Gözü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gözü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2017 Pazar

Maide s. 20-26. Ayetlerini Medine'li Müslümanların Gözü İle Okumak

Kur'an'ın İsrailoğulları ile ilgili olarak, onların yapmaları gerektiği halde yapmadıklarını, yapmamaları gerektiği halde yaptıklarını, veya yaptıkları olumlu davranışları anlatma sebebi, Sünnetullah olarak bildiğimiz toplumsal yasaların onlar üzerinden nasıl işleyiş gösterdiğini, önce İlk muhataplar olan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların, sonra da bizlerin bu anlatımlar üzerinden ibret alarak hayatımızı yönlendirmede bir klavuz olmasını sağlamaktır.

Bu yazımızda Maide s. 20. ve 26. ayetler arasında anlatılan bir olayı ele alarak, bu olayın Medine'li Müslümanlar gözünde nasıl okunduğunu, yani nasıl hayata geçirildiğini, sonra da bizler tarafından nasıl okunması, yani hayata geçirilmesi gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili olan ayetlerin mealleri şu şekildedir;

[005.020] Hani, Musa kavmine (şöyle) demişti: «Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın; içinizden peygamberler çıkardı, sizden yöneticiler kıldı ve alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi.»
[005.021] Ey kavmim; Allah'ın size yazdığı mukaddes yere girin ve ardınıza dönmeyin, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz.
[005.022] Onlar da: «Ey Musa! Orada zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz de gireriz» dediler.
[005.023] Korkanların içinden Allah'ın kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi artık siz zaferi kazanmışsınızdır. Eğer müminler iseniz ancak Allah'a güvenin.
[005.024] «Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız» dediler.
[005.025] Mûsâ: «Ya Rabbî,» dedi, «ben kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu itaatsiz, bu yoldan çıkmış topluluk arasında Sen hükmünü ver!»
[005.026]  (Allah) Dedi: «Artık orası kendilerine kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar yeryüzünde 'şaşkınca dönüp-dolaşıp duracaklar.' Sen de o fasıklar topluluğuna karşı üzülme.»

Yukarıdaki ayetlerde, İsrailoğullarının girmeleri gereken bir şehre, o şehirde zorba bir kavim olduğu gerekçesi ile girmeyerek elçilerine karşı geldiklerini, bunun neticesinde ise bölük börçük bir hale gelerek yeryüzünün çeşitli yerlerine dağıldıklarını görmekteyiz. 

Elbette bu ayetler bizlere tarihi bir vakıayı açıklamak değil, Allah (c.c) nin arz üzerine koyduğu yasaların nasıl işlediğini göstermeyi amaçlamakta olup, Allah ve elçilerinin emrine karşı koymak sureti ile yaşanan hayatlar sonucu işleyen yasalar, dün nasıl İsrailoğulları örneğinde işlemiş ise, ilk muhataplar olan Medine'li Müslümanların girmeleri gereken şehre, Allah ve elçisine karşı gelerek girmek istememeleri neticesinde de işleyiş gösterebilecekti.

Maide s. bilindiği üzere Medine'de nazil olan surelerdendir. Medine'deki Müslümanların ortak hedefi ise, çıkarıldıkları şehir olan Mekke'yi müşriklerin elinden tekrar geri almaktır. Medine'li Müslümanlar bu kıssayı sadece İsrailoğullarının Musa (a.s) a yaptıkları bir eziyetin tarihi bir vaka olarak anlatılması şeklinde mi anladılar, yoksa Mekke'yi nasıl geri alabileceklerine, almaya çalışmadıkları takdirde nasıl bir son ile karşı karşıya kalabileceklerine dair bir haber olarak mı anladılar? diye soracak olursak, elbette ikinci şıkkın daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bedir savaşı öncesi bir sahabenin söylediği rivayet edilen, Ya Resullullah biz sana İsrailoğulları'nın Musa'ya dediği gibi sen ve Rabbın ikiniz gidin savaşın demeyiz sözü, onların bu kıssayı nasıl anladıklarının güzel bir göstergesidir. 

Fitne yeryüzünden kalkıncaya, din sadece Allah'ın oluncaya kadar (Bakara s. 193- Enfal s. 39) mücadele etmekle yükümlü kılınan ilk muhataplar (bizler de elbette böyle bir bir yükümlülük altındayız), Mekke'yi yeniden atamız İbrahim (a.s) ın yaptığı gibi tevhidin merkezi haline getirmenin gereğine inanmışlardı. Allah (c.c) nin elçisine indirdiği ayetleri bu şuur içinde dinleyip ve hayata geçirme çabası içinde olan bu kimseler, Muhammed (a.s) a okunan Maide s. 20. ve 26. ayetler arasını da bu şuur ve inanç içinde dinlemekte idiler.

Maide s. 21. ayetinde Musa'nın kavmine söylediği sözleri, Mekke'yi müşriklerden geri almanın farziyeti olarak kendilerine Allah (c.c) tarafından yazılmış bir görev olduğu bilinci içinde okuyan ilk muhataplar, bütün mesailerini bu inanç üzerine bina etmişlerdi. 

