Ayetinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayetinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2017 Cuma

İsra s. 71. Ayetindeki Biimamihim Kelimesini Yasin s. 12. Ayetinden Anlamak

Kur'an içinde geçen bir kelime şayet birden fazla anlama gelebiliyor ise, o kelimeye verilecek anlamın ayet bütünlüğüne uygun olması gerekmektedir. İsra s. 71. ayetinde geçen Biimamihim kelimesinin, Önder, İmam olarak yapılan çevirileri, her ne kadar kelimenin anlamına uygun olarak çevrilmiş olsa da, içinde bulunduğu ayetin bağlamına uygun bir çeviri olduğunu söylemek güçtür.

يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ ۖ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُولَٰئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا

Bu ayetin çevirisi çoğunlukla şu şekilde yapılmaktadır.

 Biz o gün bütün insan gruplarını önderleri ile birlikte huzurumuza çağırırız. O gün her kime kitabı sağ eliyle verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler.

Allah (c.c) bu ayette, hesap gününde nasıl bir durum ile karşı karşıya kalacağımızı bizlere hatırlatmaktadır. Ayette bütün insanların imamları ile birlikte huzura çıkacağı bildirilmektedir. Ayet içinde geçen Biimamihim kelimesinin bu ayette hangi anlama gelebileceğinin, ayetin devamından anlaşılması gerekmektedir. Ayetin devamında kitapların yani herkesin dünya hayatında yaptığı amellerinin kayıtlandığı kitaplarından bahsedilmekte, Biimamihim kelimesinin de kitap kelimesi ile uyumlu bir anlama gelmesi gerektiğini düşünmekteyiz. 

Burada, Biimamihim kelimesinin Kitap anlamına gelip gelemeyeceği sorusu sorulacak, bu sorunun cevabı ise Yasin s. 12. ayetinden bulunacaktır.

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ

Şüphesiz ki ölüleri, Biz diriltiriz Biz. İşlediklerini ve geride bıraktıklarını Biz yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.

Yasin s. 12. ayetinde geçen İmamin Mübin kelimesinin Apaçık bir kitap olarak çevrildiği görülmektedir. Ayet içinde geçen İmamin kelimesine görüldüğü gibi Kitap anlamı verilmektedir. Yasin s. 12. ayetinin tefsirlerinde İmamin Mübin deyiminin ana kitap yani Levhi Mahfuz veya amellerin yazıldığı kitap anlamı verilmekte, amellerin yazıldığı kitap anlamı kanaatimizce daha uygun düşmektedir.

وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا
Nebe s. 29 ---Oysa biz, her şeyi yazıp saymışızdır.

Nebe s. 29. ayetinde, dünya hayatında yapılan amellerin yazılı olduğunun beyan edilmiş olduğunu dikkate aldığımızda, Yasin s. 12. ayetinde geçen deyimin amellerin yazıldığı kitap olduğu daha net olarak anlaşılmaktadır.

Yasin s. 12. ayetinde geçen İmam kelimesine Amellerin yazıldığı kitap anlamı verildiğine göre, İsra s. 71. ayetinde geçen Biimamihim kelimesine, Önder anlamı verilmek yerine Kitap anlamının verilmesi, bulunduğu ayetin bağlamına daha uygun düşecektir.

Bütün bunlardan sonra sonra İsra s. 71. ayetine şu şekilde bir anlam vermek sanırım yanlış olmayacaktır. 

 Biz o gün bütün insan gruplarını kitapları ile birlikte huzurumuza çağırırız. O gün her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler.

 Biimamihim kelimesine verdiğimiz Kitap anlamı, ayetin devamı ile uyum sağlamakta, kitapları ile birlikte huzura çıkan insan guruplarından, kitabı sağından verilenlerin durumları ayet içinde beyan edilmektedir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

2 Nisan 2017 Pazar

Nisa s. 14. Ayetinden Resulün Hüküm Koyma Yetkisi İle İlgili Bir Çıkarım Çalışması

Allah (c.c) nin kulu ve elçisi olan Muhammed (a.s) ın din de hüküm koyma yetkisine sahip olup olmadığı konusunda bir takım tartışmaların yapıldığı malumdur. Bir kısım Müslüman, Kur'an içinde bulunan Allah'a ve Resulüne itaat edin ayetlerini, ve bu konudaki diğer bazı ayetleri öne sürerek, resulün de aynı Allah (c.c) gibi hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmektedirler. Muhammed (a.s) ın din de hüküm koyma yetkisinin olduğu ile ilgili delil olarak öne sürülen ayetleri bundan önceki bazı yazılarımızda ele almaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda sadece Nisa s. 14. ayetini ele alarak, resulün hüküm koyma yetkisinin olup olmadığını bu ayet üzerinden konuşmaya çalışacağız. 

وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

[004.014]  Kim de Allah'a ve O'nun elçisine isyan eder de onun hududlarını aşarsa, onu da içinde temelli kalmak üzere ateşe sokar. Hor ve hakir edici bir azab vardır onun için.

Bu ayet, Nisa s. 11. ayetinden itibaren başlayan miras paylaşımı ile ilgili ayetlerin bağlamına dahildir. 13. ayette Allah ve resulüne itaat edene verilecek mükafat haber verilirken, 14. ayette Allah ve resulüne asi olana verilecek azap haber verilmektedir. Yine 14. ayet içindeki HUDUDEHU (O nun hududları) kelimesine dikkat edildiğinde, bize Muhammed (a.s) ın hüküm koyma yetkisi hakkında bilgi verebileceğini de görmekteyiz.

Resulün din de Allah (c.c) gibi hüküm yetkisinin olduğunu savunanlar, bu savunmalarını Allah ve resulü şeklinde geçen ayetlerdeki VE bağlacına dayandırmaktadırlar. Bu bağlacın Allah ve elçisini ayırarak, resulün Allah'tan ayrı olarak hüküm koyma yetkisine sahip olduğunun delillerinden biri olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddianın sağlam bir iddia olmadığı, konumuz olan ayetten vereceğimiz bir örnek ile görülecektir. 

Ayette "Kim de Allah'a ve O'nun elçisine isyan eder de" buyurulduktan sonra, eğer Allah ve elçisinin ayrı ayrı hüküm koyma yetkisine sahip olduğunun delilinin çıkarılabilmesi için, devam eden "onun hududlarını aşarsa" ibaresinde o ikisini ifade eden tesniye yani ikili bir zamirin olması gerekir , ilgili kelimenin HUDUDEHÜMA ( ikisinin hududları) şeklinde olması gerekirdi.

Halbuki kelime tek bir kişiyi kast eden bir anlama sahip olarak HUDUDEHU şeklinde gelmiştir. Bu ifadeden, din de hüküm koyma yetkisinin sadece Allah (c.c) ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Resul din de hüküm koyma yetkisine sahip ayrı bir kişi değil, hüküm koyma yetkisine sahip olan tek yetkili Allah (c.c) nin bu hükümlerini duyurmak ve yaşamak ile görevlendirilmiş bir kuludur.

Bu çalışmayı yapma amacımız, Kur'an ayetlerinin dikkate alınarak  herhangi bir konuda delil bulmanın gereğine dikkat çekmeye, ve belki hiç alakası olmadığı zannedilen bir ayet içinden, önemli bir konunun delilinin bulunabileceğini göstermeye çalışmaktır.

Eğer Allah (c.c) hüküm koyma yetkisini elçisi ile paylaşmış olsa idi, Nisa s. 14. ayetinde sadece kendisini işaret eden tekil zamiri yerine, kendisi ve elçisini işaret eden ikili zamir kullanılması gerekir, böylelikle hüküm koyma yetkisini elçi içinde geçerli olduğu iddiasının güçlü bir iddia olduğu anlaşılabilirdi. Ancak bu iddiayı güçlü kılacak bir delilin olmadığı Nisa s. 14. ayetin anlaşılmaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Aralık 2016 Cumartesi

Nisa s. 1. Ayetini Hucurat s. 13. Ayetinden Anlamak

Son yıllarda Türkiye genelinde Kur'an'ı anlamaya olan yönelim , anlama konusunda bazı yöntem hatalarını da beraberinde getirmiştir. Yapılan Kur'an okumalarının bir kısmı, mesajı anlamaya yönelik değil , bir takım gereksiz soruların cevaplarının aranmasına yönelik yapılmasından dolayı, ortaya çıkan tartışma konuları, maalesef Kur'an okuyanların birbirine düşmelerine neden olmaktadır. 

