Kavmine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kavmine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Haziran 2017 Cuma

İsa (a.s) ın Doğumu ve Annesi İle Kavmine Geldikleri Zaman Aralığı Konusunda Bir Düşünce Çalışması

İsa (a.s), babasız olarak dünyaya gelmesi ve bebek iken konuşması ile diğer elçiler arasında bu farkı ile dikkat çeken bir elçi olup, son yıllarda Türkiye'de başlayan Kur'an'a yönelim hareketi ile, onun babasız dünyaya gelmesi ve bebek iken konuşmuş olması yeniden masaya yatırılarak sorgulanmaya başlanmıştır. 

Bu konular ile ilgili olarak ortaya atılan düşüncelerde bizim dikkatimizi çeken husus, bu konuların sorgulamasında kullanılan yöntem olup, bu konular sorgulanır iken, İsa'nın mutlaka bir babası olmalı veya İsa'nın beşikte iken konuşması asla mümkün değildir şeklinde bir ön yargı ile konuya bakılması, çıkarılmaya çalışılan neticelerin, özellikle babası olduğu yönünde, ve bebek iken konuşmadığına dair olan düşüncelerin, bu konu ile ilgili ayetlerin tahrif edilerek yapılmasıdır. 

İsa (a.s) ın babasız olarak dünyaya gelmesinin tartışılmasının dahi abesle iştigalden öte, bazı kimseler tarafından onun babasının Zekeriya (a.s) olduğuna ortaya atılan düşüncenin, yalan ve iftira olmaktan öte gitmeyen hezeyanlar olduğunu burada hatırlatmak istiyoruz.

Biz bu yazımızda, İsa (a.s) ın beşikte konuşmasını ele almaya çalışarak, onun beşikte iken konuşması ile ilgili Meryem suresi içinde geçen ayetleri Kur'an bütünlüğü içinde okumaya çalışacak, ve bu konuda vardığımız neticeyi, Kur'an içinden delillendirmeye çalışacağız.

İsa (a.s) konuşması ile ilgili vardığımız sonuç ise (en son söyleyeceğimizi baştan söyleyerek), onun Meryem suresi içinde yaptığı konuşmanın henüz beşikteki bir bebek iken değil, daha ileri yaşlarda olduğudur. Bizi böyle bir kanaate iten sebep ise, bazı yazılarımızda eleştirdiğimiz modernist kimseler ile düşünce bakımından asla aynı çizgiye gelmiş olmamız değildir. 

Bu durumu özellikle hatırlatmak gereği duymamızın nedeni ise, bazı kimseler tarafından haklı olarak kafalarında, İsmail Hakkı Başdağ'ın da çizgisi kaymaya mı başladı? gibi bir soru işareti oluşmasını istemediğimiz içindir. Bu satırları yazan kişi, yıllardır olduğu gibi Kur'an'ın tevhit merkezli bir okumaya tabi tutulması gerektiği çizgisinden sapmamış, ve bu merkezde yapmaya çalıştığı çalışmalardan asla taviz vermeden aynı çizgide devam edecektir. 

İsa (a.s) ın beşikte konuşup konuşmadığının araştırılmasının bize ne gibi bir fayda sağlayacağı elbette sorgulanabilir, bizim bu konuyu ele alma nedenimiz ise, bu konuda ortaya atılan düşüncelerin ön yargı sonucu olduğu, bu konuda yapılan çalışmalara baktığımızda (örneğin Hakkı Yılmaz'ın bu konu ile ilgili ayetleri nasıl çevirdiğine bakılabilir) buram buram tahrif kokan çalışmalara imza atılmış olmasıdır.

Bu kadar uzun bir girizgah yapma nedenimiz ele almaya çalışacağımız konunun bazı kimselerde tabu olarak görülmüş olmasıdır. Biz bu konuyu ele almaya çalışırken aynı zamanda ön yargılı bir okuma örneği vermek yerine, tabu olarak bildiğimiz bazı konuların, eğer sorgulanması gerekiyor ise, nasıl bir yöntem ile sorgulanması gerektiğine dair bir örnek oluşturmaya çalışmaktır. Yaptığımız çalışmada vardığımız sonuç elbette indi düşüncemiz olup, eksik ve hatanın muhtemel olabileceğini de şimdiden hatırlatırız.

Konumuz ile ilgili ayetlerin meali şöyledir;

[019.027] Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: «Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın.»
[019.028] Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.
[019.029] Bunun üzerine ona işaret etti, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz dediler.
[019.030] Dedi ki ben Allah'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni nebi kıldı 
[019.031] Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı ve yaşadığım müddetçe salatı ve zekatı emretti.
[019.32] Beni anneme saygılı kıldı, beni eşkiya bir zorba yapmadı.
kaldırılacağım gün de.»
[019.033] Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.