Maide s. 22. ayetinde ise elçilerinin sözlerine, o şehirde zorba bir kavmin ikamet ettiği gerekçesi ile itiraz eden bir topluluğu görmekteyiz. Mekke'de de zorba bir kavim ikamet etmekte, ve bu kavmin şehirden çıkarılması yani iktidarının yok edilmesi Allah (c.c) tarafından farz kılınmış idi. Kendilerine bir çok yerde Allah'a ve resulüne itaat edin şeklinde verilen emirleri hatırlayan sahabe, İsrailoğulları tarafından Musa (a.s) a söylenen sözün bir benzerinin Muhammed (a.s) a söylememeleri gerektiğini, elçiye isyan ettikleri takdirde başlarına neler gelebileceğini, önceki elçilere isyan edenlerin başlarına gelenlerden dolayı çok iyi biliyorlardı.

Maide s. 23. ayetinde İsrailoğullarından olan iki kişinin söylediği sözler bizlere çok önemli mesajlar vermektedir. Kim olduklarının değil ne söylediklerinin dikkate alınması gereken bu iki kişinin, Onların üzerine kapıdan girin şeklinde söyledikleri söz, literal bir okuma ile anlaşılmaya çalışıldığında pek bir anlam ifade etmeyecektir.

Bakara s. 189. ayetinde de Allah (c.c) bizlere Evlere kapıdan girin buyurmaktadır. Bu emir bazı zamanlarda Arapların evlerine arkadan girdikleri, bu nedenle böyle bir şeyden nehyedildikleri şeklinde okunacak olursa, ayetin anlamı buhar olup uçacaktır. Öyleyse bu ayet bizlere nasıl bir mesaj vermektedir?.

Bu ayeti, Amaca giden her yol mübahtır şeklinde bildiğimiz, Makyavelist söylemi dikkate aldığımızda daha kolay anlayabiliriz. Ayet böyle bir düşüncenin doğru olmadığını, Amaca giden her yolun mübah olmadığını, amaca giden yolda meşruiyet dairesi dışına çıkılmaması gerektiğini bizlere hatırlatmaktadır.

İsrailoğullarından olan iki kişinin söylediği Onların üzerine kapıdan girin sözü, o şehri ele geçirmek için her yolun mübah olmadığını hatırlatmaktadır. Allah (c.c) tarafından emredilen amaçlara ulaşmak için, yine onun önerdiği yolun takip edilmesi gerektiği bu noktada önem arz eden bir bilgidir. Bu bilgi elbette Medine'li Müslümanlar tarafından tarafından Mekke'ye varmak için için her yol mübahtır şeklinde değil, Mekke'ye varmak için Allah'ın önerdiği yol mübahtır şeklinde anlaşılmış, ve neticede Mekke'ye giden yol açılmış, Mekke müşrik istilasından kurtarılmıştır.

Evlere kapıdan girmek şeklindeki emir evrensellik arz etmekte olup, tüm zamanlarda biz Müslümanlar tarafından yapılan mücadeleler de dikkat edilmesi gereken temel bir nokta olarak görülmeli ve gereği yapılmalıdır. Tarihin herhangi bir zaman diliminde, İslam adına yola çıkan, fakat ilerleyen zamanlarda her yolu mübah görerek mücadeleye devam etmek isteyenlerin mücadeleleri, başka mecralara sapmaya ve akamete uğramaya mahkum olacaktır.

Hedefe ulaşmak için meşru yolu deneyerek, bu yoldan sapmayanların hedefe ulaşmaları yine Sünnetullah gereği olup, bunun kefili Allah (c.c) nin kendisidir.

Maide s. 26. ayetinde ise, elçilerine isyan eden İsrailoğullarının başlarına gelen durum haber verilmektedir. kırk yıl olarak ifade edilen kelimeyi, 39 rakamının bir sonrası olarak değil, çokluktan kinaye olarak okumak gerektiğini burada hatırlatmak isteriz.

Biz Müslümanların özellikle İsrailoğulları üzerinden verilen toplumsal yasalardaki değişmezliği çok iyi okuyup, o doğrultuda stratejiler belirlemek zorundayız. Bugün Müslümanların Dünya üzerindeki zelil durumu, bu örnekleri gereği gibi okuyamamaktan kaynaklanmaktadır. 

Allah (c.c) nin yardım yasasının belirli kullar üzerinde değil, hak eden kullar üzerinde işlediğinin en bariz örnekleri olan İsrailoğulları, kendilerinin Allah'ın sevgili kulları olduklarını iddia ettikleri halde (Maide s. 18), yaptıkları yanlışlarının cezasını çekmiş olması Kur'an içinde canlı örnekleri ile verilmesine rağmen, onlardan miras alınan sevgili kul olduğumuz inancının Allah katında herhangi bir değerinin olmadığı, şu anda Dünya genelindeki halimizden anlaşılması gerekmektedir.