Bu konuda yapılan yöntem hatasına örnek olarak verebileceğimiz, Nisa s. 1. ayeti üzerinde yapılan tartışmalar , insan neslinin nasıl çoğaldığı yönündeki sorulara cevap aranması etrafında yapılmaya çalışılmış , bu ve benzeri ayetler dikkate alınarak , insan neslinin Adem ve eşinden çoğaldığı sonucuna varılmış , fakat bu sonuç insan neslinin çoğalmasının kardeş evliliği ile gerçekleştiğinden yola çıkılarak varılmış bir sonuç olduğu için , itirazları başka soruları ve tartışmaları beraberinde getirmiştir.

Yazımızda , bu ayetin nasıl anlaşılabileceği yönünde bir tefekkür çalışması yapmaya gayret ederek , mesaja odaklı bir okuma örneği vermeye çalışacağız.

[004.001] Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

Bu ayet ile ilgili kanaatimiz , ayet içindeki "İtteku" (Sakının) kelimesinin merkeze alınarak okunması ve anlaşılması gerektiği yönündedir. Rabbimiz, yeryüzünde bulunan milyarlarca insanı , bir erkek ve bir dişiden yarattığını, ve insan neslinin bunlardan türettiğini beyan ettiği yönündedir . Biz insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını okuduktan sonra , "Ey Rabbimiz sen bu insanları kardeş kardeşe evlenmesine izin vererek mi, yoksa başka Ademler de yaratarak çoğalmasını sağladın?" şeklinde bir sorunun cevabını aramaya çalışmanın gereksiz, ve asıl mesajı öteleyen bir soru olduğunu düşünmekteyiz.

Çünkü bu ayette Allah (c.c), sakınılmaya layık yegane rab olarak kendisini adres göstermekte, ve insanlar üzerinde yegane rab olma liyakatını, bütün insanları bir erkek ile bir dişiden yaratmış olması ve çoğaltması ile bizlere ispatlamaktadır. Bizim bu noktayı bir tarafa koyarak , insanların nasıl çoğaltıldığına dair bir bilgi peşinde koşmaya çalışmak "Aya değil parmağa bakmak" misali bir okumadır. Çünkü Kur'an içindeki ayetlerden nasıl çoğaldığımız konusunda yapmaya çalıştığımız araştırmalar, ve cevaplar bir başka soruları meydana çıkarmaktadır. 

Kardeş kardeşe evlilik yolu ile çoğaldığımızı savunan görüş, yine Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilirken , Adem'in ilk insan olmadığını savunan görüşler de ,  aynı şekilde Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilmektedir. Bundan dolayı şahsi kanaatimiz , insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunun peşine düşmeden, ilgili ayetlerde bize verilmek istenen başka mesajlar olup olmadığını araştırmaya çalışmak olmalıdır.

Aynı erkek ile aynı kadından doğan insanların ortak özelliği "Kardeş" olmalarıdır. Ayeti bu noktadan okumaya çalıştığımız zaman , karşımıza aynı mesajı içeren Hucurat s. 13. ayeti çıkmaktadır.

[049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en kerim olanınız, O'ndan en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

Hucurat s. 13. ayeti de , tıpkı Nisa s. 1. ayeti gibi insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını beyan etmektedir. "Takva" (Sakınmak) terimi , Nisa s. 1. ayetinde olduğu gibi, Hucurat s. 13. ayetinde de merkeze alınmaktadır.

Dikkat edilirse her iki ayette de hitap bütün insanlığa yapılmakta , ve bütün insanlığın bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olmasına dikkat çekilerek , bir erkek ve dişiden yaratılmış olmanın, bütün insanlar ile ortak paydamız olduğu hatırlatılmaktadır. Bu ortak payda, bütün insanların birbirleri ile kuracağı ilişkilerde dikkate alınması gerekmektedir. 

