İnsanları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsanları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2018 Perşembe

İnsanları Birleştirici Unsurlardan Olan Dinin İnsanları ayrıştırıcı Unsur Haline Dönüşmesi

Fıtri bir haslet olarak birlikte yaşamaya ihtiyaç duyan insanlar, bu birlikteliği perçinleyecek ve diğer insanlarla daha sıcak ilişkiler kurmasını sağlayacak olan bazı unsurlara da ihtiyaç duymaktadır. Din, insanların birbirleri ile arasında daha sıkı bağlar oluşturmak için oluşturulmuş olan unsurlardan birisi olarak binlerce yıldır varlığını sürdürmekte, kıyamete kadar da bu varlığını sürdürecektir. 

İnsanların din olarak bildiği ve kabul ettiği unsurlar, ilahi veya beşeri kaynaklı olabilir. Bizim konumuz, kendisinin İslam Dinine bağlı ve Müslüman olduğunu iddia eden insanların bu birlikteliği sağlayamamış olmaları, dahası birbirlerini en büyük düşman olarak görmeleri ve kanlarını dökmenin meşru bir hak olduğunu dahi iddia edebilecek kadar vahşi bir hale dönüşebilmesidir.

[003.103] Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız sakın ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde O, kalplerinizi uzlaştırdı da O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarındayken O sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlatır ki, doğru yolu bulasınız.

Vahiy ile tanışmadan önce birbirleri ile yüzlerce yıldır kan davaları olan ve birbirlerinin kanlarını döken bazı Arap kabilelerinin, vahiy ile tanışmalarından sonra bu düşmanlıklarını unutarak kardeş olmaları, ancak Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında yeniden eski düşmanlıkları körükleyerek kan dökmeye devam etmeleri, ve bu kan dökmenin halen devam ediyor olması ne ile izah edilebilir?.

Burada şu noktayı da hatırlatmak gerekmektedir. Kin ve düşmanlıklar sadece kendilerini Müslüman olarak görenler arasında değil, bütün dinlerin mensupları arasında da yaşanmaktadır. Biz, kendisini Müslüman olarak gören insanların, aralarındaki kin ve düşmanlık oluşmasına sebep olan unsurlardan bir tanesi olan, kaynak sorununa dikkat çekmeye çalışacağız. 

[002.213] İnsanlar bir tek ümmetti. Allah müjdeleyici ve korkutucu nebiler gönderdi ve onlarla beraber insanların ihtilafa düştükleri şeylerde aralarında hüküm vermeleri için hak kitablar indirdi. Halbuki kitab verilmiş olanlar, kendilerinde açık deliller geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ihtilafa düştüler. İşte Allah; kendi izniyle, iman edenleri, üzerinde ihtilafa düştükleri Hakka ulaştırdı. Allah dilediğini doğru yola ulaştırır.

Allah (c.c) nin insanlara din olarak gönderdiği İslam'ın öne çıkan özelliği, Nebi Resul olarak gönderilmiş olan insanlara Kitap verilmiş olmasıdır. Elçiler bu kitabın hakemliğinde insanların arasındaki ihtilaflar konusunda hüküm vermişler, doğruyu yanlışı ayırmanın ölçüsü olarak, Allah'ın indirdiği bu kitabın hakemliğine başvurmuşlardır.

[006.114] «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Elçiler hayatta iken kendilerine inen kitap doğrultusunda insanlar arasında hakemlik yaparlerken, vefatları sonrasında vefatları sonrasında, bu hakemliğin yerini başka kitap ve kişiler almış, ayrışım bu nedenle başlamış, bu ayrışımlar ise bitmek tükenmek bilmeyen kin ve düşmanlıkların önünü açmıştır.

[023.051] Ey Resuller! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu Ben, yaptığınızı bilirim.Şüphesiz bu; bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabb' ınızım. Ben'den korkun. Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.

Tarih boyunca bütün elçilerine aynı emirleri veren ve insanların tek bir topluluk altında toplanmasını isteyen Allah (c.c) nin bu istekleri maalesef yerine getirilmemiş, insanlar parçalara ayrılmayı tercih etmişlerdir. Öyleyse insanların aynı dine mensup olduklarını iddia ettikleri halde birliklerinin zedelenmesini engelleme yollarından bir tanesi dinde kaynak olarak bu dinin sahibinin indirdiği kitabı aralarında hakem tayin etmeleridir.