Eğer zannedildiği gibi biz Müslümanlar Allah katında onun sevgili kulları isek, Dünya yüzünde bütün en leri barındıran bir topluluk olmamız gerekmekte idi. Halbuki değişmez toplumsal yasalar bizler için de geçerli olup, hak etmediğimiz sürece Allah (c.c) nin bizler için parmağını dahi kıpırdatmayacağı bilinmelidir.

Sonuç olarak; Maide s. 20. ve 26. ayetleri arası bizlere Allah (c.c) nin farz olarak kıldığı bir görevi yerine getirmediğimiz takdirde nasıl bir son ile karşı karşıya kalabileceğimizi göstermektedir. Kendilerine Allah'ın girmeyi farz kıldığı bir şehre savaşmanın ağır gelmesi nedeniyle bu emri çiğneyen İsrailoğulları, yaptıkları bu isyanın neticesinde bölük börçük olarak dağıtılmışlardır.

Belirli bir amaç etrafında toplanmış olan kimselerin birlikte hareket etmeleri, başlarındaki emir sahiplerinin emirlerine uymaları (emir sahiplerinin marufu emretmeleri şartı ile), onların başarıya ulaşmalarını kolaylaştıracak en önemli unsurdur. Musa (a.s) ın beraberinde kimseler Firavun zulmü altında böyle bir oluşumu gerçekleştirerek, Firavun zulmünden kurtulmuşlar, fakat aynı topluluk sonrasında bu birlikteliği elçilerinin emirlerine uymamak sureti ile bozarak darmadağın olmuşlardır. 

Medine'de Muhammed (a.s) ın komutası altında toplanan Müslümanlar, birlikte hareket etmenin gereğine inanmışlar, bu yolda tek vucüt olmuşlar, netice olarak ise Mekke'yi şirk'ten temizlemişlerdir. Bu ayetler elbette bizler için de mesajlar ihtiva etmekte olup, amaca giden yolda Allah (c.c) tarafından önerilen yolu takip etmek, bizleri hedefe ulaştıracaktır.

Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasalarda değişme olmayacağına göre, Musa (a.s) ile birlikte doğru hareket edenler nasıl Firavuna karşı galip geldilerse, Muhammed (a.s) ile birlikte olanlar, Mekke'li müşriklere karşı galip gelmişlerdir. 

Fakat aynı insanlar zaman içinde farklı hedeflere koştuğunda darmadağın olmaya mahkum olmaları da değişmez bir yasadır. Bizler bunun örneğini İsrailoğulları örneğinde görmüş olmamız bizleri maalesef bunlardan ders almaya yöneltmek yerine, bu tür anlatımlardaki gereksiz ayrıntılar içinde boğularak vakit geçirmekteyiz.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

21 Ağustos 2016 Pazar

Yusuf Kıssasını İlk Muhatapların Gözü İle Okumak

"Resullerin başlarından geçenlerden sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir."

HUD Suresi 120. ayetin meali olan yukarıdaki cümleler, Kur'an içinde önemli bir yer tutan kıssaların amacını anlatmaktadır. Kur'an'ın ilk muhatabı olması hasebiyle, okunan bütün kıssalar, öncelikle Muhammed(a.s)'a ve onunla birlikte olanlara hitap etmekte, sonra ise bu kitaba muhatap olan tüm iman edenlere hitap etmektedir.

Kur'an kıssalarının ortak yönünü kısaca özetleyecek olursak; bu anlatımlarda önce çıkan en önemli hususlardan birisi, Muhammed(a.s) ve iman edenlerin içinde bulunduğu sıkıntılı durumun bir benzerini, kendisinden önceki elçiler ve o elçilere iman edenlerin de yaşamış olduğu, yaşanmış olan bu sıkıntılara sabretmenin sonucunda zafere erişilmiş olduğu hatırlatması yapılarak, başarının çekilen sıkıntılara göğüs germenin sonucunda geldiği, önceki elçilerin kıssaları ile gerçek yaşanmışlıklar üzerinden gösterilmesidir.

Yusuf kıssası da, Muhammed(a.s)'a anlatılan ve Yusuf(a.s)'ın çektiği sıkıntılara nasıl göğüs gerdiği anlatılarak, "Mutlu Son" olarak nitelenebilecek sona nasıl kavuştuğu ve bu anlatımlardan öncelikle, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanların, sonra da kıyamete kadar gelecek olan bütün muhatapların hisse alması istenen bir kıssadır.

Yazımızın konusu; bu kıssayı ilk muhatapların gözü ile okumaya çalışmak ve Yusuf(a.s)'ın başına gelen sıkıntıları, Muhammed(a.s)'ın nasıl okumuş olabileceği ve onun başına gelenlerden kendisi için ne gibi ibretler çıkarmış olabileceği yönünde olacaktır.

Bu kıssayı Muhammed(a.s)'ın gözünden okumaya çalışmaktaki düşüncemiz "Bu kıssayı illaki bu şekilde okumuştur" şeklinde bir iddia taşımadığını önemle hatırlatmak isteriz. Biz Yusuf(a.s)'ın yaşamış olduğu bazı sıkıntıları ve olayları onun nasıl algıladığı, hayatında nasıl uyguladığı, "Mutlu Son" (Mekke)'ye nasıl ulaştığını anlamaya çalışacağız.