Bu ortak payda, bizleri bir erkek ve dişiden nasıl çoğaldığımız sorusunu gündem etmeye değil , böyle bir şekilde çoğalmış olmamızın bizim için ifade etmesi gereken değeri gündem etmeye yöneltmesi gerekmektedir. Bütün insanların bir erkek ve bir dişiden türediğinin ifade edilmesi , bu insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde gözetmesi gereken yakınlık ilişkisine dikkat çekmektedir. 

İnsanların "İnanan" ve "İnanmayan" şeklinde iki ayrı şemsiye altında toplanmış olmasından önce, inanmış veya inanmamış olsun herkes öncelikle İNSANLIK şemsiyesi altında toplanmaktadır. "Mü'min" veya "Kafir" sıfatları , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde dikkate almaları gereken öncelikli sıfatlar değildir. Öncelik , mü'min veya kafir olmasından önce herkesin İNSAN olduğu gerçeğidir.   

Allah (c.c) insanların kendisine iman eden ve etmeyen olarak ikiye ayrılmalarının birbirlerine karşı hangi hallerde düşmanlık vesilesi olarak görülmesi gerektiğini kitabında beyan etmektedir. İman edenlerle açıkça savaşa yeltenmeyen kafirler ile insani ilişkileri kurulmasında herhangi bir sakınca görülmemesi dikkat çekici bir noktadır.

 [005.032]  Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yer yüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.

Maide s. 32. ayeti , insan olma onurunu öne çıkaran, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu , haksız yere kıyılan bir canın bütün canlara bedel olduğunu beyan ederek insan hayatının ne kadar değerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak, biz Müslümanlar tarafından hayat alanına geçirilmeyi beklemektedir. İnsan hayatının değerini bilmesi , ona kıymet vermesi , haksız yere kıyılan bir canın bütün canları kıymış gibi bir cürüm olduğunu en fazla bilmesi gerekenlerin , en acımasız şekilde birbirlerini kırma yarışına girmiş olmaları, izahı mümkün olmayan bir yanlıştır.

"Şia" ve "Sünni" olarak iki ana parçaya ve bu ana parçanın altında binlerce ara parçaya ayrılmış olan Müslümanların, yüzlerce yıldır birbirleri ile yaptıkları savaşlarda dökülen kan , kafirler ile yapılan savaşlarda dökülmemiştir. Dünyanın insan hayatına saygılı olma konusunda en başta gelen topluluğu olması gereken bizlerin, kendi insanlarına karşı en acımasız, ve en vahşi bir şekilde kan dökücü hale gelmiş olması , içinde bulunduğumuz zamanın acı bir gerçeğidir.

[049.010] Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.

Dünyayı tek bir devlet çatısı altında toplamayı , ve 7 milyar olan dünya nüfusunu 500 milyona indirmeyi amaçlayan şeytanca bir projenin sahibi olan bir elin parmakları kadar sayılı olan zengin tabakasının bu projesinin bir ayağı, bizim coğrafyamızda B.O.P adı altında bir plan dahilinde yürütülmektedir. Yıllardır çevremizde gelişen olaylar ve dökülen kanlar , bu şeytani planın bir parçasıdır.

Dünya nüfusunu azaltmayı amaçlayan şeytani planda birbirlerine düşman olan Müslüman guruplar , bu kafirler için biçilmiş kaftan mesabesinde olup , bu gurupları birbirlerine kırdırmak sureti ile , hem Müslümanların birlik ve beraberliklerini ortadan kaldırmakta , hem de nüfusun azalmasına sebep olacak katliamları Müslümanlar eli ile yaptırmaktadırlar.

Elimizde bulunan kitabın "Nur" olarak vasıflandırılmış olması, bizler için karanlıklarda yol gösterici , "Furkan" olarak vasıflandırılmış olması, hakkı batıldan ayırt etmek için bize rehber olması artık dikkate alınarak , üzerimizde oynanan oyunların bir önce farkına varılması , kafirlerin elinde oyuncak olmaktan çıkarak , onların oyunlarına başlarına geçiren bir topluluk olmamız gerekmektedir.

Karşımızda olan bir insanın bizim için hangi durumlarda "Düşman" olarak görülmesi gerektiği açık ve net olarak beyan edilmiş iken , kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir insanın düşmanı , kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insan olamaz. Aynı şekilde kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insanın düşmanı da, kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir başka insan olamaz.