Bugün İslam dünyasına baktığımızda Müslümanların ezici çoğunluğunun, Kur'an'ın ne ve nasıl bir kitap olduğu konusundaki bilgileri, yaşadığımız sıkıntıların sebebi hakkında bizleri malumat sahibi yapacaktır. Kur'an adı var kendi yok mesabesinde ve sadece belirli gün ve zamanlarda anlamadan okunacak bir sevap makinesi, sadece kağıdı ve cildinin kutsallaştırıldığı bir kitap halindedir.

Onun önünde Muhammed (a.s) a atfedilen rivayetlerin bulunduğu kitaplar, ve bu kitaplar içindeki rivayetlerin Kur'an ile sağlamasının yapılması gerektiği söylendiğinde ter ter tepinerek bu rivayetlerin aynı Kur'an gibi olduğunu savunan Müslümanlar var oldukça, birlik ve beraberlik sadece kuru bir hayal olarak kalacaktır.

Bugün biz Müslümanların fırkalaşma ve düşmanlaşmasındaki en büyük etken, kişi ve rivayet merkezli bir din anlayışının oluşturulmuş olması, ve bu din anlayışının asla sorgulanamaz bir hale getirilmiş olmasıdır.

Bugün Müslümanların arasındaki bu sıkıntıları fark ederek kaynağa yönelme iddiasında bulunan Müslümanlarında kendi aralarındaki birlik ve beraberliği pek sağlayamamış olmaları, rivayet ve kişi merkezli din anlayışını savunan Müslümanlarda istismar konusu olmuş, Bakın siz de kendi aranızda birliği sağlayamıyorsunuz şeklinde, bir yönden de haklı diyebileceğimiz ithamlara sebep olmaktadır.

Kur'an'ın dinde hakem olmasını savunanların kendi aralarında dahi bir takım sorunların olması, Nereye yanlış yapıyoruz? sorusunun cevabını aramaya yöneltmelidir.

[021.025] Senden önce gönderdiğimiz her elçiye mutlaka: Ben'den başka ilah yoktur. Sadece bana kulluk edin, diye vahyetmişizdir.

Allah (c.c) nin tarih boyunca gönderdiği tüm elçilerin ortak çağrısı, onun bütün insanların tek rabbi ve ilahı olduğudur. İlah ve Rab kavramlarının anlam alanlarını öğrenen, bilen, içselleştiren Kur'an okuyucularının birbirleri arasında kin, nefret ve düşmanlık oluşturacak derecede bir husumeti asla olamaz.

Aralarında ortak bir hedef belirlemiş olan Müslümanların bu hedefe varmak için ortaya atacakları fikirler, ancak hedefe varmayı kolaylaştıracak olan teklifler olacak, ve bu tekliflerdeki bazı ihtilaflar ise kin ve düşmanlığı değil, Müslümanlar arasındaki fikri zenginliği artıracaktır.

Kur'an'ın bazı ön yargıları onaylatmak amacı, veya tevhit merkezli çağrısının dışında başka çağrılarının olduğu düşüncesi ile okunması, Kur'an okuyucularının arasındaki ihtilafları doğurmaktadır. Şayet Kur'an'ın ve önceki kitapların ortak çağrısının ne olduğu doğru olarak bilinerek, Kur'an bu yönde bir okuma, anlama ve yaşama ameliyesine tabi tutulduğunda, ihtilaflar en aza inecek, düşmanlıklar yok olacaktır.

Bugün bazı kimseler tarafından İslam dinine mensup olanların birbirleri ile aralarında olan husumetlerin kabahatinin Müslümanlara değil, İslam dinine yüklenmek istenildiğine de şahit olmaktayız. İslam dininin ayrıştırıcı özelliği, bu dini kabul etmeyenler için olup, bu dine mensup olduğunu iddia edenler arasında birlik ve beraberliğin önemini vurgulayan bir çok ayetin görmezden gelinerek kabahatin Kur'an'a yüklenmeye çalışılması üzücüdür.

[035.006] Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.