Yusuf(a.s)'ın başına gelen ilk sıkıntı; kardeşleri tarafından kuyuya atılmasıdır. Onun, kardeşleri tarafından kuyuya atılmasını, Muhammed(a.s)'ın Mekkeliler tarafından ona iman edilmeyerek yalnız bırakılması ve ona düşmanlık yapılması ile bir paralellik kurabiliriz.

Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf'a, o kuyudan kurtulacağının ilham edilmiş olmasını (YUSUF Suresi 15), Mekkeliler tarafından iman edilmemek sureti ile yalnız bırakılmış olmasını, Muhammed(a.s)'ın da bir nevi kuyuya atılmış olarak okuduğumuzda, Yusuf'un kuyudan kurtulacağının ilham (vahy) edilmiş olmasını, Muhammed(a.s)'ın da kuyudan yani içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtularak, kendisine bu kötülüğü reva görenler ile ileride muzaffer bir kumandan olarak karşı karşıya geleceğinin haber edilmiş olduğunu okuyabiliriz.

Muhammed(a.s) elbette bu haberi, gaybi bir haber veya bir mucize beklentisi içinde değil, sebep-sonuç yasalarına yani Allah(c.c)'nin yardım yasalarına uygun bir biçimde hareket ederek okumuş ve yardım yasalarının gereğini yerine getirerek, aynı surenin 110. ayetinde bildirilen sona ulaşmıştır.

Kuyudan kurtulan Yusuf, az bir pahaya saraya satıldıktan sonra, sarayda yetiştirilmiş ve ergenlik çağına gelince vezirin karısı tarafından kendisine yapılan ahlaksız bir teklif ile karşı karşıya gelmiştir (YUSUF Suresi 23-24). Bu teklif karşısında bir an yalpalar bir hale gelmiş olsa da, kabul edeceği teklifin ona getireceği bir anlık geçici mutluluk ile sonrasında ona getireceği zararı hesap ederek, zararı yararından daha fazla olan zinayı terk etmiştir.

İSRA Suresi içinde, Muhammed(a.s)'ın da neredeyse yalpalayacak hale gelmesi ve toparlanması anlatılmaktadır.

[017.073] Ve onlar az kalsın sana vahyettiğimiz şeyden başkasını Bize iftira edesin diye seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman seni elbette dost edineceklerdi
[017.074] Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, nerdeyse sen onlara birazcık meyledecektin.
[017.075] O takdirde de hem hayatın, hem de ölümün acısını sana kat kat tattırırdık. Sonra Bize karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın.

Görevi gereği Mekkeli müşriklerle ilişkileri devam eden Muhammed(a.s)'a, müşrikler tarafından görevinden sapmasını sağlayacak bir takım iğvalarda bulunulmaktaydı. Müşriklerin bu iğvaları, neredeyse Muhammed(a.s)'ı görevinden saptırabilecek hale gelmişti. Özellikle ilk inen surelerde kendisine tebliğ sürecinde nasıl bir yol izlemesi gerektiğini öğreten ayetleri harfi harfine uygulaması neticesinde, müşrikler tarafından kendisine yapılan teklifleri, onu yolundan çevirerek Allah(c.c) indinde büyük bir azaba sokacağı için red etmiştir.

İşte böyle bir durumda olan Muhammed(a.s)'a okunan Yusuf kıssası içinde, Yusuf'a yapılan ahlaksız teklifi red etmesi neticesinde, belki ilk anda bu teklifi red etmesi yüzünden başına gelen hapis hayatına razı olarak, feraset sahibi bir kimsenin yapması gereken ileri görüşlülüğünün meyvelerini ilerideki yaşamında nasıl aldığı yaşanmış örnek üzerinden gösterilerek, aynı yolu izlemesinin kendisine neler kazandıracağı Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlara öğretilmektedir.

Yusuf(a.s)'a yapılan ahlaksız teklifi güncelleştirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz;

Bugün Müslümanlar olarak İslam adına yapılan mücadele metodu, nebevi metoda uygun bir şekilde yürütülmemektedir. Yusuf(a.s)'a yapılan ahlaksız teklifi, bugün Müslümanlara karşı uygulanan pasifize etme metodu olarak da okumak mümkündür. Müslümanlara karşı yapılan bir takım iyileştirmeler, onları mücadele yolunda pasifize etmeye yönelik bir işleve sahiptir. İlk bakışta bu iyileştirmeler faydalı gibi görünmüş olsa da, nebevi metodun terk edilmesini sağladığı için ileri zamanlarda bizlerin aleyhine bir duruma dönüşmesi kuvvetli bir ihtimal dahilindedir.

Yusuf(a.s)'a yapılan ahlaksız teklifin onun tarafından ret edilmiş olmasının bize dönük örnekliklerinden bir tanesi; uzun vadeli hesaplar yapılması gerektiği, kısa vadeli hesaplar yapılmaması, bugün ilk bakışta faydası olan bir şeyin, ilerisi için zarar getirebileceğinin hesap edilmesine yönelik mesajlar olarak okuyabiliriz.

