayetleri görmekteyiz.

Firavun ve kavmine ise küfürlerinden geri dönmeleri için bazı felaketlerin ayet olarak gönderildiği beyan edilmektedir. 

 
[007.130-135]  And olsun ki, Biz de Firavun ailesini, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.Onlara bir iyilik geldiği zaman; «Bu bizden ötürüdür» derler, bir fenalığa uğrarlarsa da, Musa ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna verirlerdi. Bilin ki, kendilerinin uğradığı uğursuzluk Allah katındandır, fakat çoğu bunu bilmezler.Ve sen bizi büyülemek için her ne âyet getirsen imkânı yok sana inanacak değiliz derlerdi. Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, haşeratı, kurbağaları ve kanı birbirinden ayrı ayetler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular.Azab başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan sana, and olsun ki, inanacağız ve İsrailoğullarını seninle beraber göndereceğiz» dediler.Azabı nasıl olsa sonuna gelecekleri bir müddet için üzerlerinden kaldırınca, hemen sözlerinden cayıyorlardı.

Araf suresinde anlatılan bu olaylar zuhruf suresindede anlatılmakta olup insan denen varlığın ne kadar nankör ve dönek olabileceğine dair bir örnek sunulmaktadır. Başları sıkışınca hemen musaya koşup ona "ey büyücü" diye hitab etmekten dahi çekinmeyip ondan yardım isteyenler sonra bu azab başlarından gidince eski zulumlerine nasıl döndüklerini anlatılmaktadır.  

 [043.046-50]  Andolsun biz Musa'yı âyetlerimizle Firavun'a ve onun ileri gelen adamlarına göndermiştik de Musa: Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim, demişti. Onlara âyetlerimizi getirince, bunlara gülüvermişlerdi.Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mucize) diğerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye onları azaba uğrattık.Bunun üzerine dediler ki: Ey büyücü! Sana verdiği ahde göre bizim için Rabbine dua et; çünkü biz artık doğru yola gireceğiz.Ama, azabı üzerlerinden kaldırdığımızda hemen sözlerinden döndüler.

Zuhruf s. 50. ayetten sonra devam eden ayetlerde firavun'un halkı üzerinde musa as a iman etmemeleri için kurduğu baskıdan örnekler verilmekte olup bu baskı müşriklerin diğer elçiler için söylediği sözlerin bir benzeridir.  

 [043.051-55] Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?»«Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?»«Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil miydi?» Bu şekilde (Firavun) kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler, çünkü dinden çıkmış günahkar bir kavim idiler.Böylece Bizi öfkelendirince onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk.

Yunus s. 87-89. ayetlerde,  Allah cc nin musa ve kardeşine vahyederek onlara stratejik plan önermesini görmekteyiz.Bu önerme bizler içinde bir örneklik teşkil etmektedir. Müslümanlar olarak dinimizi yaşama sürecinde karşımıza çıkan engelleri aşmak için bütün müslümanlar olarak birlik ve beraberlik içinde, birbirleri ile devamlı iletişim halinde,kafirlerin gözünden uzak kalacak yollar belirleyerek çalışmalarımızı sürdürmemiz gerekmektedir. Mısırda edindiğiniz evleri kıble edinin şeklindeki emir, bütün evler birbirinden haberdar, birbiri ile dayanışma ve uyum içinde olarak firavun ve ordusuna karşı teyakkuzda bulunun anlamındadır. 

 [010.087-89]  Musa ve kardeşine: «Mısır'da milletinize evler hazırlayın; evlerinizi kıblegah edinin, namaz kılın» diye vahyettik, «İnananlara müjde et.»Musa: «Rabbimiz! Doğrusu sen Firavun'a ve erkanına ziynetler ve dünya hayatında mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırtmaları için mi? Rabbimiz! Mallarını yok et, kalblerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar» dedi. Allah: «İkinizin duası kabul olundu. Dürüst hareket edin; bilmeyenlerin yoluna asla uymayın» dedi.

Mümin s. ayetlerinde aynı şekilde örneklik arzeden bir durum karşımıza çıkmakta ve firavun ailesinden olup iman eden bir muvahhid'in zalim hükümdarın karşısında hakkı nasıl haykırdığına şahid olmaktayız. Firavun'un musayı öldürmek istemesine engel olarak canını hiçe sayarak nasıl karşı çıktığını şu ayet meallerinde görmekteyiz. 

[040.028-45]  Firavun ailesinden olup da, inandığını gizleyen bir adam dedi ki: «Rabbim Allah'tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa, yalanı kendisinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Doğrusu Allah, aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez.»Ey kavmim, bugün mülk sizindir, bu yerde yüze çıkmış (üstün) bulunuyorsunuz; fakat Allah'ın hışmı başımıza gelirse bizi ondan kim kurtarabilir?» dedi. Firavun: «Ben size yalnızca görüşümü söylüyorum ve ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.» dedi.O iman etmiş olan kişi: «Ey kavmim, doğrusu ben sizin hakkınızda Ahzab (eski topluluklar)ın günleri gibi bir günden korkuyorum. Nuh kavminin, Ad ve Semud'un ve onlardan sonrakilerin durumu gibi bir durumla karşılaşmanızdan korkuyorum. Allah kullara zulmetmek istemez.Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe ediyorum.«O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.»«And olsun ki, Yusuf da, daha önce, size belgelerle gelmişti. Size getirdiği şeylerden şüphelenip durmuştunuz. Sonunda Yusuf ölünce, Allah onun ardından hiçbir peygamber göndermeyecek demiştiniz. Allah, aşırı şüpheciyi işte böylece saptırır.»«Bunlar, Allah'ın ayetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu, Allah katında da, inananların yanında da öfkeyi arttırır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.» Firavun da: «Ey Haman, bana bir kule yap, belki ben erişirim o yollara. Göklerin yollarına da Musa'nın tanrısınına muttali olurum ve kesinlikle ben onu yalancı sanıyorum.» dedi. işte bu şekilde Firavun'a kötü ameli güzel gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavun'un düzeni hep hüsrandadır (çıkmazdadır). İnanan adam dedi ki: «Ey kavmim! Bana uyun, sizi doğru yola götüreyim.»Ey kavmim, bu dünya hayatı, ancak bir kazançtan ibarettir, ahiret ise durulacak yurttur. Kim bir kötülük işlerse, onun kadar ceza görür. Kim de kadın veya erkek, mümin olarak faydalı bir iş yaparsa işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.Hem ey kavmim, neden ben sizi kurtuluşa davet ederken siz beni ateşe davet ediyorsunuz?Siz beni, Allah'ı inkar etmeye ve bence hiç ilimde yeri olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz; ben ise sizi o çok güçlü, çok bağışlayıcıya davet ediyorum.Gerçek şu ki, sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünyada da ahirette de davete değer bir tarafı yoktur. Dönüşümüz Allah'adır, aşırı gidenler de ateş ehlinin kendileridir.«Size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Doğrusu Allah, kulları görür.»Allah o adamı, kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Kötü azap Firavun'un adamlarını sardı.