İnsanlar hayatlarını kendilerince düşman olarak gördükleri her ne ise onunla mücadele etmeye adarlar. Bu durum bütün insanlar için geçerli olup, değişmez bir olgudur. Her insanın hayatında mutlaka düşman olarak gördüğü bir şey bulunmakta, ve bu düşmanlıklar onun var oluş amacını oluşturmaktadır.

Şeytan, Allah (c.c) tarafından bize düşman olarak gösterilen, bizim de ona düşman olmamız emredilen önemli bir Kur'an kavramıdır. Bu kavram işte tüm Müslümanlar için bir nevi ORTAK HEDEF olarak görülmek zorunda, ve bütün gücün bu kavramın anlam alanına giren şeylerle mücadele etmeye harcanması gerekmektedir. Şayet bu kavramın anlam alanına bizim düşündüğümüz gibi düşünmeyen Müslümanları da dahil edecek olursak, Şeytanın tuzağına düşerek onun oyuncağı haline gelmiş oluruz.

Sonuç olarak; Din insanları birleştirici unsurlardan biri olmasına rağmen, maalesef bu görevi yerine getirememekte, düşmanlıklar Müslümanların kendi içlerinde kan dökmeye kadar varmaktadır. Dinde kaynak sorunu ayrılıkları körükleyen ana unsurlardan biri olmakla birlikte, Kur'an'ı dinde kaynak olarak görenlerin bir kısmında da ayrılıkların görülmesi, Kur'an'ın nasıl bir kitap olduğu konusunda fikir birliği yapamamış olmalarının getirdiği bir başka sorundur. Ortak hedef teriminin Kur'an'ın gösterdiği doğrultuda bilinmesi, tanınması ve hayata geçirilmesi, ayrılıkların en aza indirgenmesinde önemli bir çözümdür.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Ağustos 2017 Salı

Fussilet s. 34-36. Ayetleri: İnsanları Kazanmanın Yolu Sabır ve Tatlı Dil

İnsanların birbirleri ile ilişki kurmalarını gerektiren etkenlerden bir tanesi, insanların sahip oldukları fikir ve düşünceleri, diğer insanlara anlatma ve onları kendi düşüncelerini kabul etmeleri isteğidir. Herhangi bir düşünce ve fikre sahip olan bütün insanların, sahip oldukları düşüncelerin başkaları tarafından da kabul edilmesini sağlamak için onlarla ilişki kurmaya çalışmaları, ve bu çalışmalar esnasında bir takım problemlerin ortaya çıkması, bu ilişkinin kurulmasında nasıl bir yöntem kullanılması gerektiğini de beraberinde getirmiştir.

Mekke'de vahiy ile muhatap olan Muhammed (a.s) a inen vahyi muhataplarına nasıl iletmesi gerektiği konusundaki yöntem, yine ona vahiy tarafından öğretilmiş, özellikle Mekke'de inen ilk surelerde ona öğretilen tebliğ yöntemini öneren ayetler, aynı zamanda onun muhataplarına ulaşmada nasıl bir yol izlemesi gerektiği konusunda bilgiler içermektedir. Muhammed (a.s) vahyi insanlara ulaştırmada kendisine önerilen yolu izleyerek amacına ulaşmaya gayret etmiş, ona önerilen tebliğ üslup ve yöntemi ise sadece ona özel değil, ona inen vahye iman ettiğini iddia eden ve o vahyi başkalarına tebliğ etmeye çalışan herkes için de geçerlidir.

Fussilet s. 34. ve 36. ayetlerini okuduğumuzda insanlar ile tebliğ noktasında ilişki kurmanın, özellikle bu ilişkinin tıkanma noktasına geldiğinde, uygulanması gereken yöntemin bizlere öğretildiğini görmekteyiz.

[041.034] İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir veli oluvermiştir.

[041.035]  Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.

[041.036] Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir?.

Bu ayetlerin ilk muhatabı olan Muhammed (a.s) a kendisine yapılan kötülüğe karşı sabrı tavsiye eden ayetlerin inmesine zemin hazırlayan durumlar herkesçe malumdur. Özellikle tebliğ döneminin Mekke sürecinde inkarcılar tarafından elçi ve ona iman etmiş olan müminler üzerinde yapılan baskılar zirve yaparak dayanılmaz bir hal almıştı. Bu süreç içinde Muhammed (a.s) a önerilen yol, inkarcılara güç ile karşılık vermeye çalışmak değil, SABIR ve TATLI DİL kullanan bir üslup ile insanlara yaklaşmaya çalışmasıdır. 

