İnancının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnancının etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2018 Pazar

Fatiha s. 4. Ayeti: Allah'ın Din Gününün Sahibi Olduğu İnancının Müslüman Hayatındaki Yeri Üzerine

Fatiha suresi, hemen hemen bütün Müslümanların ezberinde olan, her gün defalarca okunulan, fakat diğer sureler gibi anlamının yaşam içinde nasıl olması gerektiği yönünde herhangi bir fikir yürütülmeyen surelerden birisi olarak karşımızda durmaktadır. Bırakın anlamının hayat içinde nasıl olması gerektiğini, anlamının taban tabana zıttı olan inançlar, bir çok Müslümanın hayatında maalesef yer etmiş vaziyettedir.

Yazımızda, surenin 4. ayeti üzerinde durarak, bu ayetin nasıl bir mesajı olabileceği ve bu ayetin bir çok Müslümanın hayatındaki bazı inançla ile nasıl taban tabana zıtlık arz etiği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Surenin 4. ayeti olan Maliki yevmiddin ifadesi, bir çok mealde Din gününün sahibidir şeklinde anlamlandırılmaktadır. Peki nedir bu Din Günü, bu sorunun cevabını bizlere yine Kur'an vermektedir.

[015.035]  «Ve şüphesiz, din gününe kadar (ile yevmiddini) lanet senin üzerinedir.»
[015.036]  Dedi ki: «Rabbim, öyleyse onların dirileceği güne kadar (ile yevmi yub'asune) bana süre tanı.»

Hicr suresindeki bu ayetlerde, Din Günü olarak bildirilen günün, insanların yeniden diriltilecekleri gün olduğunu görmekteyiz.

[037.019] İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.
[037.020] Ve dediler ki: Vay bize, bu; din günüdür.

[051.012] Din günü ne zaman? diye sorarlar.
[051.013] O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler.

Saffat ve Zariyat surelerindeki bu ayetlerde de, Din Günü olarak bildirilen zamanın, ölüm sonrası diriliş olduğu görülmektedir.

[082.017] Din gününü sana bildiren şey nedir?
[082.018] Ve yine din gününü sana bildiren şey nedir?
[082.019] Hiç bir nefsin bir başka nefse herhangi bir şeye güç yetiremeyeceği gündür; o gün emir yalnızca Allah'ındır.

İnfitar suresindeki bu ayetlerde ise, Din Günü hakkında verilen bilgiler gerçekten çarpıcıdır, daha çarpıcı olan ise, ayetlerdeki verilen bilgi ile biz Müslümanların bir çoğunun sahip olduğu şefaat inancı taban tabana zıttır.

İnfitar suresi 19. ayetine baktığımızda, ki benzer bilgiler diğer ayetlerde de bulunmaktadır, hiç bir nefsin başka bir nefse faydasının olamayacağı, o günde emrin sadece Allah'a ait olduğunun özellikle hatırlatılmasına rağmen, neredeyse imanın şartı haline getirilmiş olan şefaat inancına göre, din gününde bir nefis başka bir nefse faydası olacak, yani onu ateşten kurtaracaktır.

Bu inanç aynı zamanda, din gününde Allah'ın Malik, yani tek yetkili ve tasarruf sahibi olmasına gölge düşürmektedir. Günde defalarca Allah (c.c) nin din gününün yegane yetkilisi ve tasarruf sahibi olduğunu lafzen tekrarlayan bir çok Müslümanın sahip olduğu şefaat inancında, Allah'ın yanında öyle yetkili ve tasarruf sahipleri ihdas edilmiştir ki bu durum maalesef akıllara zarardır. 