Sünni veya Şia olsun bu fırkalara mensup olan insanların ortak paydaları , önce bir kadın ve erkekten türeyen İNSAN , sonra da MÜSLÜMAN olmalarıdır. Farklı bakış açıları ile birbirini KAFİR ilan ederek birbirinin kanını, canını , malını , ırzını , namusunu HELAL görmek insana ve Müslüman olanlar için asla mümkün değildir.


Mezhep , meşrep , fırka farklılıkları insanların birbirlerini öldürmek için asla meşru bir sebep olarak görülemez. Sünni , Şia veya bir başka fırkaya mensup olduğu gerekçesi ile, insanlara düşmanlık beslenmesine ve katline cevaz veren insanlar , batılı kafirlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir iş yapmamaktadırlar. 

Batılı insan şeytanları ve onların işbirlikçilerinin oynamak istedikleri oyunlar , Müslümanların mezhep farklılıkları gündeme getirilerek sahneye konulmak istenilmekte , bu yol ile farklı mezheplere bağlı olan Müslümanların birbirlerini "Kafir" oldukları gerekçesi ile öldürmek sureti ile Müslümanların gücü sıfıra indirilmek istenilmektedir. 

Birbirini öldürmek için meşru bir gerekçe olarak sunulan fırka ve mensup farklılığı , Müslümanların güçlerinin kırılmasına ve gücü kırılan Müslümanların batılı şeytanlara daha kolay lokma olmalarına sebep olmaktadır. İnsan hayatının değerini, fanatik mezhep taraftarlarından değil , Allah (c.c) nin kitabından öğrenmeye ve hayata aktarmaya çalışmadığımız zaman , en küçük bir tahrikte "Asalım , keselim , öldürelim , biçelim" sesleri yükselmeye başlayacak ve bu yolla Müslümanlar arasında fesat tohumları ekilecektir.

Hucurat s. 13. ayeti , insanların birbirlerinin renk , dil , ırk , mezhep , meşrep , kavim farklılıklarının düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi gerektiğini hatırlatan önemli ayetlerden bir tanesidir. İnsanları birbirlerinden ayıran bazı farklılıkların onlar arasında düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi  , aksine yakınlık ve kaynaşma vesilesi olarak görülmesi gerektiği ayetin önemli mesajlarından bir tanesidir.

Sünni , Şia veya bir başka fırkanın taraftarı olmak, eğer Allah katında bir suç ve günah teşkil ediyorsa , bu suçun cezasını Sünni olanın Şia olanı , Şia olanın Sünni olanı öldürmesi sureti ile insanların değil , hesap gününde Allah (c.c) nin vermesi gerekmektedir.

Sosyal medya üzerinden örgütlenmek ve propaganda yapmak, son yıllarda büyük bir ivme kazanmış, biz Müslümanlar da bu yol üzerinden sahip olduğumuz düşüncelerimizi yaymak için büyük bir gayret göstermekteyiz. Sosyal medya üzerinden sahip olunan gücü , fırkalar arasındaki düşmanlığın yayılması için değil , önce insan olmamız ve sonra Müslüman olmamız üzerinden değerlendirmeye çalışarak , düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmak , karşımızdaki kişiye önce insan olması gerçeği üzerinden değer vermeye çalışmak , sonra eğer hatalı bir düşüncesi var ise , bu hatasını Kur'an'ın öğrettiği metot üzerinden anlatmaya çalışmak , Müslümanlar arasındaki düşmanlıkların en aza inmesini sağlayacaktır. 

Sosyal medya aracılığı ile sahip olduğu düşüncesini savunmaya çalışan Müslümanlardaki genel durum , sahip olduğu düşünceyi merkeze alarak onu "Nihai doğrular" olarak görmek , sahip olduğu düşünce dışındakileri ise "Kesin yanlış" olarak görmektir. Böyle bir portreye sahip olan Müslüman klavyesini bir kılıç gibi kullanarak karşısındakini düşman olarak görmekte , ve o kişiye her türlü yazılı hakareti caiz olarak görerek , bu ameli Allah yolunda cihad aşkı ile yerine getirmektedir. Müslümanların birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu bu zamanlarda , herkes yazdıklarından ve söylediklerinden sorulacağı bilinci içinde olmalı , insani değerlere önem vererek karşısındakilerin kişilik haklarına saygı duyan bir üslup kullanmalıdır.