Yazımıza konu etmeye çalıştığımız ayetlerin biz bugün neresindeyiz, ve bu ayetler bize nasıl bir mesaj verebilir? diye sorduğumuzda ise, şu cevabı vermek mümkündür.

Konuyu biz Müslümanların kendi aralarındaki ilişkileri nasıl düzenleyeceği çerçevesinde düşündüğümüzde, halihazırdaki mevcut bulunan manzarayı kısaca özetlemek gerekmektedir. 

Müslümanlar olarak hepimizin dini konularda doğru olduğunu düşündüğümüz belirli bir düşüncesi bulunmakta, bu düşüncelere sahip bulunan Müslümanlar arasında ise bir takım ihtilaflar bulunduğu ve bu ihtilaflardan herkesin rahatsızlık duyduğu, ve bunların bir çözüme kavuşturulması istenilmektedir.

Bu ihtilafların çözümünün yolu ise Müslümanların birbirleri ile aralarındaki sorunları medenice konuşabilmesinden geçmektedir. Herkes savunduğu fikrin en doğru ve en güzel olduğunu düşünebilir, ve bu fikrin diğer Müslümanlar tarafından da benimsenmesini ve kabul edilmesi isteyebilir. Ancak bu isteğin gerçekleşmesi için kullanılan yöntemler maalesef sıkıntılı olup, bırakın insanları kendi düşüncesi doğrultusuna çekmeyi, kullanılan dil ve üslup Müslümanların birbirlerine karşı daha da düşmanca tavırlar almasına sebep olmaktadır. 

Farklı fikirlere sahip olan Müslümanların bırakın sorunlara çözüm bulmaya çalışmayı, bunun ilk adımı olan medenice konuşabilmeyi bile maalesef becerememekte, birbirlerine karşı her türlü hakaret ve kötü sözü söylemeyi, sanki dini bir vecibe olarak görmektedir. 

İşte bu noktada insanlarla ilişkileri düzenleyen ayetler gurubuna dahil olan ayetlerden olan Fussilet s. 34-35-36. ayetleri karşımıza çıkmakta, ve gerektiği zaman hayat içinde pratiğe geçmesini beklemektedir.

Peki bu ayetler ne zaman ve hangi şartlar altında pratiğe geçebilir?.

Olayı görselleştirerek anlatmaya çalışacak olursak, iki farklı düşünceye sahip olan Müslüman birbiri ile tartışmakta, fakat onların bu tartışmaları tıkanma noktasına geldiği için herhangi bir netice vermemektedir. Tam bu esnada tartışan taraflardan bir tanesi edep ve ahlak dışı davranışlar sergileyerek, karşısındaki kişiye hakaretler etmeye başlamakta, onu rencide etmektedir. Olayın bu tarafının konumuz olan Fussilet s. 36. ayetin içine girdiğini söylemek mümkündür. Çünkü Şeytan tartışan taraflardan birisini kışkırtmış, ama o taraf Allah'a sığınmamış, Şeytan'ın kışkırtmasına yenik düşmüştür.

Bu durumda karşı taraftaki Müslüman aynı şekilde karşısındaki kişiye hakaret ederek karşılık vermek yerine, ona edep ve ahlak çerçevesinde bir yaklaşım sergilediğinde Şeytan'ı mağlup etmiş olacaktır. Onun bu davranışı, karşısındaki kişi eğer vicdanı körelmemiş bir kimse ise, ondan olumlu etki bir meydana getirecek, yaptığı yanlışı yeniden düşünmesine vesile olarak, karşısındakinin çağrısına olumlu cevap vermesine neden olabilecektir.

                             İyiliğe iyilik HER kişinin karı, kötülüğe iyilik ER kişinin karı.

Konumuz olan ayetlerin tefsiri olarak niteleyebileceğimiz bu atasözünün gereğini yerine getirebilmek gerçekten her kişinin karı değildir. Karşısındaki kişi ile nefsini tatmin etmek için değil de, gerçekten doğruyu bulmak için konuşmaya gayret eden ve karşısındaki kişinin kendisine yaptığı hatalı davranışlara misli ile karşılık vermek yerine, ona güzellikle yaklaşan kişi, Fussilet s. 34. ayetinde vaat edilen karşılığı alabilecektir.