Konuya girmeden evvel, Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetleri üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Kur'an'ın İsa (a.s) ile ilgili ayetlerinin temelinde, Hristiyanlar tarafından onun ilah olarak görülme inancını ret etmek yatmaktadır. İsa (a.s) ile ilgili ayetlerde bir ön kabul gerekiyor ise, bu ön kabul ancak onun ilahlığının ret edilmesi düşüncesi olmalı, onun Allah'ın bir kulu elçisi olduğu hatırlatması yapıldığı merkeze alınmalıdır. Bu noktayı dikkate alan bir okumada aslında İsa (a.s) ın bebek iken konuşup konuşmadığı problem olarak görülmeyecek, konuştuğu sözlerde nasıl bir mesaj verilmek istenildiği dikkate alınacaktır. 

Meryem s. 16-26. ayetlerine kadar, İsa (a.s) ın doğumu ile ilgili ayetler olup, yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler, onun doğumu sonrasında annesi ile birlikte kavmine gelişi ile ilgilidir. Bu ayetleri okuduğumuz zaman, İsa'nın hemen doğumunu müteakip kavmine gelmişler gibi bir durum anlaşılmakta, doğal olarak ta böyle bir durumda ise İsa'nın henüz bir bebek olduğu şeklinde bir çıkarımda bulunulmaktadır.

İslam dünyasında yazılan tefsirlere kaynaklık eden, Razi , Kurtubi, Taberi gibi tefsirlerde, bu ayetler ile ilgili yapılmış olan yorumlara baktığımızda, henüz bebek bir halde iken konuşan İsa'nın konuştuğu sözler üzerinde bir takım müşkülatın olduğu, bu müşkülatın ise İsa'nın bebek iken kesinkes konuştuğu ön kabulü içinde çözülmeye çalışıldığı görülmektedir.

Bu müşkülatların altında yatan ana sebep, İsa'nın henüz bebek iken konuşmuş olması düşüncesinin merkeze alınarak ilgili ayetlerin yorumlanmasıdır. Eğer İsa'nın bebek çağını geçtikten sonra annesi ile kavimlerine döndükleri düşüncesi etrafında konuya bakılacak olsaydı, zaten herhangi bir müşkülatın da ortaya çıkması mümkün değildi.

İsa'nın henüz bebek iken konuştuğu düşünülerek yapılan yorumlarda ortaya çıkan müşkülatlar ise, henüz bebek bir çağda iken birisinin nebi olması ve ona kitap verilmesidir. Çünkü böyle bir seçim için önce seçilen kişinin akıl baliğ bir çağda olması gerektiği bilinmektedir. Bebek bir kimsenin nebi ve kitap sahibi olması, o tefsirlerde dahi muhal olarak düşünüldüğü için, nebi ve kitap sahibi olmasının bebek iken değil, gelecekte gerçekleşeceği şeklinde yorumlar yapılmaktadır. 

Bu tür yorumlar ise bir başka müşkülatı da beraberinde getirmektedir. İsa (a.s) ın daha bebek iken nebi ve kitap sahip sahibi olması ve söylediği diğer sözler, insanın fiillerinde serbest olmadığını savunan Cebriye düşüncesinin elini kuvvetlendirmesine kapı açması söz konusudur. Çünkü insan, iyi ve kötüyü seçmek için hür iradesini kullanması gerekmekte, İsa'nın daha bebek iken söylediği sözler ise onun hür iradesini kullanmasına engel olan bir durum olarak yorumlanabilmektedir.

Şayet geçmişte yapılan tefsirlerde İsa (a.s) ın henüz bebek iken konuştuğu ön kabulü olmadan bu konuda farklı yorumlar yapılabilmiş olsa idi, bugün tabu haline gelmiş bir konu olan İsa (a.s) ın bebek iken konuşup konuşmadığı konusu daha rahat tartışılabilecek,  daha öncesinden yapılmış farklı yorumlar bulunabileceği için, bugün bebek iken konuşmadığına dair yapılan yorumlar sert bir şekilde tepki görmeyecekti.

Biz, bize gelebilecek olan tepkileri de göze alarak, bazı kelimeler üzerinden konu ile ilgili çalışmamıza devam etmek istiyoruz.