Okuduğumuz ayet meallerinden anlaşılacağı üzere firavun'un büyücülerinin iman etmeleri sonucunda gelişen olaylar ile denizin karşı kıyısına geçmelerine kadar geçen zaman uzun yıllar sürmüş ve israiloğullarının mısırda esarette kalmaları ile devam etmiştir.

Bu süre içinde Allah cc firavun ülkesine, afet olarak çeşitli ayetler göndermiştir. Her afette musa ya gelerek kendilerinin bu afetten kurtarılması için dua isteyenler musaya verdikleri sözde durmamışlar ve zulme devam etmişlerdir. Bu süre içinde yine israiloğullarından bir kısım iman etmiş bir kısım ise onun gelmesi ile değişen birşey olmadığını söyleyerek nankör davranışlar sergilemiştir.  

Kıssa içinde anlatılan olaylar sadece yaşanmış olduğu zaman ve mekan ile sınırlı olmayıp bizlere örneklik olması açısındanda okunmalıdır. Zulüm altında kalan müslümanların uygulamaları gereken stratejik planları yine bu kıssada yunus suresi içinde anlatılan ayetlerde görmekle beraber , iman eden bir mü'minin imanını firavun ve mele'sine karşı haykırmasına şahid olmaktayız. Selam , hakkı korkusuzca canını hiçe sayarak haykıran muvahhidlerin üstüne olsun.  

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

16 Ocak 2014 Perşembe

Ahzab s. 40. Ayeti ve Resullerin Devamlılığı

Allah cc alemlere hidayet kaynağı olarak indirdiği kitabında ahzab s. 40. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır. 
 Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
  Muhammed sizin ricalınızdan hiç birinin babası değil, ve lâkin Allahın Resulü ve nebilerin hatemidir, Allah, her şeye alîm bulunuyor.

Bu ayetin mesajını doğru anlamak için bu surede geçen diğer ayetlerin yardımı gerekmektedir.

[033.004]  Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.
[033.005]  Evlatlıkları babalarına nisbet edin, bu Allah katında en doğru olandır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşi ve dostlarınız olarak kabul edin. İçinizden kasdederek yaptıklarınız bir yana, yanılmalarınızda size bir sorumluluk yoktur. Allah, bağışlar ve merhamet eder.
[033.037]  Bir de hatırla o vakti ki, o kendisine hem Allah'ın nimet verdiği, hem de senin iyilik ettiğin kimseye: «Zevceni kendine sıkı tut ve Allah'tan kork!» diyordun da Allah'ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyor ve insanları sayıyordun. Oysa Allah, kendisini saymana daha layıktı. Sonra Zeyd o kadınla ilişiğini kestiğinde Biz onu seninle evlendirdik ki, evlatlıklarının ilişkilerini kestikleri eşlerini nikahlama hususunda müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri fiile (pratiğe) çıkarılmış bulunuyor.
033.038] Allah'ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, takdir edilmiş bir kaderdir.

Meallerini verdiğimiz ayetlerden görüleceği üzere evlatlık müessesine düzenleme getirilmekte olup, evlatlık edinilmiş olan bir kişinin evlat edinen kimse ile herhangi bir kan bağı şeklinde bir akrabalığı olamayacağı ve bu durum muhammed as ın örnekliği çerçevesinde evlatlığı olan zeyd'in boşadığı karısı ile evlendirilerek tabu haline gelmiş bir düşüncenin yıkıldığına şahid olmaktayız.

Ahzab s. 40. ayetide yukardaki meallerini verdiğimiz ayetler bağlamında anlaşılması gereken ayetlerden bir olmasına rağmen, ön kabullu bir okuma neticesinde konu ile alakası olmayan bir çıkarım yapılarak resullerin devam ettiğine dair bir delil olduğu sanılmış , hatta resulluğu kendinden menkul çakma resuller ve tabileri tarafından bu ayet delil olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Peki nerede yanlış yapılıyorda bu ayet "ben resulum " diyen birinin delil ayeti olabiliyor?.

Bilindiği üzere, Allah cc yeryüzünde yaşayan kullarına yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gereken kuralları, o kullar içinden seçmiş olduklarına melek bir resul ile vahyederek bildirmekte ve bu insanlara "nebi ve resul" denilmektedir.  

Geleneksel islam algısında, "nebi" kavramı kendisine kitap verilmeyen, "resul " kavramı kendisine kitap verilen kişi anlamında kullanılmakta olup bu durum "her resul nebidir her nebi resul değildir"şeklinde sloganize edilmektedir. Böyle bir ayrım "vahy" kavramının anlamı ile ilgili olarak farklı yorumların neticesinde ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere musa'nın annesine,meryeme veya vahyetme gibi ayetler vahiy kavramının sözlük veya ıstılah anlamı şeklindeki kullanımlarının göz ardı edilmesi neticesinde musanın annesi veya meryeme nebilik vasfı yakıştırılmaya çalışılmıştır.  

Nebi ve resul kavramları eğer, Allah cc nin yeryüzünde yaşayan kullarına uymaları gereken kuralları melek resul vasıtası ile bildirdiği insanlar çerçevesinde anlaşılmaya kalkılsaydı bu tür anlaşmazlıklar ve hatalı anlayışların ortaya çıkması mümkün olmazdı. Nebi ve resul kelimelerini bu insanların Allah cc nin bir haber almaları ve bu haberi muhataplarına iletmeleri anlamında kullandığımız takdirde problemlerin ortadan kalkacağını söyleyebiliriz.  