Her ne kadar kendi yanlarından ihdas ettikleri şefaatçileri için, Allah onlara izin verecek şeklinde bir kılıf bulsalar dahi, Allah'ın kendisi dışında bir kuluna şefaat etmesi için yetki vermesi bile yetki paylaşımına girer ki, böyle bir durum asla mümkün değildir. Yine her ne kadar, Allah kitabında bazı kullarına şefaat hakkı tanıyacağına dair haber veriyor şeklindeki iddiaların, şefaat ayetlerinin tamamını Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak okunduğunda ne kadar yanlış olduğu da ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak; Fatiha s. 4. ayetinin Müslüman hayatında doğru bir şekilde yer bulması, din gününde Allah (c.c) den başka kimseden medet beklememek üzerine kurulu bir inanca sahip olmaktan geçmektedir. Bu ayeti defalarca tekrarladığı halde din gününde kendisini onun hakkında verdiği ateş kararından döndüreceğine inandığı bazı kimseler olacağına inanan bir kimse, bu ayetin anlamı ile taban tabana bir zıt bir inanca sahip olmakta, bu inancın literatürdeki adı ise şirktir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Ocak 2017 Perşembe

Şefaat İnancının Oluşmasına Sebep Olan Günahkar Müslümanların Cehennemde Belirli bir Süre Kalacağı Düşüncesi Üzerinde Bir Mütalaa

Şefaat kısaca, "Hesap gününde cehenneme girmeyi hak etmiş günahkar Müslümanların , Allah (c.c) tarafından kendisine şefaat etme yetkisi verilen bazı kimseler tarafından cehennemden kurtarılması" şeklinde tarif edilen bir inançtır. Bu inancın Kur'ani dayanağı olmaması bir tarafa, müşrik inancı olarak Kur'an içinde geçmekte ve bu inanç yanlış olduğu gerekçesi ile ret edilmektedir. Bu müşrik inancı zaman içinde , bir takım uydurma rivayetler ile İslam inancı haline getirilmiş, ve imanın bir şartı haline sokularak , bu inanç etrafında insanları maddi ve manevi sömürmeye dayanan büyük bir sektör oluşturulmuştur. 

Kur'an tarafından ret edilen , fakat Müslümanlar arasında yaygın olan şefaat inancının gerçekleşmesi için öncelikle, cehenneme girmeyi hak eden Müslümanların olması gerekmektedir ki, Allah (c.c) tarafından şefaat etme izni verileceğine inanılan bazı kimseler, bu cehennemlik kimselere şefaat ederek, onları cehenneme girmekten kurtarsınlar. Fakat Kur'an, bir çok ayetinde cehennemin Müslümanlar için değil , Kafirler için hazırlanmış bir yer olduğunu beyan etmektedir.

Bu inancın oluşturulmasına zemin hazırlayan düşüncelerden bir tanesi , günahkar Müslümanların cehenneme gireceği , ve belirli bir süre cezasını çektikten sonra cehennemden çıkarılarak, cennete sokulacağı düşüncesidir. Şefaat inancı, işte bu noktada devreye girerek, günahkar Müslümanların cehennemden, kendilerine Allah tarafından şefaat etme yetkisi verileceğine inanılan bazı kimselerin araya girmesi ile kurtarılacağını inanmaktadır.

Yazımızın konusu, şefaat düşüncesinin alt yapısını oluşturan düşüncelerinden birisi olan, cehennemde belirli bir süre kalmanın Kur'an çerçevesinde değerlendirilmesi olacaktır. Bu düşünceyi Kur'an etrafında değerlendirdiğimizde, bazı insanlar tarafından şefaat edilmeye olan ihtiyacın da otomatikman ortadan kalkarak , bir çok Müslümanda mevcut olan bu düşüncenin, yanlış olduğu kadar gereksiz bir düşünce olduğu da anlaşılacaktır.

İslam düşüncesinde hakim olan düşüncelerden bir tanesi , hesap gününde günahkar Müslümanların cehennemde belirli bir süre kalarak cezalarını çekeceği , sonrasında ise cehennemden çıkarılarak cennete gireceğidir. Bu düşüncenin oluşma nedenini , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında gelişen siyasi olayların , itikadi fırkalar haline dönüşmesi , ve bu fırkaların büyük günah işleyenin durumu hakkında ortaya attıkları düşünceler olarak gösterebiliriz.

Büyük günah işleyeni "Kafir" olarak ve dolayısı ile ebedi cehennemlik olarak gören Hariciye fırkasına karşı , "Mürcie" , "Ehli sünnet" gibi büyük günah işleyenin kafir olmayacağını savunan fırkalar, Haricilerin bu düşüncesine karşı çıkarak , alternatif düşünceler oluşturmuşlardır. Büyük günah işleyenin kafir olmayacağını savunan bu fırkalar, kafir olmadığı için ebedi cehennemlik olmayan, fakat günah işlemiş Müslümanların ahiretteki durumlarının ne olacağı konusunda da düşünceler üretmek zorunda kalmışlardır. 