İsa (a.s) ın Meryem s. 30. ve 33. ayetler arasında yaptığı konuşmayı anlamak için öncelikle onun doğumu ile annesi ile kavimlerine gelişleri arasında ne kadar bir zaman geçmiş olabileceğinin ortaya konulması gerekmektedir. Çünkü İsa'nın bebek iken konuştuğuna dair olan düşüncenin temelinde, onun doğumun hemen akabinde annesi ile birlikte kavimlerine döndükleri gibi bir düşünce hakimdir. 

Kur'an kıssalarına baktığımız zaman, bir elçinin kavmi ile olan mücadelesi, ve bu mücadele sonucunda meydana gelen helak olayının, sanki kısa bir zaman aralığı içinde gerçekleşmiş gibi bir anlatım üslubu kullanıldığı görülmektedir. Halbuki elçiler, uzun yıllar kavimleri ile mücadele etmiş, helak olayı ise uzun yıllar süren bir mücadele sonucunda gerçekleşmiştir. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile tarihi malumat vermeyi amaçlamadığı, kıssalar üzerinden insanlara ibretler sunmayı amaçladığı için, arada geçen zaman aralığından bahsetmez. Ancak Kur'an dikkatli okunduğunda bize arada geçen zaman konusunda bilgi verebilecek ayetlerin de olduğu görülebilir.

Meryem ile oğlunun kavimlerine gelmesini anlatan ayetlerin bir öncesi, İsa'nın doğumu ile ilgili olduğu için Meryem s. 26. ayeti ile, 27. ayeti arasında bir kaç haftalık zaman aralığı olduğu düşüncesi hakim olmuş, bunun neticesinde ise İsa'nın bebek iken kavmine geldiği düşüncesi hakim olmuştur. Şayet Kur'an kıssalarındaki anlatım üslubu dikkate alınarak ilgili ayetler yorumlanmaya çalışılsa idi, Kur'an içinde bir başka ayet delaleti ile 26. ve 27. ayet arasında geçen zamanı anlayabileceğimiz bir ayet olabileceği akla gelebilirdi.

Meryem'in hamile kalması, İsa'yı doğurması ve onu kavmine getirmesi ile ilgili arada geçen zaman konusunda belki hiç kimsenin dikkate dahi almadığı, tabiri caizse Kıyıda köşede kalmış bir ayet olan Mü'minun s. 50. ayeti bizlere bilgi verebilir. 

[023.050] Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik.

Bu ayet, Meryem ve oğlunun doğum sonrası yaşamını sürdürdüğü yer ile ilgili bilgi vermektedir. Bu ayeti İsa'nın doğumu ile kavimlerine dönmesi arasına yerleştirerek okuduğumuz zaman, doğumun hemen akabinde kavimlerine dönmediklerine dair bir yorum çıkarmak mümkündür. 

Bizim bu iddiamıza karşı bir başkasının elbette, bu ayetin verdiği bilginin doğumun hemen akabinde kavmine döndükten, kavmi onlara karşı tepki gösterince yine kavimlerini terk ettikten sonra olan yaşamları ile ilgili olmadığı ne malum? şeklinde bir karşı itiraz getirmesi de mümkündür. Böyle bir itiraz gelecek olursa biz de bu itiraza karşı, İsa'nın doğumunun anlatıldığı ayetlerdeki su arkı ve hurma ağacının bu ayet ile bağının kurulmasının mümkün olduğunu, İsa ve annesinin doğum sonrası yine o topraklarda belirli bir süre kalmış olmasının daha muhtemel olduğunu söyleyebiliriz.

Bu ayetin bize verdiği kanaate dayanarak, Meryem ve oğlunun doğumun hemen sonrasında değil, belirli bir süre geçtikten, yani İsa (a.s) bebeklikten çıktıktan sonra kavimlerine döndüklerini söyleyebiliriz. Aradan ne kadar zaman geçtiği konusunda net bir rakam vermek elbette mümkün değildir, ancak ne kadar bir zaman geçmiş olabileceği konusunda, Yahya (a.s) ile ilgili ayetleri okumak sureti ile fikir sahibi olmanın mümkün olduğunu düşünmekteyiz.

Meryem s. 27. ayetinde geçen "Böylece onu taşıyarak kavmine geldi" cümlesinde geçen tahmiluhu kelimesine İsa'nın bir bebek olduğu kabulü içinde anlam verilmeye çalışılmış, onu kucağında taşıyarak getirdiği şeklinde yorumlara sebep olmuştur. Kelimenin Kur'an'da geçtiği başka ayetlere baktığımızda bize farklı bir bakış açısı kazandıracaktır. 

[009.092] Binek temin etmen için (litahmilehüm) sana geldiklerinde: «Sizi bindirecek bir şey (ahmiluküm) bulamıyorum» deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle gözyaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir.