[002.213]  İnsanlar bir tek ümmetti. Allah nebileri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak Kitaplar indirdi. Ancak Kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah dilediğini doğru yola eriştirir.
[003.081] Allah nebilerden şöyle söz almıştı: «Andolsun ki size kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (kitaplar)ı doğrulayıcı bir resul geldiğinde ona muhakkak inanacak ve ona yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?» demişti. Onlar: «Kabul ettik» dediler. (Allah da) dedi ki: «Öyleyse şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım».

Yukarıda örnek olarak olarak verdiğimiz bakara s.213 ve ali imran s.81. ayetlerine göre nebilere kitap verilmesinden bahsetmekte olup geleneksel anlayıştaki "kendisine kitap verilmeyen" şeklinde bir tarifin yanlışlığı ortaya çıkmaktadır. Yanlış anlaşılan bir anlamda kitap kelimesi ile ilgilidir, bu kelimeyi kitap kelimesinin iki kapak arasında yazılmış bir materyal şeklindeki anlmından yola çıkarak anlamaya kalktığımızda ortaya yine yanlış anlamalar çıkmaktadır.  

"Ketebe" kelimesi ; iki şeyi dikerek birbirine eklemek anlamda olup, harfleri yazarak veya söyleyerek birbibine eklemek anlamında kullanılan bir kelimedir. Bu anlamdan hareketle "kitap" kelimesi hem yazarak hem söyleyerek harfleri birbirine eklemek anlamına gelir.  

Kitap kelimesinin anlamını doğru olarak ortaya koyduktan sonra, Allah cc nin adem as dan muhammed as a kadar seçmiş olduğu insanlara vahyetmesi o elçilerin bu vahyi muhatplarına okumaları onlara verilmiş olan kitaptır ve bu kitabın illaki yazıya dökülmüş olması gerekmez. Musa,isa,davud ve muhammed as a verilen kitaplar iki kapak arasına alınmış ama diğer elçilere verilen kitaplar iki kapak arasına alınmamıştır, işte bu yüzden bizler bu isimlere kitab verildiğini zannedip diğerlerine verilmediğini zannetmekteyiz.  

Nebilik vasfı ,Allah cc nin seçmiş olduğu beşere elçisi vasıtası ile haberini bildirmesi, resulluk vasfı ise bu haberi alan kişinin muhataplarına aktarma görevidir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler kavimlerine "BEN SİZİN RESULUNUZUM"  dediği zaman resulluğunu yaptığı vahyi önce Allah cc den alması yani NEBİ olmasını gerektir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler bu şekilde kavimlerine gelip resul olarak aktardıkları vahyi nebi olarak Allah cc den almışlerdır.  

Durumu , "her nebi resul her resul nebidir" şeklinde sloganize edip akılda kalmasını kolaylaştırabilirz. "Ben sizin resulunuzum" diye kavimlerine gelen hiç bir şahıs Allah cc den vahiy almadan gelmemiştir. Çünkü önce nebi olma vasfı ile önce o vahyi alacak, sonra resul olma vasfı ile kavimlerine aktaracaklardır, kısacası NEBİ OLMADAN RESUL OLUNMAZ.  
Nebilik ve resulluk birbiri içine girmiş iki kavram olup birbirini tamamlayan unsurlandır,bri olmadan ötekisini olması mümkün değildir.  

Hal böyle iken muhammed as dan sonra günümüze kadar "ben resulum" şeklinde çıkan adamların durumu nedir? sorusu gündeme gelecektir.  

Nebi ve resul kavramlarını kur'an ayetleri çerçevesinde değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç; Bu kavramların içiçe olduğu, birbirini tamamlayan kavramlar olduğu gözönüne alınacak olursa dün bugün ve yarın karşımıza "ben sizin resulunuzum" diyen birine soracağımız ilk ve tek soru "  KİTABIN NEREDE?" şeklinde olacaktır. Çünkü resul Allah cc den aldığı vahyi aktaran kişidir ve bize aktardığı sözler onun Allah cc den aldığı vahyle olmalıdır. "Ben kur'anın resuluyum" sözü havada kalan bir söz olup bütün elçilerin kendinden önceki elçileri tasdik etmesinin yanısıra kavimlerine Allah cc nin vahyi ile geldiklerini aklımızdan çıkarmamalıyız.   

Ayrıca, araf s. 87-hud s.57-ahkaf s. 23- ayetlerinde geçen "ursiltu bihi" (onunla gönderildiğiniz şeye) ve ibrahim s.9- sebe s. 34-fussilet s. 14- zuhruf s.23. ayetlerinde "ursiltum bihi" leklinde geçen ayetlerden resullerin yanlarında olan bir şeyin yani vahyin inkar edildiğini görmekteyiz va kavimlerinin inkarcıları onlara " BİZ SİZİNLE BİRLİKTE GÖNDERİLENE İNANMIYORUZ" demeleri o elçilerin ellerini kollarını sallayarak kavimlerine gelmedikleri ve yanlarında "BEYYİNE" leri ile geldiklerinin delili olup inkar edilen şey o beyyinedir. Şimdi "ben resulum " diyen birine "hani beyyinen?" diye sorsak cevabı " işte bu" diyeceği birşey gösteremez ve bu onun yalancı ve iftiracı olduğunun bir göstergesidir.


"Ben resulum" diye ortaya çıkan birisi bize şayet Allah cc den almış olduğu vahyi tebliğ edemezse biz onun ancak resulluğu kendinden menkul bir yalancı ve iftiracı olduğuna hükmederiz. Ahzab s. 40. ayetinde belirtilen " Allah'ın resulu nebilerin sonuncusu" tabirinden resulluk makamının devam ettiği muhammed as dan resullerin geleceği hatta kur'ana iman eden ve onu tebliğ eden herkesin bir resul olabileceği yönündeki iddialar kur'andaki bu kelimeleri bağlamından kopararak okumanın bir ürünüdür. Allah cc nin bizlere verdiği "müslüman" ismi bizim onun vahyini tebliğ etme görevimiz için yeterli olup ilave payeler aramamıza gerek yoktur.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

14 Ocak 2014 Salı

Ahzab s. 56. Ayeti ve Salavat Kültürü

Alemlerin rabbi olan Allah ahzab s. 56. ayetinde bizlere şöyle buyurmaktadır.  

İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen). 

 Gerçekten Allah ve melekleri resule salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.

Bu ayeti doğru anlamak için önce ayet içinde geçen "salat" ve "teslim" kelimeleri ifade edilmek istenenlerin ne anlama geldiğini bilmek gerekmektedir. 

Salat kelimesi kur'anda en fazla geçen kelimelerden olup, çok anlamlı kelimelerden bir tanesidir. Çok anlamlı olmasından kastımız Arap dilinde kullanıldığı cümleye göre anlam kazanan bir kelime olmasındandır. Kur'anda namaz ibadetinin ifade edilmesi ilgili kullanımı da dahil ateşe atılma,dua,destek, gibi anlamlara gelir. Bu yazımızda bu kelimenin anlamı üzerinde değil, Ahzab s. 56. ayetinin mesajı üzerinde durmaya gayret edeceğiz.   

Allah ve meleklerin resul üzerine salat etmesi ne anlama gelebilir ? dersek bu kelimeyi anlamak için kur'anda geçen "lanet" kelimesi ile bir ilişki kurabiliriz.Bu kelime , "cezalandırmayı gerektirecek kadar şiddetli bir öfkeyle kovma ve uzaklaştırmak" anlamına gelir. 

[002.161]  (Âyetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.[003.086-87]  İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. İşte bunların cezası, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin lanetine uğramalarıdır. 

Bu kelime bir çok ayette geçmesine rağmen Allah ve meleklerin laneti şeklinde geçen ayet örnekleri ile yetiniyoruz. Allah ve meleklerin lanet etmesi demek " yapılan yanlışların neticesinde kişileri kovmaları onlarla herhangi bir alakaları olmadığı anlamına gelir ki "salat etme" kelimesinin bir bakıma zıddı anlam taşıyabilir. Rabbimiz bizlere kendisinin ve meleklerin övgüsüne desteğine sahip olan resulüne karşı aynı destek ve övgüyü bizimde ona karşı göstermemizi bizlerden istemektedir.
Salat kelimenin anlam alanlarından biriside "destek olmak,arka çıkmak " tır. Ahzab s. 56. ayetinde Allah ve meleklerin resule destek oldukları araka çıktıkları onun kovmayı gerektirecek herhangi bir işi yapmayacağı gibi anlama gelmesini anlamak mümkündür.   

Ayetteki "Sellimü teslimen" kelimeleri ile ifade edilmek istenenin ne olduğu konusunu da düşünmek gerekmektedir.  Kelimenin kökü "Se-Le-Me" olup, " dış ve iç afetlerden,belalardan,dertlerden uzak olmak" anlamına gelir. Allah cc nin bize din olarak İslamı seçmesi bize cehennemi kazandıracak belalardan uzaklaştırması "ben Müslümanlardanım" dememiz bizim cehennemi kazanacak her türlü amelden uzak durmamız anlamına gelmektedir. 

 [004.065] [E0] Yok, yok rabbına kasem ederim ki onlar aralarında çıkan çapraşık işlerde seni hakem yapıb sonra da verdiğin hukümden nefislerinden hiç bir darlık duymaksızın tam bir teslimiyyetle teslim olmadıkça iyman etmiş olmazlar.

Nisa s. 65. ayetinde iman iddiasında bulunanların resul as ın verdiği bir hükme tam bir teslimiyetle yani ıkır cıkır etmeden uymadıkları müddetçe dertlerden belalardan uzak olamayacakları beyan edilmektedir.   

Ahzab s. 56. ayetinin mesajını Nisa s. 65. ayeti ile birlikte anlayacak olursak şöyle bir mesaj görmek mümkündür.  Ey iman iddiasında bulunanlar,Allah ve meleklerinin desteğine sahip olan resule sizde destekte bulunup ona sahip çıkmadıkça onun elçiliğini yaptığı vahye tam bir gönül rahatlığı içinde sahip çıkıp onu hayatınıza hakim kılmaya çalışmadıkça her türlü tehlikeye açık bir duruma düşüp dünya ve ahirette sıkıntıya düşersiniz.   

Ancak ayetteki salat kelimesi salavat getirmek şeklinde bir emire dönüştürülerek israiloğullarının kitaba yaptığı tahrif ve dilini eğip büküp "işte bu kitap'tandır" demeleri misali olmayan bir şeyi kitaba mal etme durumuna getirilerek salavat adı altında birçok uydurma yanlışlar üretilmiştir. 

 Abdulbaki Gölpınarlı :
Şüphe yok ki Allah ve melekleri, salavat getirir Peygambere; ey inananlar, siz de ona salavat getirin, tam teslîm olarak da selâm verin.
 Adem Uğur :
Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.
Ahmet Tekin :
Allah ve melekleri peygambere salavat getirirler. Hep rahmet, övgü ve iltifat ile anarlar.
Ey iman edenler, siz de ona salavat getirin, onu dua ve saygıyla, salâtü selâm ile anın, tam bir teslimiyetle ona bağlanın, onu selâmlayın, ona selâmet dileyin.
 Diyanet Vakfi :
Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.

 YukarIda örneklerini verdiğimiz kitabı eğip bükmek metodu ile yapılmış meallere lütfen dikkat edelim, Allah cc salavatı eğer"Allahümme salli ala muhammed" şeklinde getiriyorsa Allah bu yardımı hangi Allah'tan istiyor ki haşa binlerce haşa Allah cc ye "Allah'ım Muhammede salat et" dedirtiyorlar. Bu şekilde mealler tam bir şirk örneğidir' bu şekil bir çeviri ile Allah cc yi başka bir Allah'tan yardım isteme durumuna düşürmektedirler.  

Bu şekil tahriflerle halk arasında öyle bir salavat kültürü yayılmıştır ki Muhammed as ın adı anlıdığı vakit salavat getirmemek sanki küfür işareti haline getirilmiştir. 