Günah işlemiş olmasının Müslüman kimliğine zarar vermediği , fakat işlediği günahlar yüzünden hesap vereceğine de inanılan Müslümanın durumu hakkında , önce işlediklerinin karşılığı olan cehennem cezası, sonrasında ise buradan çıkarılmak sureti ile cennete konulacağı düşüncesi geliştirilmiştir.  

Günah işleyen Müslümanların belirli bir süre cehennemde cezalarını çektikten sonra , cennete girecekleri düşüncesi, böyle bir arka plan dahilinde ortaya atılmıştır. Fakat bu düşüncenin Kur'an'dan onay aldığını söylemek, maalesef mümkün değildir. Ateşin kendilerine sayılı günler dokunacağı yani  cehennemde geçici bir süre için kalınacağı , Yahudilerin mesnetsiz iddiaları olarak Kur'an içinde yer almakta , ve bu iddialar kesinlikle  ret edilmektedir. 

Meryem s. 71. ve 72. ayetlerinde "Sizden cehenneme uğramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulme sapanları diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz." şeklinde buyurulmuş olması , bütün insanların önce cehenneme girecekleri , sonra bu insanlar içinden Müslüman olanların, belirli bir süre işledikleri günahların cezasını çektikten sonra cehennemden çıkarılarak, cennete gireceklerine dair bir düşünceye mesnet oluşturmuştur.

Fakat bu düşüncenin, ön yargıların Kur'an'a onaylatılmaya çalışılmasından başka bir amaç taşımadığı, konunun Meryem s. 66. ayetinden başlayan bağlamına dikkat edildiğinde kolaylıkla anlaşılabilmektedir.

İlgili ayetlerin bağlamına baktığımızda , 66. ayette "Ben öldüğümde mi diriltileceğim?"  diyen bir insanın, hesap gününde başına gelecek olanların anlatıldığı ayetler olduğu, konunun Meryem s. 66. ve 74. ayetler arasında bir bütünlüğe sahip olduğu anlaşılacaktır. Cımbızla çıkarılan bir ayetin konunun doğru anlaşılmasından çok yanlış anlaşılmasına yaradığı görüldüğünde, "Takva sahiplerinin cehennemde ne işi olabilir?" sorusu akla gelecek, ve bu sorunun cevabı verilemeyecektir. Çünkü bir çok ayet, cennetin takva sahipleri için ebedi bir mekan olduğunu beyan ederek , bu kimselerin cehenneme kısa bir süreliğine dahi olsa geçici bir ziyarette bulunacakları konusunda herhangi bir bilgi kırıntısı dahi vermemektedir.

"Ateş bize sayılı günler dokunacaktır" (Bakara s. 80 - Al-i İmran s. 24) şeklinde dile getirilen, cehennemden çıkışın imkanlılığına dair düşüncenin Yahudilerin düşüncesi olduğu , ve bunun Kur'an tarafından ret edildiği bilinmektedir. Bütün insanların önce cehenneme girecekleri , kafirlerin ise cehennemde ebedi kalarak , Müslümanların belirli bir süre sonra cehennemden çıkarılacaklarına dair, delil olarak sunulan Meryem s. 71. ayetinin de , ön yargılı olarak, konu bütünlüğünden koparılmak sureti ile okunması sonucunda varılmış, yanlış bir düşünce olduğu anlaşılmaktadır.

Kur'an'ın hiç bir yerinde günahkar Müslümanların belirli bir süre cehennemde kaldıktan sonra cennete gireceklerine dair bir bilgi olmadığına göre , günahkar Müslümanların hesap günündeki nasıl bir karşılık alacakları merak edilmektedir.

[Nisa s. 48] Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.

[Nisa s.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.

Allah (c.c) hesap gününde karşısına , ebedi cehennemi hak edecek şirk günahı ile gelmeyen kulları hariç, dilediğini bağışlayacağını haber vermektedir. Hesap gününde, günahkar bir Müslümanın durumu ile ilgili olarak , bilgi sahibi olabileceğimiz ayetlerden olan Nisa suresi içindeki bu ayetler bizlere bu konuda ipucu verebilir.