Yusuf(a.s)'ın hapishanede, arkadaşlarına yapmış olduğu konuşma (YUSUF Suresi 37-40), hangi şart altında olursa olsun her fırsatta tebliğe devam edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Yusuf(a.s) hapishaneye girmiş olduğu halde içinde bulunduğu duruma aldırış etmeyerek, arkadaşlarına tebliğ etmiş olması, Muhammed(a.s)'ın da içinde bulunduğu şartlara aldırış etmeden tebliğe devam etmesi gerektiğini öğretmektedir.

Muhammed(a.s)'ın içinde bulunduğu zor şartlar, onun tebliğ görevine devam etmesi noktasında, onun bir nebze de olsa atalete düşmesine sebep olabilirdi. Yusuf kıssası içinde anlatılan hapishane arkadaşları ile olan konuşma sahnesinde, Yusuf'un içinde bulunduğu zor şartları hiçe sayarak arkadaşlarına tebliğde bulunması Muhammed(a.s) için yol gösterici bir niteliğe sahiptir. Bu yol göstericilik sadece ona mahsus bir durum olmayıp, aynı zamanda tüm zamanları kapsayıcı bir mesaj ihtiva etmektedir.

Muhammed(a.s)'a okunan kıssa içindeki hapishane arkadaşları ile olan konuşmalar, onun hangi şartlar içinde olursa olsun göreve devam etmesi konusunda ibret almasını sağlayan bir anlatım olmuştur.

[023.096] Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz.

[041.034] İyilik ve fenalık bir değildir. Ey inanan kişi: Sen, fenalığı en güzel şekilde sav; o zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kişinin yakın bir dost gibi olduğunu görürsün.

Yusuf'un kendisini kardeşlerine tanıtma sahnesi (YUSUF Suresi 90-92), bir kimsenin kendisine yapılan kötülüğe karşı nasıl bir davranış sergilemesi noktasında örneklik teşkil etmektedir. Kendisini öldürmek için kuyuya atan kardeşlerine, bu yaptıklarını en küçük bir ima ile dahi olsa yüzüne vurmayan Yusuf(a.s), yapmış olduğu bu hareket ile kardeşlerine karşı büyük bir alicenaplık örneği göstermiştir.

[048.024] O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.

Mekkenin fethi günü, kendisine ve inananlara dayanılmaz işkence ve zulümler yapan Mekkelilere karşı, bu yaptıklarını onların yüzüne vurmayarak onları af eden Muhammed(a.s)'ın, Mekkeliler'e karşı yaptığı bu alicenaplığa, Yusuf(a.s)'ın kardeşlerine karşı olan muamelesinin örneklik etmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Kıssanın sonu bilindiği üzere "Mutlu Son" olarak niteleyebileceğimiz Yusuf(a.s)'ın ailesinden olan herkesin Mısır'a yerleşmesi ile son bulmaktadır (YUSUF Suresi 99). Aynı surenin 110. ayetinde "Nihayet resuller ümitlerini kesecek hale geldikleri ve kendilerinin yalancı çıkarılmış oldukları zannına kapıldıkları zaman, onlara yardımımız geldi ve dilediklerimiz kurtuluşa erdirildi. Suçlular topluluğundan ise azabımız geri çevrilmez." şeklindeki beyan, Allah(c.c)'nin yardım yasasının nasıl işlediğini Yusuf kıssası üzerinden bizlere göstermektedir.

Sonuç olarak; Kur'an kıssaları önceki yaşanmışlıkları göstererek, ilk muhatapların ve sonrakilerin, yaşadıkları hayat içinde nasıl bir yol izlemesi ve izlememesi gerektiğini öğreten anlatımlardır. Yusuf kıssası içinde yapılan anlatımlar, diğer kıssalarda olduğu öncelikle Muhammed(a.s) ve onunlar birlikte olanlara Yusuf(a.s)'ın başından geçenleri anlatarak, o anlatımlardan gerekli olan ibretleri almalarını sağlamıştır.

Kıssanın 110. ayetinin, kıssanın anlatılma amacını özetlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Sünnetullah dediğimiz arz üzerinde cari olan yasalardan olan "Allah'ın yardımı" yasasının nasıl işlediği bu sure içinde Yusuf kıssası üzerinden gösterilmektedir.

Bu kıssanın anlatılış amacını en iyi kavrayan ve içselleştiren Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlar, yıllarca süren sabırlı mücadele sonunda Mısır'a giden yolun nasıl açıldığını görerek, Mekke'ye giden yolun nasıl açılacağını öğrenmişler ve sabırlı bir mücadele sonunda başarıya ulaşmışlardır.

"Bu kıssa bize nasıl bir mesaj veriyor?" şeklindeki sorunun cevabı ise; "içinde bulunduğumuz her türlü zorluk ve sıkıntıların bizi yolumuzdan alıkoymaması, yürüdüğümüz yoldan bizi saptırmaması, tavizkar davranışlardan alıkoymasıdır" şeklinde verilebilir. 