   
   “Dua ile sema arasında bir engel vardır.Üzerime salavat getirilince engel açılır, DUA YERİNE ULAŞIR.”
·        “Üzerime bir günde bin defa salavat getiren kimseye cennetteki makamı gösterilmedikçe ölmez.”
·        “Bana en yakın olanlar, üzerime en çok salavat getirenler olacaktır.”
·        “Her kim, farz namazını kıldıktan sonra bana on defa salevat okursa, Allah Teala, onun namazını kabul buyurur. Onun bu namazını Adem’e secde eden meleklerden daha üstün meleklerin makamı olan İlliyyine ulaştırır.O makamdan bir melek şöyle seslenir:
      -Artık dileğin neyse dile, her dileğin yerine getirilecektir.”
·       Vefatımdan sonra sizden kim bana selam gönderirse Cebrail(a.s.) gelir ve bana şöyle der:
-Ya Muhammed! Ümmetimden falan kimsenin sana selamı var.Bana karşılık ben şöyle selam alırım:
-Benden de ona selam olsun.Ayrıca onun için Allah’tan rahmet ve bereket diliyorum.”
·        Kim altından kalkamayacağı güç bir işle karşı karşıya gelirse, üzerime çok çok salavatı şerife getirsin.Çünkü Allahü Teala, üzerime getirilen salavat-ı şerife sebebi ile onun sıkıntılarını, kederlerini giderir, rızkını çoğaltır, Allah’ın yardımı ile muradına nail olur.”
·        “Kıyamet gününde, katımda insanların en değerlisi, bana en çok salatü selam getirenlerdir.” 
YukarIdaki örneklerden daha bir çok sözleri din adına hurafe üreten kitaplarda bulmak mümkündür.

Halk arasında yaygın olan bu kültürün kaynağı yukarıda örneklerini verdiğimiz Muhammed as adına uydurulmuş iftiralardır. Ayrıca salatı tefriciyye, salaten tüncine, salatı münciye vs gibi bir çok salat adı altında insanlar maalesef şirk işlemekte olup bunlar alim sıfatı altında insanlara şirk empoze eden bel'am lar tarafından övücü sözlerle desteklenmektedir.  

 Net olarak ifade etmek gerekirse bugün salavat adı altında ne kadar söz varsa hiçbiri Muhammed as tarafından ashabına talim ettirilmiş sözler değildir. Hristiyan kültürünün bir uzantısı olarak elçileri yüceltme projesinin bir ürünüdür. Muhammed as a bugün destek olmak demek ölmüş olmasını unutarak ona yapacağımız salavatları onun duyup Allah cc ile aramızda bir aracı olacağını ummak şirklerin en büyüğüdür.  

[002.186]  Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.
“Dua ile sema arasında bir engel vardır.Üzerime salavat getirilince engel açılır, DUA YERİNE ULAŞIR

Bakara s. 186. ayetinin mesajı ile altındaki rivayetin mesajı arasındaki farkı düşünecek olursak insanların salavat kültürü altında nasıl bir şirke yuvarlandığı acı bir şekilde görülecektir. Günümüzde kampanyalar oluşturularak bilmem kaç bin tane salavat çekiyoruz gibi sözlerle insanların oturup Allahı zikreder gibi Muhammed as ı zikretmesi kişilerin din adına şirk işlemelerine bir örnek teşkil etmektedir.

Sonuç olarak; Ahzab s. 56. ayetinde, Muhammed as ın getirmiş olduğu vahye iman ve onun hayata ikamesi istenirken ayet ters çevrilerek haşa Allah cc nin elçisine salavat getirdiği gibi bir anlama dönüştürülmüş ve sadece lafta kalan ve sözler ve şirk içeren kelimeler ile bu ayetin mesajı örtülmeye çalışılmıştır. Resule destek olmak hiç bir şekilde belirli sözlerin tekrar edilmesi ile onu Allah gibi zikretmek anlamına gelmez . "Muhammed as a salavat getirmek" gibi bir tabir ile bizlere söylememiz emredilen hiç bir söz bulunmayıp aksine bu sözleri söylemek kişilerin imanında derin yaralar açılmasına vesile olmaktadır. Yeri gelmişken şunu da ilave edelim, ilmihal kitaplarında kayıtlı olan namazda oturduğumuz zaman okunması gerektiği yazılan salli ve barik diye bilinen sözleri tekrarlamak gibi bir mecburiyet olmayıp bunların yerine kur'an ayetlerinden alınan dualar okunabilir. 

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

12 Ocak 2014 Pazar

Vema Teşaune İlle En Yeşee Allah (Allah Dilemedikçe Siz Dilemezsiniz)

Yazımıza başlık olarak seçmiş olduğumuz ayet, kur'anda insan s. 30 ve tekvir s. 29. ayetlerinde geçmektedir. Bu ayetlerin yanlış çevrilmesi sonucunda, bu yanlış çeviriler üzerinden gidilerek bir tartışma başlatılmış ve baştan yanlış yapılması sonucunda doğru bir netice elde edilmesi zorlaşmıştır. Biz önce bu ayetlerin doğru çevirisinin nasıl olması konusundaki düşüncemizi paylaşıp daha sonra ayetlerin mesajı üzerinde durmak istiyoruz.

İnsan s.  30. ayeti
Vema teşaune ille enyeşee Allahü innellahe kane alimen hakimen 
Allah dilemedikçe siz DİLEMEZSİNİZ, muhakkak Allah bilen'bir hüküm sahibidir.  

Tekvir s. 30. ayeti
Vema teşaune ille enyeşee Allahü rabbilalemin 
Alemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz DİLEMEZSİNİZ. 

Ayetlerin mealleri bu şekilde yapılması gerektiği halde büyük harfle yazdığımız, "dilemek" fiilinin çevisinde yapılan küçük sayılabilecek bir hata maalesef büyük sıkıntılara yol açmıştır. 

Meallerin çoğuna baktığımızda bu iki ayetin yanlış olarak şu şekilde çevrildiğini görüyoruz. 

[insan.030]  Allah dilemedikçe siz DİLEYEMEZSİNİZ. Doğrusu Allah, bilendir, Hakim'dir.
[tekvir.029]  Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey DİLEYEMEZSİNİZ.