[İsra s. 36]  Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur.

İsra s. 36. ayeti, bilgisi verilmemiş olan konuların arkasına düşmememizi bizlere öğütlemektedir. Kur'an içinde, dünya hayatında günah işleyerek ölmüş bir Müslümanın , hesap günündeki durumu ile ilgili olarak net bir ifade bulamamış olmamız , bizlere İsra s. 36. ayetinin beyanı gereğince hareket etmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır. 


Hakkında bizlere bilgi verilmemiş olan, günahkar bir Müslümanın hesap gününde işlediği günahlar konusunda, Allah (c.c) tarafından nasıl bir hüküm verileceği meselesi, peşine düşmememiz gereken net bilgi sahibi olmadığımız konulardandır. Ancak şunu çok açık ve net olarak bilmekteyiz ki, Allah (c.c) hesap gününde bütün kulları hakkında zerre miktarı dahi bir haksızlık yapmadan, haklarında en doğru hükmü verecektir. Günahkar Müslümanların haklarında da en doğru karar verilecek ve onlara da zerre kadar haksızlık yapılmayacaktır.

Müslüman vasfını kaybetmemiş bir şekilde hesap gününde Allah (c.c) nin karşısına çıkan bir kulun, işlediği günahlar yüzünden geçici dahi olsa cehennem ile cezalandırılacağına dair bir bilgi olmamasına rağmen, Allah (c.c) nin hesap gününde Mümin kullarına karşı merhametli davranacağına dair olan bilgiler etrafında, günahkar Müslümanların durumunu düşündüğümüzde, her Müslümanın dünya hayatında işlediği amellerin karşılığını eksiksiz olarak alacak olması , bizi onların derecelerine göre cennetlerde ağırlanacağı yönünde bir düşünce sahibi kılabilir. 

Dünya hayatında canı ve malı ile her şeyini Allah yolunda feda eden bir Mümin ile , bazı şeylerden kaçmak sureti ile nefsine yenilen Mü'min elbette eşit olmayacak , her ikisi de cennet ile karşılık görmekle birlikte aralarında derece farkı olacaktır. Bu durumun haber verildiği ayetleri Kur'an'da görmekteyiz (Nisa s. 95.96).

Bu da demek olur ki , Müslüman olarak can veren veren bir kimse asla cehennem yüzü görmez. 

Müslüman olarak ölen bir kimsenin cehenneme gideceğine dair olan bilgi, Allah (c.c) nin kitabından ancak zorlama ve konu bütünlüğünü bozmak sureti ile çıkarılarak , bu konuda rivayetlerden destek alınmaktadırlar. Kur'an tarafından desteklenmeyen bir rivayet ise , sahih bir bilgi vermekten ve güvenilir olmaktan elbette uzak olacaktır. 

Bu noktada şefaat etme yetkisine sahip olduğuna inanılan kimselerin fonksiyonu da otomatikman ortadan kalkmaktadır. Şefaat inançlarını , cehenneme gitmeyi hak eden bir Müslümanın kurtarılması üzerine kuranlar , Müslümanların cehenneme gitmek gibi bir durum ile karşı karşıya kalmayacak olmalarından ötürü, cehennemden kurtaracak kimseleri olmayınca ortada kalacaklardır. Bu durumda şefaat yetkileri kendilerinden veya müritlerinden menkul olan Şeyh ve Gavs takımı işsiz güçsüz kalarak, insanları sömürecek sermayeleri olan şefaat yetkileri hepten ellerinden alınmış olacaktır.

İŞLEDİĞİ BAZI GÜNAHLAR YÜZÜNDEN GEÇİCİ OLARAK DAHİ OLSA CEHENNEME GİDECEK BİR MÜSLÜMAN OLMAYINCA, ORTADA ŞEFAATE İHTİYACI OLACAK BİR MÜSLÜMAN DA OLMAYACAKTIR.