Tevbe s. 92. ayetinde geçen kelimeye baktığımızda bu kelimenin binek hayvan ile ilgili olarak kullanıldığını görmekteyiz. Yani Meryem'in İsa'yı taşıyarak kavmine getirmesini, onu sadece kucağında getirmesi olarak değil, binek üzerinde getirmesi olarak ta anlamak mümkündür. Kucağında taşıyarak getirmesi şeklindeki yorumlar, yine onun bir bebek olarak kavmine geldiği şeklindeki ön kabulün bir sonucudur.

Meryem s. 28. ayetinde kavmi tarafından Meryem'e gösterilen tepkiye karşılık, 29. ayette Meryem'in oğlunu işaret ettiğini görüyoruz. Meryem'in bu işaretine karşı kavmi ona "beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz" diyerek itiraz etmektedirler. Ayet içinde geçen Sabiyyen kelimesi, Kur'an içinde bir başka yerde sadece Yahya (a.s) ile ilgili olarak geçmektedir. 

[019.012] Ey Yahya, Kitab'a kuvvetle sarıl. Sabi iken ona hikmet verdik.

Sabi; Henüz ergenlik çağına erişmemiş kişiler için kullanılan bir kelimedir. İsa (a.s) ın sabi bir halde olmasının anlamının, Yahya (a.s) ın sabi bir halde kendisine hikmet verilmiş olması ile birlikte okuyarak anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Kavminin ona karşı böyle bir kelime kullanmış olması, onun bebeklikten çıkmış olmasını göstermesi açısından önemli bir ifadedir.

Ayet içinde Yahya'ya yapılan huzil kitabe bi kuvvetin hitabının bir benzerinin İsrailoğullarına da yapıldığını görmekteyiz (2.63-93/ 7. 171). Buradan anlaşılabilecek olan nokta, Yahya'nın kitap ile mükellef olması ve o yaşta iken elçilik ile görevlendirilmiş olmasıdır. Bu da bize göstermektedir ki , Sabi olarak tanımlanan bir kişinin akıl baliğ bir hale gelmiş olması gerekmektedir.

Ayrıca Yahya'ya hikmet verilmesi ile ilgili olarak, bu kelimenin geçtiği diğer ayetlere baktığımızda, bu kelimenin elçiler ile ilgili kullanıldığını görmekteyiz.

[021.074] Lut'a da hüküm ve ilim verdik; onu, çirkin işler işleyen kasabadan kurtardık. Doğrusu onlar yoldan çıkmış kötü bir kavimdi.
[021.079]  Süleyman'a bu meselenin hükmünü bildirmiştik; her birine hüküm ve ilim verdik. Davud ile beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları Biz yapmıştık.
[026.021]  Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni resullerden kıldı.

Maaleseftir ki tefsircilerimiz, Yahya (a.s) a sabi halde hikmet verilmesini onun elçi ve kitap ile mükellef olması olarak yorumlarken, aynı kelimenin kullanıldığı İsa (a.s) için beşikte konuşan bir bebek olarak yorumlamak çelişkisine düşmüşlerdir. 

Halbuki Yahya için kullanılan sabi kelimesinin ne anlama gelebileceğini düşünerek, aynı kelimenin İsa için de kullanılmasını dikkate alan yorumlar yapılmış olsaydı, ya İsa'nın bebek halde iken konuştuğu iddiasının bir benzerinin Yahya için getirilmesi gerektiğini, veya Yahya'nın sabi halde elçi olmasının onun belirli bir yaşa erişmiş olduğu dikkate alınarak, İsa'nın da sabi olmasından onun da belirli bir yaşa sahip olduğu çıkarılabilirdi.

Yine bu noktada İsa (a.s) için kavminin onun için kullandığı fil mehdi (beşikte), ve Al-i İmran s. 46 ve Maide s. 110. ayetlerinde geçen fil mehdi ve kehlen (beşikte iken ve yetişkin iken) kelimelerinin onun bebek iken konuştuğuna delil teşkil ettiği, dolayısı ile onun bebek çağının daha üzerinde olan bir yaşa sahip olduğu iddiasının yanlış olduğu ortaya atılabilecektir.