Yukarda verdiğimiz ayet meallerindeki büyük harfle yazdığımız kelimelere lütfen dikkat edelim. Daha yukarda yazdığımız ve doğru çeviri olduğunu düşündüğümüz " DİLEMEZSİNİZ" ile yanlış çeviri olduğunu düşündüğümüz "DİLEYEMEZSİNİZ"  kelimeleri arasındaki fark sadece "YE" farkıdır, " bu kadar farktan ne olur" sakın demeyin yanlış anlaşılmaların kaynağı çevirilerde fazladan ilave edilen bu "YE" ilavesidir.  

Yanlış çevrilen "vema teşaune" kelimesinin gramer tahlilini yapacak olursak; kelimenin kökü "şae" fiili olup , kelime fiili muzarı nefi hal (şimdiki zamanın olumsuzu) cemi müzekker malum muhatab sigasındadır. Aynı kalıptan bir başka kelime alalım . " nasara" (yardım etmek) fiilinin çekimi fiili muzari nefi hal cemi müzekker malum muhatab sigası " ma tensurune" şeklinde gelir ve ve bu kelime "yardım etmezsiniz" şeklinde anlamı olup, bu kelimeyi hiç kimse "yardım edemezsiniz" şeklinde çevirmemesine rağmen şae filinin bu sigadaki çevirisinin "ye" harfi ilave edilerek " dileyemezsiniz" şeklinde çevrilmesi sıkıntılar doğurmuştur.  

 Bu iki anlam arasındaki farkı şöylede misallendirmek mümkündür. "Ahmet sen iman etmezsin" cümlesi ile " ahmet sen iman edemezsin" cümlesi arasındaki fark şudur. İlk cümle ahmet'in iman etmesinde kendi iradesine sahip olduğunu ikinci cümle ise ahmet'in iman etmede kendi iradesine sahip olmadığını gösterir.

Gördüğümüz mealler içinde elmalılı hamdi yazır'ın çevirisi doğru bir çeviri olarak gördüğümüzü beyan edelim.
 [076.030] [E0] Maamafih Allah dilemeyince dilemezsiniz, çünkü yegâne alîm, hakîm Allahdır
 [081.029] [E0] Fakat o âlemlerin rabbı Allah dilemeyince siz dilemezsiniz
Elmalılı hamdi yazır ayetleri bu şekilde çevirmesine rağmen onun mealini sadeleştirme! adı altında katledenleride burada anmaktan! geçemeyeceğiz, çünkü  meal katilleri o ayetlerin sadeleştirmesini "dileyemezsiniz" şeklinde yaparak bir meal katline sebeb olmuşlardır.

Uzun sözün kısası insan s. 30 ve tekvir s. 29. ayetlerindeki "vema teşaune" kelimesi çoğu mealdeki yanlış çeviri olan "dileyemezsiniz" yerine "dilemezsiniz" şeklinde çevrilmesi daha doğru olup ayetin mesajının daha doğru olarak anlaşılmasını sağlayacaktır. Dileyemezsiniz şeklindeki yanlış çeviri Allah cc nin insan iradesi üzerinde bir baskı kurduğu şeklinde anlamaya müsait olup geçmişte oluşturulan yanlış kader anlayışının devamının ayetler üzerindeki yanlış çeviriler ile devam etmesini sağlamak anlamına gelir. Şimdi gelelim bu iki ayetin mesajına;

Kur'an bütünlüğünde bakıldığı zaman Allah cc yaratmış olduğu insana iki yol gösterip onlara seçme  serbestiyeti vermiş olup bu konuda kullarının iradesine herhangi bir baskı uygulamadan kişinin iman edip etmeme noktasında ona müdahelesi diye bir şey sözkonusu değildir. Sadece "ye" harfi ilevesi ile ayetler sanki Allah cc nin insana iman edip etmeme noktasında müdahelesi varmış gibi bir anlamaya dönüştürülmüştür. 

27. Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.
28. Onları biz yarattık; onların yaratılışını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde (kendilerini yok eder) yerlerine benzerlerıni getiririz.
29. Şüphesiz ki bu bir öğüttür. Aırtık dileyen Rabbine bir yol tutar.
30. Allah dilemedikçe siz dilemezsiniz.Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
31. O, dilediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince, onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır. 

İnsan s. 27-31. ayetlerine baktığımız vahyi inkar edenlerin muhatap alınarak onlara hitap edildiğini görmekteyiz. Vahyin bir öğüt olduğu ve dileyen kimsenin bu vahye iman edip etmeme noktasında serbest olduğunun beyanından sonra, 30 ayette "Allah dilemedikçe siz dilemezsiniz" buyurulmaktadır.Bu cümle ,vahyi inkar eden kulların kendilerine verilen irade serbestiyetini kullanarak bu vahye iman etmeyeceklerini beyan ederek, ancak "Allahın dilemesi ile" yani şayet Allah onların iradeleri üzerine iman etmek şeklinde bir baskı kurması halinde iman edebileceklerini anlatmaktadır. Allah cc hiçbir kulu üzerinde baskısı olmadığına göre ayet Allah cc nin kullarını iman veya küfür noktasında serbest bıraktığı ayettte bahsedilen inkarcı tiplerin asla iman etmeyeceği ancak Allah cc nin onların iradeleri üzerinde baskı kurarsa iman edebileceklerini beyan etmektedir'ki bu şekil bir zorlama asla yoktur.



25 - O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir.
26 - Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz?
27 - O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir,
28 - İçinizden doğru gitmek isteyenler için.
29 - Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dilemezsiniz.