Bu karşılığı almanın öncelikli şartı, yapılan konuşmayı karşısındaki kişiyi düşman olarak görmemek, ve onu nasıl olursa olsun saf dışı etmek amacı gütmemek olmalıdır. Böyle bir amaç taşımadığını karşısındaki muhataba gösteren kimse, karşısındaki kimsenin de kendisinin çizgisine gelmesine zemin hazırlayacaktır. Karşısındaki kimseyi kendisinin çizgisine çekemeyeceği izlemini alan kimsenin, böyle bir tartışma içine girmemesi, hem kendisi hem de karşısındaki kimse için daha hayırlı olacaktır.

[025.063] Rahman'ın kulları, onlardır ki; yeryüzünde mütevazi olarak yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman, selam, derler.

Biz Müslümanlar birbirimiz ile olan tartışmalarımıza, sanki karşımızdakine vekil olarak gönderilmişiz edası içinde başlamakla, hatalı bir başlangıç yapmaktayız. Birbiri ile tartışan her iki taraf sadece kendilerini doğru taraf olarak görmekle, diyalog kapısını baştan kapatmaktadırlar. Bundan sonra yapılan tartışmalar artık kör dövüşüne dönüşmekte, hiç bir tarafın hakkın ortaya çıkması gibi bir derdi olmamaktadır. Bu durumda bir tarafın artık çekilmesi her iki tarafın da hayrına olacaktır.

Sonuç olarak; İnsanlar birbirleri ile olan ilişkilerinde iticiliği değil, çekiciliği esas almalıdır. Hele kendisine bir misyon yükleyerek, insanları inandığı bir davaya çağıran insanların kesinlikle çekiciliği esas almaları gerekmektedir. Bu durumu biz Müslümanlar çerçevesinde değerlendirdiğimizde, birbirimiz ile olan ilişkilerimizde hakim olan durumun çekicilik değil, iticilik olduğunu üzülerek gözlemlemekteyiz.

Muhammed (a.s) a indirilen kitap içindeki ona önerilen tebliğ yönteminin esasını dikkate aldığımızda, onun insanlar üzerine vekil olarak gönderilmediği, görevinin sadece tebliğ olduğu, muhataplarına herhangi bir zorlama yapmasının asla söz konusu olmadığını beyan eden ayetleri dikkate alarak, karşımızdaki muhataba yaklaştığımız zaman, daha olumlu sonuçlar almamız mümkün olabilecektir.

Fussilet s. 34-35-36. ayetleri bizlere, sabır, tatlı dil ve güler yüzle yapılan yaklaşımların daha olumlu geri dönüşleri beraberinde getireceğini bizlere haber vererek, insan ilişkilerinde çekiciliğin esas alınması noktasında tavsiyelerde bulunmaktadır. 

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Yusuf'un Gömleğinin Babasını Basir Hale Getirmesi İle Kur'anın İnsanları Basir Hale Getirmesi Arasında Analojik Bir Bağ

Kur'anın "Ahsen Elkasas" (Kıssaların en güzeli) olarak beyan ettiği Yusuf kıssası içinde geçen anlatımlarda, Yusuf'un gömleğinin önemli bir yeri olduğunu görmekteyiz. Yakub (a.s) ın yüzüne bırakılması için, oğlu Yusuf tarafından elçi vasıtası ile gönderilen gömleği , Kur'anın teşbihi anlatım üslubu çerçevesinde  okumaya çalıştığımızda , sadece Yusuf'un sırtındaki bir gömlek olmaktan çıkarak , vahyin insanlar üzerinde nasıl bir etki yaptığını anlatan bir mesaja dönüşmektedir.

Bu yazımızda , gömleğin Yakub (a.s) a gidişi ve onun gözlerini açması ile ilgili ayetlerde geçen bazı kelimelerin , Kur'anın diğer ayetlerinde geçen bazı kelimeler ile alakasını kurmaya çalışacak , olayın sadece Yusuf'un bir mucizesi şeklinde okunması neticesinde, tarihsel bir boyutta bırakılmasının hatalı bir okuma olduğu düşüncesinden yola çıkarak , bu olayın evrensel bir mesajı olduğu düşüncesi ile , ilgili ayetler üzerinde tefekkürde bulunmaya gayret edeceğiz.