Aksi takdirde sosyal medya üzerinden körüklenen düşmanlıklar , ilerleyen zamanlarda ülkeler arası meydan savaşlarına dönüşerek , önü alınmaz kitlesel katliamlara sebep olan durumlara öncülük ederek tarihte kara bir sayfa olarak yerini alacaktır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) nin bizleri bir erkek ve bir kadından yarattığı ve çoğalttığını beyan etmiş olmasının , bu çoğalmanın nasıl gerçekleştiği yönünde değil , bir erkek ve bir kadından doğan insanların sahip oldukları ortak payda üzerinden değerlendirilmesinin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.

Anne ve babası bir olanların, birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurması gerektiği ,  aynı anne ve babadan dünyaya gelenlerin birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük taslama vesilesi olmayacağı gerçeği üzerinden ayeti okuduğumuz zaman , evrensel insani değerlerin dikkate alınarak birbirimize karşı davranışlarımızın yeniden gözden geçirilmesi zarureti ortadadır.

Birlik ve beraberliğin her zamankinden daha zaruri olduğu bu günlerde , Müslümanların birbirlerine fırka taassubu ile değil sahip oldukları en üst ortak paydaları öne çıkararak , bakmaları bizi birbirimize kırdırarak iki taraflı menfaat elde etmek isteyen batılı şeytanların oyunlarını bozacaktır. 

İslam kelimesinin anlamlarından bir tanesi olan barışın , Müslümanlar arasında uygulanması kimlerin zararına olacak ise , aramızdaki düşmanlıkları körükleyenler , bu kimselere hizmetkar olmaktan başka bir iş yapmamaktadırlar.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Kasım 2016 Cuma

Süleyman (a.s) ın Emrine Müsahhar Kılınan Rüzgarı Enfal s. 46. Ayetinden Anlamak

Süleyman (a.s) kıssası , diğer peygamber kıssalarına nazaran , daha gerçek dışı bilgilerle donatılmış , mitolojik hikayelerle bezenmiş , kerameti müritlerinden menkul sahtekarların elinde silah haline gelen bir kıssa olarak okunmaktadır. Halbuki bu kıssa, en az diğer peygamber kıssaları kadar gerçek , yaşanan hayat ile iç içe , masal ve mitoloji ile en küçük alakası bile olmayan bir kıssa olarak , elinde yönetim ve güç bulunduranlara örneklik teşkil eden bir kıssa olarak okunduğunda , tüm zamanlara dair mesajlar taşımaktadır.

Onun kıssasının anlatıldığı ayetlerde , bilindiği üzere rüzgarın onun emrine müsahhar kılındığından bahsedilmektedir. Tefsirlerde yapılan yorumlar ağırlık olarak, rüzgarları emri altına aldığı , istediği gibi estirmekte olduğu gibi absürt ve gerçek dışı bilgiler sayfaları doldurmaktadır. Bu bilgiler ise hayatın gerçekleri ile alakası olmayan bin bir gece masallarında yaşayan bir peygamber ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 

Bu yazımızda, rüzgarın onun emrine müsahhar kılınması ile ilgili ayetlerin nasıl bir mesaj içermiş olabileceği yönünde bir düşünce çalışması yapmaya çalışacağız. Bu çalışmamızın temelinde, rüzgarın onun emrine verilmesini masal dünyası şeklinde değil , yaşanan hayatın gerçekleri ile ilgisini kurmaya çalışmak yatmaktadır.

[021.081]  Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bilenleriz.

[038.035-36]  Dedi ki: «Yarabbi! Bana mağfiret buyur ve bana bir mülk bağışla ki, benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şüphe yok ki, Sen'sin çok bağışlayan, Sen.» Bunun üzerine Süleyman'ın buyruğu ile istediği yere kolayca giden rüzgârı emrine verdik.

[034.012]  Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.