EN DOĞRUSUNUN ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Talut Kıssasını Medine Müslüman'larının Gözü İle Okumak

Bundan önceki Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda , bu kıssaların muhataplarına mesaj amacı taşıyan ve kendilerinden önceki yaşantılardan ibret alarak , hayatlarına pratize etmeleri amacına dayalı olduğunu hatılatmaya çalışarak , ele aldığımız kıssanın bize dönük nasıl bir mesaj içermiş olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. 

Bu yazımızda da , Bakara s. Ayetleri içinde yer alan Talut kıssasının öncelikle Medine'deki ilk muhataplar açısından nasıl okunduğu ve nasıl hayata pratize edildiği konusunu, Bedir ve Uhud  savaşları örneğinde ele almaya sonrada bize dönük mesajını okumaya çalışacağız. Kur'anın ilk muhatapları olan "Örnek Nesil" dediğimiz Muhammed (a.s) ve ashabı, kendilerine inen Ayetlerin ihtiva ettiği konuların, hayata dair mesajlar olduğu bilincinden hiç bir zaman uzaklaşmayarak , Ayetlerin ihtiva ettiği mesajı hayatlarına pratize etmişler ve yaşamışlardır. 

 [002.243] Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.

Talut kıssasının başlangıcı olarak okuyabileceğimiz bu Ayet ,Medine de indiği zaman ilk muhataplar olan Ashap tarafından "Bize dönük nasıl bir mesaj veriyor?" sorusu sorularak cevabı aranmaya çalışılmıştır. Bu Ayeti anlamak için Medine Müslümanlarının durumunu kısaca hatırlamak gerekmektedir.

Medinede ki  Müslümanların, özellikle Mekke den hicret etmiş olanlarına baktığımız zaman çoluğunu çocuğunu , evini barkını , herşeyini terketmiş bir vaziyette Medineye hicret etmiş olduklarını görmekteyiz. Sahabe bu Ayet nazil olduğu zaman, çoğu tefsirlerde gördüğümüz yorumlar gibi onların gerçekten ölüp ölmediğini tartışmamışlardır. Bu Ayetten kendilerinin Mekke den hicret edilmek zorunda bırakıldıktan sonra Mekke ye dönmenin mümkün olduğunu, fakat bu mümkünlüğün ilerleyen Ayetlerde anlatılan Talut kıssası içindeki mesajda olduğunu anlamışlardır.

[002.244]  Allah yolunda savaşın; bilin ki Allah işitir ve bilir.
[002.245]  Allah'a, kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır; O'na döneceksiniz. 

Allah (c.c) ye "Karzen hasenen" (güzel bir ödünç) şeklinde verilen Allah yolunda savaşmanın karşılığı bir çok Ayette ebedi Cennet olarak beyan edilmiş ve herşeyi elinden alınarak , yerinden yurdundan sürülmüş , bir nevi ÖLÜ durumuna düşen mazlumların ,yeniden DİRİLMEK için güçlerini seferber etme gerektiği hatırlatılmaktadır.

[002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? nebilerine, «Bize bir hükümdar gönder Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız?» demişti. «Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre niye Allah yolunda savaşmıyalım?» demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı müstesna yüz cevirdiler. Allah zalimleri bilir. 

Allah (c.c) Medine deki Müslümanlara , içlerinde bulundukları durumu çağrıştıran bir başka durumu Musa (a.s) sonrası bir olayı anlatarak örnek vermektedir. Evlerinden barklarından uzaklaştırılan İsrailoğulları , eski düzenlerini geri kazanmak için başlarına bir komutan isteyerek savaş isteklerini Nebilerine dile getirirler , fakat Nebileri onların bu istekleri kabul edildiğinde yan çizebileceklerini hatırlatmaktadır. Bu yan çizme durumu onların insan olmalarının bir sonucu olup aynı durum Muhammed s. 20. Ayetinde Müslümanlar arasında da başgöstererek , her toplumda böyle yan çizmeler olabileceği gürülmekle birlikte,  insiyatifin bu yan çizenlere bırakılmaması önemli bir noktadır.

[047.020]  İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır

[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir. 

Başlarına bir komutan isteyen İsrailoğulları , gönderilen bu komutanı beğenmemişlerdir. Burada verilmek istenen mesaj , Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen kim olursa , muhatapların bunu red etmek , beğenmemek , başka birini istemek gibi bir seçenekleri olmayıp, gönderilen kim olursa olsun ona tabi olması gerektiğidir. Mekke'de nazil olan Ayetler de aynı itiraz Muhammed (a.s) içinde yapılarak başka Elçi , başka Kitap isteklerine karşı bu Elçi ve Kitaba iman dışında bir seçenek olmadığı hatırlatılmaktadır.

[002.248] Nebileri onlara dedi ki; 'Talut'un hükümdarlığının belirtisi, size meleklerin taşıdığı bir sandığın gelmesidir. Bu sandıkta Rabbinizden size yönelik bir huzur ile birlikte Musa ve Harun ailelerinin geride bıraktıkları bazı önemli eşyalar vardır. Eğer mümin kimseler iseniz, bu sizin için kesin bir belirtidir. 