Bilindiği üzere Yusuf, kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan yıllar sonra kardeşleri ile yeniden yüz yüze gelmiştir. En küçük kardeşini yanında alıkoyan Yusuf'un diğer kardeşleri babalarına giderek durumu anlatmışlar ve babaları bu habere karşı şunları söyler.

[012.083] (Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»

Yakub (a.s) bir elçidir ancak aynı zamanda bir babadır , onun Yusuf'a olan hasreti onu yıpratmış ve büyük bir üzüntüye sevk etmiştir. Onun bu durumu şu şekilde anlatılmaktadır;

[012.084] Ve onlardan yüz çevirdi ve: «Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım» dedi ve gözleri üzüntüsünden  ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu.

Yakub (a.s) oğullarını Yusuf ve kardeşini bulmaları için geri gönderirken söylediği sözlerin içindeki "Ravh" kelimesi , Kur'anın odak kavramlarından birisidir. Ruh kelimesi ile aynı kökten türeyen bu kelime, konumuzu yakından ilgilendirmektedir.

[012.087]  «Ey oğullarım, gidin, Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın rahmetinden (ravhillehi)ümit kesmeyin; zira kâfir kavimden başkası Allah'ın rahmetinden (ravhillehi)ümit kesmez.»

"Ravh" kelimesi , Kur'anda rüzgara isim olmuş bir kelimedir. Rüzgar ise, beraberinde yağmuru getiren bir esinti olup , bu yağmurun ölü beldeyi canlandırdığını beyan eden ayetleri sadece literalliği dahilinde değil , daha geniş anlamda vahyin ölüleri canlandırmasını ifade etmesi dahilinde de okunması gerektiğini düşünmekteyiz. 

[007.057]  Rahmetinin önünde, müjdeci olarak rüzgarları gönderen Allah'tır. Rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları taşıdığında, onu ölü bir memlekete gönderir, su indirir ve onunla her türlü ürünü yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız.

[035.009]  Rüzgarları gönderip de bulutları yürüten Allah'tır. Biz bulutları ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanları diriltmek de böyledir.

Kardeşleri Yusuf'un yanına geldikten sonra arada geçen konuşmalardan sonra , Yusuf kardeşlerine şunları söyler ; 

İzhebû bikamîsî hâzâ fe elquhu alâ vechi ebî ye’ti basira basîran), ve’tûnî bi ehlikum ecma’în(ecma’îne).

[012.093] Siz benim şu gömleğimi! götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin!»

Yusuf (a.s) gömleğinin babasının yüzüne bırakılması ile onun görür, yani "Basir" hale gelmesinin ,  mesaj içerikli okunması gereken ifadeler olduğunu düşünmekteyiz. Mesaj içerikli olarak okunmadığında bu ifadeler, sadece Yusuf'un bir mucizesi olarak kalacak ve bize dair söylediği bir şey olabileceği noktasında tefekkür imkanı olmayacaktır. İlgili ayetleri okumaya devam ederek , konu bittiğinde bu kelimelerin diğer ayetlerde geçişleri ile bağ kurarak mesajı okumaya çalışacağız.

Ve lemmâ fasalatil’îru kâle ebûhum innî le ecidu riha yûsufe lev lâ en tufennidûn(tufennidûni).

[012.094]  Kafile ayrılınca babaları dedi ki: Bana bunak demezseniz; Yusuf'un kokusunu buluyorum.

Yakub (a.s) ın söylediği "le ecidu riha yusufe" (Yusuf'un kokusunu buluyorum) sözünü , surenin 87. ayetinde geçen "Allah'ın ravh'ından ümit kesmeyiniz" sözü ile birlikte okuduğumuzda, Allah (c.c) den ümit kesmemenin karşılığını almış olmak açısından, daha kolay anlaşılacaktır.

Fe lemmâ en cael beşiru elkahe ale vechihi fertedde basira, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

[012.096]  Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub «Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?» dedi.