Bu ayetlerin tefsirleri ile ilgili verilen bilgilere baktığımızda , hayatın tam içinde olan anlatımlar , hayatın gerçekleri ile alakası olmayan anlatımlara dönüşmüş , Süleyman (a.s) ın bildiğimiz anlamda esen rüzgarları kontrol ettiği gibi bir anlam çerçevesinde okunarak, kıssa uçtu kaçtı masallarına dönüştürülmüştür.

"Rüzgar" olarak çevrilen "Errıhe" kelimesi , Kur'an içinde geçtiği bazı ayetlerde, bildiğimiz anlamda rüzgar olarak kullanılmış olmasına rağmen , Enfal s. 46. ayetinde mecaz anlam olarak "Güç , Kuvvet" anlamında kullanılmıştır. Süleyman (a.s) kıssasında kullanılan "Errıhe" kelimesinin , hakiki anlamda değil , mecaz anlamda kullanılmış olduğunu , ve bu kıssanın doğru anlaşılmasının anahtarının , "Errıhe" kelimesini Enfal s. 46. ayeti çerçevesinde okumak olduğunu düşünmekteyiz.

[008.046]  Allah'a ve elçisine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz (rihüküm) gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.

"Rih" (Rüzgar - Esinti- Nefes) kelimesinin Enfal s. 46. ayetindeki kullanımı dikkat edilirse mecaz anlamdadır. Bu kelime ayette , rüzgarın etkisi dikkate alınarak "Güç - Kuvvet" anlamında kullanılmaktadır. Süleyman (a.s) ın emrine verilen rüzgar , bildiğimiz anlamda esen rüzgar değil , onun hükümdar ve mülk sahibi bir elçi olması ile paralellik arz eden bir anlam dahilinde okunması gereken güç , kuvvet anlamındadır. 

[021.081]  Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bilenleriz.

Enbiya s. 81. ayetinde , Süleyman (a.s) ın rüzgarından "Errıhe asıfeten" (Şiddetli rüzgar) olarak bahsedilmektedir.  Bu terkibin geçtiği ayetlere baktığımızda (10 .22 / 14.18) bu kelime ile ifade edilen rüzgarın, insana ve ekine verdiği zararlar söz konusudur. İnsana ve ekine zarar veren rüzgarın ayet içinde, "kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi" şeklinde bir ifade edilmiş olması , bu rüzgarın insanlara ve ekinlere zarar vermediği anlaşılmaktadır.

Bu rüzgarın Süleyman (a.s) ile ilişkisine gelince , elinde askeri yönden büyük bir güç olmasına rağmen , ve bu güçle geçtiği her yeri, "Asıfeten" olarak ifade edilen rüzgar gibi talan etme gücüne sahip iken , geçtiği topraklar üzerindeki berekete halel getirmeyen bir kumandan her çağın özlediği bir kumandandır. 

Tarihte "Moğol istilası" olarak bildiğimiz , geçtikleri yerde taş üstünde taş , omuz üstünde baş bırakmayan orduların yaptıkları zulümler, yüzlerce yıldır hala unutulmamıştır. Yakın tarihte ve şu anda yaşanan savaşlarda, milyonlarca insanın katledildiğini ve bu savaşlar yüzünden yaşanan çevresel felaketleri düşündüğümüzde , Süleyman (a.s) ın askeri kumandanlık ve yöneticilikteki değeri ve kıymeti, bir kez daha ortaya çıkacaktır.

Neml s. içinde geçen kıssada onun karıncaları dahi incitmeyecek kadar canlı hayatına saygılı birisi olduğunu şu ayetten anlayabiliriz.

[027.018]  Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: «Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin» dedi.Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: «Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy» dedi.

Her ne kadar bu ayet onun karıncaların dilini anladığı gibi bir düşünce içinde izah edilmeye çalışılsa dahi , bu ayetin gerçek hayatla olan ilgisi bir ordu komutanının geçtiği yerleri talan değil , karıncalara bile zarar vermemeye çalışmak olması gerektiğini anlayabiliriz. 

Karıncanın " farkına varmadan sizi ezmesin" sözü , Süleyman (a.s) ın bilerek böyle bir şey yapmayacak kadar merhametli bir kumandan olduğunu ifade etmektedir.

[038.035-36]  Dedi ki: «Yarabbi! Bana mağfiret buyur ve bana bir mülk bağışla ki, benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şüphe yok ki, Sen'sin çok bağışlayan, Sen.» Bunun üzerine Süleyman'ın buyruğu ile istediği yere kolayca giden rüzgârı emrine verdik.