Tekvir s. 25-29. ayetleri arasına baktığımız zaman insan suresindeki aynı durum karşımıza çıkmaktadır. Vahyi inkar eden muhatapların kendi serbest iradeleri ile iman etmeyecekleri, ancak Allah cc nin zorlaması ile iman edebilecekleri beyan edilmektedir'ki böyle şekilde zorlama bir imanın olmadığı kur'an bütünlüğünden anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak; İnsan s. 30 ve tekvir s. 29. ayetlerinin, çoğunluk meallerde (elmalılı hariç) yanlış olarak çevrilmesi sonucunda, Allah cc nin sanki kullarının iman edip etmeme noktasında iradesine baskı kurduğu gibi bir anlam ortaya çıkmış olup doğru şekilde bir çeviri ile  bu şekilde bir zorlamanın mümkün olmadığı , ancak vahye iman etmekte direnen muhatapların kendi iradelerini kullanarak asla iman etmeyecekleri, bunların iman etmelerinin ancak Allah cc nin bu insanların iradesine, iman etme yolunda bir baskı kurarak onların iman edebilecekleri anlatılmaktadır. Allah cc nin böyle bir şekilde inkarcılara zorla iman ettirmek diye bir şey asla sözkonusu değildir. Ayetlerin mesajı kur'an bütünlüğüne  uygun olarak Allah cc nin kullarının iradesini serbest bırakarak iman veya küfür tercihini kullanabilecekleridir.  

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

10 Ocak 2014 Cuma

Ebeden Kelimesinin Kur'anda Geçişleri, Cennet ve Cehennemin Ebediliği

Ebeden kelimesi , zaman gibi parçalanmayan , uzayıp giden bir zaman süresini ifade eder. Örnek olarak , "şöyle bir zamanı" denilebilir ama "şöyle bir şeyin ebedi" denilmez. Bir nesne ebedi olarak baki kalmak. Uzun süre baki kalan şeyleri ifade etmek için kullanılır. (el müfredat)

Bu kelime kur'anda 28 yerde geçmekte olup bir kısmı dünya hayatı bir kısmı ise ahiret hayatı ile ilgilidir. Bu ayetlerin kur'anda geçişleri şu şekildedir. Önce dünya hayatındaki olan olaylar ile kullanılan ayetleri görelim.

 [002.094-95] De ki, «Eğer ahiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize!» Fakat ellerinden çıkan işleri yüzünden onu hiç bir zaman (ebeden )temenni edemezler. Allah o zalimleri bilir.

Bakara s. 94-95. ayetlerinde israiloğullarının, ahiret hayatlarında cenneti garantilediklerine dair iddiaları red edilmekte ve eğer samimi iseniz ölümü isteyin denilmekte, ancak ölümü ebeden dilemeyecekleri bildirilir. Bu kelimenin kullanılması sonlu bir zaman için kullanılmamış olması dikkat çekicidir.   

[005.024] «Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla(ebeden) girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız» dediler. 

Maide s. 24. ayetinde yine israiloğullarının kendilerine yazılan kutsal yere girmeleri istenmesine rağmen onlar, o şehirdeki zorba kavim çıkmadıkça oraya ebeden girmeyeceklerini söylemelerini görmekteyiz. Ebeden kelimesinin kullanılması yine dikkat çekicidir.  

[009.083] Allah seni geri döndürüp, onlardan bir toplulukla karşılaştırdığı zaman, senden savaşa çıkmak için izin isterlerse, de ki: «Benimle asla (ebeden) çıkamayacaksınız, benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmıyacaksınız; çünkü baştan, oturup kalmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber oturun.»  

Tevbe s. 83. ayetinde savaştan daha önce kaçan münafıkların, daha sonra savaşa katılmak istemelerine karşılık cevap olarak onların bu isteklerinin ebeden kabul edilmeyerek savaşa çıkmalarına rıza gösterilmeyeceği beyanının görmekteyiz.  

[009.084] Onlardan ölen kimseye asla (ebeden) salat etme (dua etme), mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fasık olarak öldüler.  

83. ayetin devamında savaştan geri kalarak nifaklarını ortaya çıkanların öldüğü zaman onlara müslüman bir kişiye uygulanacak olan muamelenin ebeden uygulanmaması emri vardır. 

[009.108]  Onun içinde asla (ebeden)namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit çinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.   

Tevbe s. 108. ayetinde münafıkların tesis ettiği mescide ebeden girmemesi emredilmekte ve ebeden kelimesinin kullanılması dikkat çekicidir. 


[018.020]  «Şüphe yok ki, onlar eğer size galebe ederlerse sizi ya taşlarlar, veya sizi kendi milletlerine (dinlerine) döndürürler ve o takdirde artık ebedîyyen felâh bulamazsınız.»  

Kehf s. 20 ayette ashabı kehf'in alışverişe giden arkadaşlarına şehir halkının kendilerini buldukları takdirde başlarına gelecekleri konuşmaları anlatılmakta olup o halkın dinine dönüldüğü takdirde ebedi olarak kurutuluşa erilemeyeceğini söylemektedirler. 

 
[018.035] Daha sonra Cennet'ine girdi ve kendisine zulmederek: «Bunun asla (ebeden) yok olacağını sanmam.» dedi.

Kehf s. de anlatılan bahçe sahipleri kıssasında zalim bahçe sahibinin, bahçesi için kullandığı kesinlik ifadesi ebeden olarak ifade edilmektedir.  

 [018.057]  Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla (ebeden) doğru yola gelmezler.

Kehf s. 57. ayetinde Allah cc nin ayetlerini dinleyip yola gelme konusunda ısrarcı olanların asla iman etmeyecekleri vurgusunun ebeden kelimesi ile ifade edilmesi yine dikkat çekicidir. 

[024.004] İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.

Nur s. 4. ayetinde iftiracı kişinin şahitliğinin ebedi olarak kabul edilmemesi emredilmekte yine ayette ebeden kullanılması o kişinin ölene kadar şahitliğinin kabul edilmemesi emredilmektedir.  

[024.017]  Böyle birşeyi asla (ebeden)bir defa daha tekrarlamayasınız diye Allah size öğüt veriyor; eğer iman etmiş iseniz.

Nur s. 17. ayetinde aişe validemize atılan iftira ilgili bağlamı olan ayette böyle bir hataya ebedi olarak düşülmemesi emredilmektedir.  

 [024.021]  Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.

[033.053] Ey inananlar! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamber'ini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla (ebeden) caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir.

[048.012] Aslında siz, Peygamberin ve inananların,asla (ebeden) ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, gönüllerinize güzel görünmüştü de kötü sanıda bulunmuştunuz. Hayırsız bir topluluk oldunuz.

[059.011]  Münafıkların, kitap ehlinin inkarcılarından olan kardeşlerine: «Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız and olsun ki, biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla(ebeden) uymayız; eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz» dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şahidlik eder.