Ayet içinde geçen ELBEŞİR  , BASİRAN kelimeleri, konumuzun anahtar kelimeleridir. Anahtar kelime olarak, daha önceki ayetlerde geçen RAVHUN kelimesini de ilave ettiğimizde, bu kelimelerin Kur'an bütünlüğünde ortak yönünü bulmaya çalışarak Yakub (a.s) ın gözünün açılmasının bize dair mesajını okumak kolaylaşacaktır.

Yusuf suresini okuduğumuz zaman , bu sure içinde Kur'an tarafından teknik veya ıstılahi anlam yüklenmiş (Rab , Resul , Dalal , Aziz , Basir, Beşir , Melik v.s gibi) bazı kelimelerin, sözlük anlamlarında kullanıldıklarını görmekteyiz. Bu kullanımlar bize o kelimelerin ıstılahi anlamlarını anlamakta kolaylık sağlamaktadırlar. 

[034.028]  Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci (beşiran) ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez.

Kur'ana baktığımızda "Beşir" (müjdeci) kelimesinin , Allah (c.c) nin insanlar içinde seçtiği ve onun mesajını iletmekle yükümlü olan kimselere verilen isimlerden birisi olduğunu görmekteyiz.

[035.019]  Kör ile gören (Basiru) eşit olmaz.
[040.058]  Kör ile gören (Basiru), inanıp yararlı iş işleyenlerle kötülük yapan bir değildir. Ne kadar az düşünüyorsunuz?

Kur'anda bir çok ayet, kör (ama) ile gören (basir) in eşit olmadığını beyan etmektedir. "Ama" ve "Basir" olma halinin , kafalardaki gözlerin görüp görmemesinden daha ziyade, mecazi anlamda kullanılarak , vahye karşı olan inkarcı tavrın bir sonucu olarak, insanlardaki oluşan bir durumu tasvir anlamında kullanıldığını görmekteyiz.

Ayrıca aynı sure içinde "Basiret" kelimesinin kullanılmış olması dikkat çekicidir. 

[012.108]  De ki: «İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ederim, ben ve bana uyanlar; Allah'ı tenzih ederim ve ben ortak koşanlardan değilim.»

"Ravh" (rüzgar) kelimesinden türemiş olan "Ruh" kelimesinin , "İnsanlara hayat veren bir esinti" anlamında kullandığımızda , Allah (c.c) nin BEŞİRLERİ aracılığı ile, AMA (kör) olan insanları , BASİR (görür) hale getirmek için indirdiği vahiy olduğunu anlayabiliriz.

[042.052] İşte böylece Biz; sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz; onu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.

Ayetleri toparlayacak olursak ; Yusuf, seçtiği elçi (El beşir) ile , gözlerine ak düşmüş olan babasına gömleğini göndererek , o gömleğin babasının yüzüne bırakılmasının sonucunda babasının, görür (Basiran) hale geleceğini söylemektedir. 

Yusuf'un gömleği, bu noktada sadece bezden yapılmış bir giysi olmaktan çıkmış , metaforik bir anlama bürünerek , VAHYin insan üzerindeki etkisini anlatmaktadır. 

Yakub (a.s) ın gözlerine ak düşmüş olmasını , gözlerinin açılmaya muhtaç hale gelinmiş olması şeklinde düşündüğümüzde , Yakub (a.s) ın düştüğü durum daha geniş bir anlama bürünerek , bizlere dair mesajı olan bir anlatım haline dönüşecektir. 

Herhangi bir insan, hayatının herhangi bir kesitinde , başına gelen sıkıntılı bir işten dolayı vahyin aydınlatıcılığına ihtiyaç duyabilir. Yakub (a.s) ın durumunu okuduğumuzda bunu anlayabiliriz. Yakub (a.s) elçi bir kuldur fakat , onun gözlerine ak düşmesi , beşer yönünün ağır basarak oğluna olan hasretinin yani sıkıntılı bir duruma düşmesinin sonucudur. 