Şefaat konusunda bilgi alış verişi ve tartışmalar yapan Müslümanların, bu durum üzerinden deliller sunarak, kulların Allah karşısında başka bir kulu kayırmaya çalışması anlamına gelen şefaat düşüncesinin imkansızlığını anlatmaya çalışması , bu konuda rivayetleri kesin bilgi kabul eden kimseler haricindeki Müslümanların kafasında en azından soru işaretleri oluşmasına sebep olacaktır.

Özellikle tasavvuf meşrebine mensup olan Müslümanlar tarafından büyük rağbet gören şefaatçilik , tabi oldukları Şeyh , Gavs , Kutup v.s lakaplı kimselere karşı inanılmaz bir bağlılık oluşmasına sebebiyet vererek, bu kimseler tarafından maddi ve manevi olarak sömürülmelerine sebep olmaktadır. 

Ahirette şefaatçi olarak bağlılarını cehennemden kurtaracağına inanılan bir tarikat şeyhi için artık bütün kapılar açılmış, ahiretlerini bu adam sayesinde garanti aldığına inanan saf ve zavallı müritler, dünya hayatlarında bu şeyhin karşısında akıl almaz saygı gösterilerinde bulunarak, onun şefaatinden mahrum kalmamak için !! ellerinden gelen maddi ve manevi fedakarlığı yaparak şeyhlerini krallar gibi yaşatmaktadırlar. Bu zavallılar, içine düştükleri yanlıştan dünya hayatları içinde pişman olarak dönmedikleri müddetçe, hesap günündeki şefaat beklentileri boşa çıktığında, pişmanlıkları da fayda etmeyecektir.

Buradan bazı kimselerden şefaat beklentisi içinde olan kardeşlerimize bir uyarıda bulunmak istiyoruz; Kim olursa olursa olsun hayatını şirk işlememiş bir halde yaşayarak Müslüman olarak can veren herkes günahkarda olsa cehenneme uğramadan cennete gidecektir. Sizleri cehennem ile korkutarak sizlerin üzerinden korku imparatorluğu kurmak sureti ile , sizleri maddi ve manevi olarak sömüren kimselerin tasallutundan kurtulmanın yolu , Müslüman kimseye ahirette Allah (c.c) dışında hiç kimseden fayda gelmeyeceğini ve Müslümanın cehenneme gitmeyeceğini bilmenizdir. Bundan dolayı "Bizler sizlerin şefaatçileriniz" diyerek sizleri sömüren kimselere artık ihtiyacınız olmadığını anlamanız ve bilmeniz gerekmektedir.

Sonuç olarak ; Kur'an'ın müşrik inancı olduğun gerekçesi ile ret ettiği şefaat inancı , Müslümanlar arasında rağbet görerek , cehennemden adam kurtarma yetkisi haline dönüştürülmüştür. Fakat bu yetki, günahkar Müslümanların geçici bir süreliğine cehenneme gireceği inancı üzerine kurulduğu için baştan yanlış yapılmıştır.

Müslümanların günahkar olanlarının geçici bir süre için cehenneme gireceğine dair olan düşünceler Yahudilerden devşirilmiş , veya bazı Kur'an ayetlerinin bağlam gözetilmeden ön yargılı biçimde okunması sonucunda varılmıştır.

Müslüman olarak ölmüş bir kimsenin cehenneme gitmeyeceğini, fakat dünya hayatlarında kulluk bakımından farklılıkları olanların cennette de derece olarak farklı olacağını , Allah (c.c) nin Mümin kullarına olan mağfiretini hesaba katarak düşündüğümüzde, şefaat yetkileri kendilerinden veya müritlerinden menkul olan Şeyh , Gavs , Kutup v.s lakaplı kimselerin , cehenneme gidecek bir Müslüman olmayacağından ötürü işsiz güçsüz takımı haline geleceği aşikardır.

Şefaat konulu ayetler üzerinde daha önceki yazılarımızda durmuş olduğumuzdan dolayı , bu yazımızda sadece şefaat üzerinden din sömürüsü yapanların kapılarını kapatmak amaçlı olarak Müslüman olarak ölen bir kimsenin cehenneme zaten gitmeyeceğini , dolayısı ile kendisini kayıracak kimselere ihtiyacı da olmayacağını hatırlatmaya çalıştık.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.