İnsanların bir konu hakkında sağlam bir inanca sahip olmaları için, o inanca davet edenlerin bir takım delil sunma gerekleri vardır. Talut'un komutan olarak tayin edilmesinin bir delili olarak İsrailoğullarının güvendiği bir şeyin sunulması Talut'un komutanlığı konusundaki çekinceleri ortadan kaldırmıştır. Bu durum gelecek Ayet içinde belli olmakta ve artık Talut ordunun başına geçerek komutayı eline almıştır.

[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler. 

249. Ayet müstakil bir yazı başlığı değerlendirilerek üzerinde çok şey söylenebilecek bir Ayet olup, yazının hacmini büyültmemek amacı ile kısaca bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

Bu Ayeti Nisa s. 59. Ayet ile birlikte tefekkür etmek yerinde olacaktır.

[004.059]  Ey iman edenler; Allah'a itaat edin. Rasule ve sizden olan EMİR SAHİPLERİNE itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve Rasulüne bırakın. Bu; hem hayırlı hem de netice itibariyle daha güzeldir. 

Bir düşünce , inanç , fikir üzerinde buluşmuş olan toplulukta olmazsa olmazlardan birisi o topluluğu idare eden bir önder olmasıdır. Kur'an bu öndere itaatı Allah ve Elçisine itaat ile birlikte zikrederek bunun önemini vurgulamıştır.  Başlarındaki öndere itaat etmeyen bir topluluğun başına gelecek olanlar Enfal s. 46. Ayetinde şu şekilde beyan edilmiştir. Medinede ki Müslümanlar , kendilerine Allah (c.c) tarafından gönderilen Elçi ve aynı zamanda Komutan olan Muhammed (a.s) a bağlılığı bu gibi Ayetler ile öğrenmişlerdir.

[008.046] Allah'a ve Peygamberine itaat edin; çekişmeyin, yoksa korkar başarısızlığa düşersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.  

Toplululuğun başında olan komutan , komutası altındakilerin kendisine ne denli itaatkar olduğu noktasında onları denemeye tabi tutabilir. Allah (c.c) nin birçok Ayetinde bizleri denemeye tabi tutmasını bu noktadan değerlendirmek gerektiğini düşünmekteyiz. Talut , birlikte savaşacağı askerlerinin kendisine ne kadar sadık olduğunu ölçmek ihtiyacı hissederek onları bir şekilde imtihan etmektedir. Bir ordunun başarısı başındaki komutana tabi olmakla mümkün olacaktır. Aksi takdirde her asker kendi başına komutan kesilmeye kalktığı takdirde bu başı bozukluk yenilgiye sebeb olacak en büyük faktördür, Uhud örneği bu durumun yaşanmış canlı bir örneğidir.

Talut tarafından sınanan ordunun büyük çoğunluğu sadakat sınavını geçememiş ancak küçük bir bölümü bu sınavı başarmıştır. Talut'un sınamasından geçemeyenler moral ve motivasyon bozukluğuna düşerek karşılarındaki ordunun gücü karşısında ümitsizliğe düşmüşler ve korkmaya başlamışlardır. Başlarındaki Komutana güvenemeyen bir ordu , karşısındaki düşmana karşı galip gelme konusunda elbette ümitsizliğe düşecektir. Ancak başlarındaki komutana güvenen bir ordu , karşısındaki düşman kuvveti ne kadar çok olursa olsun onlardan korkmazlar ve galip gelecekleri konusunda ümitlerini asla kaybetmezler. 

Niceliğin değil niteliğin önemli olduğu Enfal suresinde şöyle beyan edilmektedir.

[008.065-66] Ey Nebi! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 

Talut kıssası ve özellikle Bakara s. 249. Ayetinin Medine Müslümanları tarafından nasıl içselleştirildiği Bedir ,  içselleştirilMEdiği ise Uhud savaşları örneğinde görülmektedir. Bedir savaşında kendilerinden fazla olan müşrik ordusuna karşı , komutanlarının emri doğrultusunda hareket eden Müslümanlar "«Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir»" 250. Ayette olduğu gibi " «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden millete karşı bize yardım et»" Diyerek Bedir de müşrik ordusunu hezimete uğratmışlardır. 

Aynı Müslüman ordusu Uhud da , komutanları tarafından verilen nehirden tatmama veya bir avuçluk bir tatma emrine riayet etmeyerek ganimet peşine düşmüşler ve bu itaatsizlikleri onların bu sefer müşrik ordusu karşısında hezimete uğramalarına sebeb olmuştur. Bedir ve Uhud savaşları siyer kitaplarında genellikle kahramanlık destanı şeklinde kişisel kahramanlıklar bazında ele alınmış ve bu savaşlardaki "Sünnetullah" faktörü pek akla getirilmemiştir. 