[060.004]  İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır.»

[062.006-7] De ki: «Ey Yahudiler! Bütün insanlar bir yana, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve bunda samimi iseniz, ölümü dilesenize!»Yaptıklarından ötürü, ölümü asla (ebeden)dileyemezler. Allah, zalimleri bilendir.

Yukarda verdiğimiz ayet mealleri "ebeden" kelimesinin dünya hayatı içindeki olaylarl ilgili kullanımına örnektir, dikkat edileceği üzere kelime sözlük anlamına uygun olarak parçalanmayan ve sürekli olan bir zaman süresini ifade etmektedir. İkinci olarak bu kelimenin ahiret ile ilgili kullanımlarına örnek olacak ayet meallerini vereceğiz.   

 [004.057]  İnanıp yararlı iş işleyenleri içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.
[004.122]  İnanıp yararlı işler yapanları, Allah'ın gerçek bir sözü olarak, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
[004.169]  Ancak orada ebedî kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah'a çok kolaydır.
[005.119]  Allah, «Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür; ebedi ve temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah onlardan hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır, bu büyük kurtuluştur» dedi.
[009.022]  Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.
[009.100]  İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.
[018.003]  Onlar orda ebedi olarak kalıcıdırlar.
[033.065]  (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır.
[064.009]  Toplanma günü için, sizi bir araya getirdiği zaman, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür; Allah'a kim inanmış ve yararlı iş işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onu içinde temelli ve sonsuz kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş işte budur.
[065.011]  İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
[072.023]  «Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Allah'a ve Peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır.»
[098.008]  Onların Rableri katındaki mükafatı, içinde temelli ve sonsuz kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah'tan razıdır. Bu, Rabbinden korkan kimseyedir.

Yukarda verilen ayet mealleri ahiret haliyle ilgili "halidine" kelimesi ile birlikte kullanılmış ve kesintisiz bir hayatın ahirette devam edeceği bildirilmektedir.  
Ebeden kelimesi ile birlikte kullanılan "halidine" kelimesi , " bir nesnenin, fesadın bozulmanın arız olmasından beri, veya muaf olması ve üzere bulunduğu hal üzere baki,sabit kalması,
varlığını sürdürmesi" anlamına gelmektedir. "Halidine fihe ebeden" şeklinde gelen terkib cennet veya cehennem ehlinin bulundukları yerde süreye bağlı olmaksızın herhangi bir bozulma gibi bir duruma düşmeden kalması anlamına gelmektedir.    

                                         CENNET VE CEHENNEMİN EBEDİLİĞİ 

Yukarda verdiğimiz ayet örneklerinde ebeden kelimesinin sonsuz ve kesintisiz bir zaman anlamı taşımasına rağmen cennet veya cehennemin ebedi olup olmaması tartışmalarının yaşandığına şahid olmaktayız. Cennet ve cehennemin sonlu olduğuna dair görüş beyan edenlerin dayandıkları delillerin konuyu direk olarak ilgilendiren ayetler olmadığı ancak yorum ve "benim düşüncem budur" şeklinde bir delile dayandığı görülmektedir. Bazılarının haşa Allah cc nin adaletini sorgulama cesaretine!! soyunarak "insanın yaşadığı zaman içinde yaptığı günahların ebedi olarak cezalandırılması adalete terstir" şeklinde görüş beyan edebildiğine şahid olmaktayız. Bu insanlar kişilerin cehenneme gitmek için yaptığı çalışmaları göz ardı ederek onların avukatlığına soyunmaları hümanist!! düşüncelerinin ağır bastığı ve kendi adalet anlayışlarını Allah cc ye dayatmak cüretinden başka bir şey değildir.

[028.088]  Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma. O'ndan başka ilah yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.
[055.026-27]  Üzerindeki her kes fanî Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bakidir;
Bu ayetler ile cennet veya cehennemin sonlu olduğu delili getirilmeye çalışılmaktadır. Dikkat edileceği üzere Allah cc nin kendi bekasını diğer varlıkların faniliği üzerinden anlatmakta olup konu ile alakalı bir ayet değildir.   

 [011.106-107-108] Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Senin Rabbinin dilemesi hariç, gökler ve yer durdukça, orada ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin dilediğini yapar. Mutlu olanlar ise cennettedirler. Senin Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Kesintisi olmayan bir ihsan içinde olacaklardır.

Hud suresindeki bu ayetlerde ise cennet ve cehennemden çıkışın Allah cc nin dilemesine bağlı olduğu gibi bir anlama çıkmaktadır. Bu ayette anlatılmak istenen cennet ve cehennemden çıkışın mümkün olması değildir. Ayetler sanki imkanlılık gibi bir durum bildirmesine rağmen "illa ma şae rabbüke" ibaresi bu konuda Allah cc nin tek yetkili başka birinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı anlamında olup imkansızlık bildirmektedir.   

[006.128]  Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesi hariç, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.

Enam s. 128. ayetindeki "Allah'ın dilemesi hariç" cümlesine dikkat edelim, burada dilemenin istisna edilmesi o kafirlerin bir kısmının cehennemden çıkarılabileceğine dair değil asla çıkarılmaması anlamında olup rabbimiz, bu konuda söz söyleyebilecek tek merci'nin kendisi olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

[044.056]  Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
Duhan s. 56. ayetindeki cennet ehlinin artık dünyada iken tattıkları ilk ölüm dışında başka ölüm tatmayacaklarının bildirilmesi bu konunun analaşılması bakımından önemli bir ayettir. 

Sonuç olarak; ebeden kelimesi ve kur'anda geçtiği ayetler çerçevesinde cennet ve cehennemin sonsuz bir mekan olduğu şeklinde anlaşılması daha doğru gözükmektedir. Herhangi bir müşkil durum ile ilgili olarak kur'anda aldığımız bilgi önce konuyu direk ilgilendiren ayetlerin anlamları üzerinden olmalıdır, konuyu ilgilendirmeyen veya dolaylı olarak ilgilendirdiği düşünülen ayetler üzerinden fikir beyan etmek bizi doğru bir anlayışa götürmeyecektir.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.