Yakub'un oğluna olan hasretinin neticesinde gözlerine ak düşmüş olmasının , gömleğin yüzüne bırakılması sonucunda yok olmuş olmasını genelleştirerek , "Bazı insanların içinde bulunduğu sıkıntılı durumun, vahyin ona getireceği çözüm ile son bulacağı" şeklinde okuduğumuzda , Yusuf'un gömleği yani VAHY, nasıl  Yakub'un yüzüne ilka edildiğinde onun gözünü nasıl BASİR hale getirdi ise bizler, içinde bulunduğumuz bir takım sıkıntılara karşı çözümü , VAHYin bizim üzerimize bırakıldığında bulacağımız , yani vahye müracaat ettiğimizde beyan edilmiş olmasını, konumuz ile ilgili ayetleri mesaj içerikli okuduğumuzda anlayabiliriz. 

Bütün bunlardan sonra "Basiret" kelimesinin , Kur'an ve vahy ile ilişkilendirildiği ayetler, anlamını daha kolay bulacaktır.

[012.108]  De ki: işte benim meslekim bu, basıret üzere Allaha da' davet ederim ben ve banan tabi' olanlar, ve Allahı tesbih ile tenzih eylerim ve ben müşriklerden değilim.
[016.108]  İşte Allah'ın kalblerini, kulaklarını ve gözlerini(ebsarihim) mühürlediği kimseler bunlardır. Gafiller de işte bunlardır.
[024.044]  Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir. Doğrusu, görebilenler için (li ulilebsari) bunda ibretler vardır.
[032.009] Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler (vel ebsare), kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
[038.045]  Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla.
[045.023]   Heva ve hevesini tanrı edinen Allah'ın bir bilgiye dayalı olarak şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü (basarihi) perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hal& anlamıyor musunuz?

[006.104] Hakıkat Rabbınızdan size bir çok basıretler geldi artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de körlük ederse kendi aleyhinedir ve o halde ben size karşı muhafız değilim
[007.203]  Ve sen onlara bir âyet getirmediği zaman derib toplasa idin' a dediler, de ki: ben, ancak rabbımdan bana ne vahiy olunuyorsa ona ittiba' ederim bütün bu Kur'an rabbınızdan gelen basıretlerdir ve iyman edecek bir kavm için bir hidayet ve rahmettir
[017.102] [E0] Alimallah dedi: pek âlâ bilirsin ki bunları o Göklerin Yerin rabbı, sırf birer basîret olmak üzere indirdi, her halde ben de seni ya Fir'avn! Helâk olmuş zannediyorum
[028.043] [E0] Celâlim hakkı için biz Mûsâya o kitabı kurûnı ûlâyı ihlâk ettiğimizden sonra nâsın vicdanlarını tenvir edecek basîretler, ve bir hidayet-ü rahmet olmak üzere verdik, gerek ki tezekkür ederler

[045.020]  Bu , insanlar için basiretlerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.

Sonuç olarak ; Yusuf'un gömleğinin babasının üzerine atıldığında onun gözlerinin açılmış olmasını , sadece yaşanmışlığında bırakarak okumak yerine , bizlere dönük mesajlar olabileceği şeklinde bir düşünce çerçevesinde okumaya çalıştığımızda , karşımıza Kur'anın benzetme ,alegori veya metafor dediğimiz anlatım üslubu çıkmaktadır. 

Gömlek , bu noktada sadece bezden yapılmış bir giysi değil , vahyin insanı görür hale getirmiş olmasının gerçek olduğunu bizlere anlatmaktadır. Yani hayatımızın herhangi bir kesitinde karşımza çıkan ve vahyin çözüm getirdiği bir soruna , elimizde olan vahiy ile çözüm bulmaya çalıştığımızda gözlerimiz BASİR hale gelerek , yolumuz aydınlanacaktır. 

Bu çalışmadaki maksadımız , Kur'andaki bazı kavramların insan zihninde kalıcılık ve anlama kolaylığı sağlaması bakımından, kıssalarda geçen kelimeler ile ilişkisini kurmaya çalışmaktır. Kur'anı doğru anlamanın yollarından birisinin kelimelerin Kur'an bütünlüğü dahilinde ilişkisini kurarak okumak olduğunu göstermeye çalışmaktır.

"Basir" , "Beşir" , "Ruh" , "İlka" kelimeleri ve türevlerinin geçtiği ayetleri okuyarak , Yakub (a.s) ın "Basir" hale gelmesini anlamaya çalıştığımızda söylemek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.