Bedir'de savaşan Müslümanlar kendilerinden öncekilerinin başlarından geçen aynı durumu unutmadan emir komuta zincirine riayet ederek Allah dayanmışlar , Aynı Müslümanlar bu sefer Uhud'da şartlara riayet etmemdikleri için bozguna  uğramışlardır. Bu savaşlardaki sonuçlar "Sünnetullah" olgusunun bir sonucu olup aynı şartlar bu günde geçerlidir. Bedir örneğinde Müslümanların yolunu izlersek karşılık Bedir gibi galibiyetler , Uhud örneğindeki Müslümanların yolunu izlersek karşılık Uhud gibi mağlubiyetler olacaktır.

 [002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır. 

Neticede Talut ordusu, Calut ordusuna karşı galip gelmiş ve bu savaşta Davud adlı bir başka kişi sahneye çıkmış ilerleyen zamanlarda Allah (c.c) ona Mülk ve Hikmet vererek İsrailoğullarının başına geçmesini sağlamıştır. 

Talut ve Davud, İsrailoğullarının içinden çıkmış iki kişi olup , İsrailoğulları içinden böyle iki değerin sivrilmiş olması bize şunları hatırlatmaktadır; Toplumlar kendilerini , siyasi , iktisadi , askeri ve ekonomik bakımdan geliştirecek kişilere ihtiyaç duyarlar. Toplumlar kendilerinin yükselmesi için gerekli olan kadroyu oluşturamadığı müddetçe , bu kadroları oluşturmuş olanların tahakkümü altında kalmaktan kurtulamazlar. 

Müslüman coğrafyasına baktığımızda bu eksikliği ziyadesi ile görmüş olmanın ezikliğini yaşamaktayız. Kendi içlerinden yetiştiremediği kadroları dışardan ithal etmek veya kendi dışımızdaki insanların ürettiklerini almak zorunda kalarak bir bakıma onlara göbekten bağlı olmamız, bizim elimizi kolumuzu bağlamaktadır. Talut kıssası , toplumların içlerinden çıarmış oldukları önderlerin kendi toplumlarını başarıya götürmesini okumak açısından önemli bir yere sahiptir. 

251. Ayet içindeki " Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır" cümlesi ile Allah (c.c) bizlere, Arz üzerine koymuş olduğu bir yasalardan bir tanesini bizlere hatırlatmaktadır. Zulme uğrayanlar bu zulmü ortadan kaldırmak için zalimlere güç ile karşı koyamadığı müddetçe , zulmün tasallatundan asla kurtulamazlar. Allah (c.c) hiç bir zalimi gökten taş yağdırarak mağlup etmez. Bu mağlup edilmeyi , zulme uğrayanların o zalimlere karşı koyması şeklinde bir yasaya bağlamıştır. 

Bu gün Müslümanlar olarak çoğumuz bu yasadan habersiz olduğumuz için ellerimizi semaya açıp "Allahım bu kafirlere ebabil ile helak et" şeklinde dualar ettiğimiz halde bu duaların kabul olmadığını görmekteyiz. Allah (c.c) kullarına yardım etmesini bir yasaya bağlayarak bu yasanın işlemesi için önce kulların güçlerinin sonuna kadar çalışmasını şart koşmuştur. Kulun bittiği yerde Allah (c.c) yardıma koşacaktır Musa (a.s) kıssası örenğinde denizin yarılması örneğinde olduğu gibi.

[002.252]  İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz ki sen elçilerdensin. 

Bu Ayetleri sana okuyoruz ki senden öncekilerden örneklik çıkar ve onların hayatları sana örnek olsun. Sende Talut gibi örnek bir komutan ol , emrindekileri onun gibi yönet ve başarıya ulaş. 

Sonuç olarak ; İlk muhataplar olan Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı , kendilerinden önce yaşayanlar üzerinden verilen örnekleri kendi yaşantılarında pratize ederek başarıya ulaşmışlardır. Bizler hem kıssa yolu ile verilen örnekleri , hem de kıssa yolu ile verilen örnekleri hayatlarına pratize ashabın bu örnekliğini Kur'an içinden okuyarak yolumuzu çzimek zorundayız. Allah (c.c) indirmiş olduğu Kitabının içindeki yaşanmışlıkların bizlerin hayatı için bir örnek olması gerektiği için bizlere anlatmaktadır. 

Dün Muhammed (a.s) ve ashabı, Talut kıssasını okuyarak evinden barkından çıkarılanların tekrar yurtlarına geri dönmelerinin yolunu, Talut kıssası içinde yaşanmışlık örneği olarak aktararak  Medineli Müslümanlara zımnen, Mekke ye geri dönüşün yolunu göstermiştir. Talut ve benzeri kıssaları hayatlarında pratize edilmesi gereken örneklikler olarak okuyan Müslümanlar , çıkarıldıkları Mekke'ye zafer kazanmış olarak geri dönmüşlerdir. Bu gün bizler Talut kıssası ve bu kıssa ve benzerlerini okuyarak zulme karşı koyanların örnekliklerini kendi yaşamımızda pratize etmek sureti ile , evinden barkında , yurdundan çıkarılmışların yurtlarına nasıl geri dönebileceğini okumaktayız. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.