Sad suresindeki bu ayetler yine rüzgarın yumuşak esmesini ifade etmektedir. Yumuşak esen rüzgar , Süleyman (a.s) ın elindeki gücü ve kuvveti talan , yağma , zulüm gibi insan ve diğer canlı hayatına zarar vermek sureti ile kötüye kullanmadığını ifade etmektedir. Orduların yaptığı savaşlarda dünya üzerinde yaşayan bütün canlı hayatının zarar gördüğü gerçeğinden yola çıkarsak , elinde büyük bir askeri güç bulunduran Süleyman (a.s) ın bu gücü nasıl kullandığı herkese örnek olması gerekmektedir. 

[034.012]  Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.

Sebe suresindeki bu ayet , Süleyman (a.s) ın hakim olduğu coğrafi alanın büyüklüğünü ifade etmektedir. Britanya imparluğunun sahip olduğu toprakları ifade etmek kullanılan "Üzerinde güneş batmayan ülke" deyiminin ifade ettiği anlamı dikkate alırsak , Sebe s. 12. ayeti daha kolay anlaşılabilir. 

Bu kadar geniş bir coğrafi alana sahip olmak , haliyle büyük bir nüfus yoğunluğunu da beraberinde getirecektir. Bir ülke içinde yaşayan halkın ekonomik ve sosyal her türlü insani ihtiyacını sağlamak,bir devletin ana görevlerindendir. Ayet , Süleyman (a.s) ın sahip olduğu insan nüfusunu , ülkenin sahip olduğu ekonomik ve sosyal imkanları onların refahı için kullandığını göstermektedir. 

Sonuç olarak : Bu çalışmadan amaç , Süleyman (a.s) kıssasının gerçek hayat ile ilgisini kurarak , kıssayı masal olarak okumak yerine , hayatın gerçekleri ile bağını kurarak okumanın örneğini göstermeye çalışmaktır. Yazıdaki konumuz , onun emrine müsahhar kılınmış olan rüzgarın , Enfal s. 46. ayetindeki anlamını dikkate alarak ,  kıssa ile ilgilisini kurmaya çalışmaktır.

Enfal s. 46. ayetinde geçen "Rüzgar" kelimesi hakiki anlamda değil , mecaz anlamda kullanılmış ve bir toplumun sahip olduğu güç ve kuvvet anlamında kullanılmıştır. Süleyman (a.s) bir hükümdar ve ordu komutanı olarak gücü ve kuvveti elinde bulundurması nedeniyle onun kıssasında geçen "Rüzgar" kelimesi eğer hakiki anlamda kullanılacak olursa , gerçek ile alakası olmayan yorumlar ile , kıssa buharlaşacak ve masala dönecektir. 

Allah (c.c) bize masal anlatmayacağına göre , bu kıssanın gerçek ile ilgili kurularak okunması gerekmektedir. Onun emrine verilen rüzgarın hakiki anlamda okunması, masalsı yorumları beraberinde getirerek , kıssayı bize dönük herhangi mesajı olmayan bir anlatım haline getirmiştir. 

Kıssaların mesaj içerikli okunması gerektiğine dair olan düşüncemiz dahilinde böyle bir okuma yapmaya çalışmamız , bazı kimselerde modernist bir okuma olarak görülebilir. Ancak Enfal s. 46. ayetini merkeze alarak aklı vahiy çerçevesinde kullanmaya çalışarak , bunu yapmış olmamıza dikkat edilmelidir. Vahyi akla göre yönlendirmek yerine , aklı vahye göre yönlendirmek okumalarımızın temelini teşkil etmektedir.

Süleyman (a.s) , bir hükümdar , bir ordu komutanı olarak , elinde güç ve servet bulunduranlara örnek teşkil eden bir kimsedir. Elinde askeri ve ekonomik güç bulunduranların bu gücü insanları katletmek ve dünyayı fesada boğmak için kullandıklarını dikkate aldığımızda , onun elindeki gücü nasıl hak yolunda kullandığı anlaşılacak ve tüm zamanlara dönük mesajlar olarak karşımıza çıkacaktır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.