Bu konu ile alakalı olarak Prof. Dr. Murat Sülün henüz yayınlanmamış olan Allah'ın Yardımı Meselesi adlı kitabında şunları söylemektedir;

"Sözgelimi beşikte iken konuşması… Bir bebek, ağlayarak, tepinerek vs. meramını iletebilir ise de, karşısındaki ile lisanî anlamda iletişim kuramayacağı açıktır; kolektif akıl ve bilimsel veriler bunu gerektirir. Dolayısıyla, İsa’ya atfedilen bildiğimiz anlamda bir konuşma –şayet sabitse- hāriku’l-âde bir şeydir. Fakat konuşmanın içeriğine dikkat edilirse, İsa’nın “bebekken kitap sahibi bir peygamber olmadığı” aşikârdır. Bu ancak mecazen olabilir, yani “ileride verecek” mealinde tahakkuk-ı vukū‘una binâen ve bi‘tibâri mâ yeûlu ileyh. Oysa mezkûr sözleri “İsa’nın tüm hayatı boyunca söylediklerinin özeti” olarak kabul ettiğimizde, ibare hakikat anlamıyla düşünülebilmektedir. Bu konuşma nakledilirken, فقال [Bunun üzerine İsa da şöyle dedi] değil de, قال [İsa demiştir ki] buyrulması bu anlamı destekler niteliktedir. Ayrıca, “beşikteki” ifadesinin “yetişkin olmayan” anlamına gelebileceği, “çocuk” kelimesinin iddialı gençler için ukala yaşlılar tarafından sık sık kullanıldığı da vâkıadır [Oysa akıl yaşta değil, baştadır]. İlim talebinin “beşikten mezara kadar” devam ettirilmesi istenirken de aynı mecaza başvurulduğu, yani tahsilin çok küçük yaşta başladığı anlaşılmaktadır. “Ağzı süt kokuyor” vs. nitelemeler, ilgili şahsın önemsizliğini, “daha dünkü çocuk” olarak nasıl böylesine büyük iddialarda bulunabildiğine şaşıldığını ifade etmek için kullanılmaktadır. İsa Mesih hakkındaki “beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşma” temasında bu tekabül dikkat çekmektedir. Hâsılı; “Ben Allah’ın kuluyum; bana kitap verdi, beni peygamber kıldı…” mealindeki 30-31. âyetlerin açık delaletinden -yani böyle diyebilmesi için, o sırada kendisine kitap ve peygamberlik verilmiş olması gerektiğinden- anlaşılacağı üzere İsa Mesih, “hayatı boyunca” bu gerçekleri haykırmıştır. [Aslında, bu ifadelerin Kur’an’ın farklı bir üslup özelliği olarak, İsa Mesih’e Hazret-i Peygamber’in çağından geriye doğru gidilerek atfedildiği anlaşılmaktadır. Kur’an’da kıssa anlatılırken pratik ve pragmatik bir yaklaşımla Asr-ı Saadet olguları esas alınır. Hazret-i İsa da “Ben Allah’ın kuluyum” ifadesini o esnada yani henüz ‘tanrı’laştırılmamışken söylemiş olmayabilir. "

Sayın hocanın özellikle İsa (a.s) ın beşikte konuşması ile ilgili olarak söyledikleri dikkate değer sözlerdir. 

İsa (a.s) için kullanılan Mehdi (beşikte) ve Kehlen (yetişkin iken) kelimelerinin onun nebi ve resul olması ile ilgili yani ilk andan son ana kadar kavmine neleri tebliğ etmiş olduğunun anlaşılması olarak okumak mümkündür. Çünkü İsa (a.s) ile ilgili ayetlerin merkezinde ona Hristiyanlar tarafında yüklenmiş olan ilahlık misyonunun ret edilmesi yatmaktadır. Onun maide s. 117. ayetinde geçen sorgulama sahnesindeki söylediği sözler önemlidir.

"Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin."

İsa (a.s) hayatı boyunca sadece Allah (c.c) nin rab olduğunu ve ona kulluk edilmesi gerektiğini tebliğ eden elçiler silsilesinin bir halkası olarak yaşamını sürdürmüş, yaşamının sonuna kadar bu yol üzerinde devam etmiştir.

İsa (a.s) ın 30-31-32-33. ayetinde söylediği sözler yine tefsirlerde, neden kavminin annesine attığı iftiraya karşı onu savunan ve temize çıkaran sözler söylemek yerine, Allah'ın kulu ve nebisi olduğunu ve kendisine yüklenen bazı sorumlulukları dile getirdiği tartışılmıştır. Bu durumu, başta söylediğimiz İsa (a.s) ile ilgili ayetlerin onun ilahlığını ret etmek, ve onun bir kul ve elçi olduğunu hatırlatmak merkezli olduğunu dikkate aldığımızda daha kolay anlayabiliriz.

Bu meyanda İsa (a.s) ın doğumu ile alakalı olan Al-i İmran suresi içinde geçen diğer ayetlerin okunması da fayda sağlayacaktır. 

[003.045] Melekler demişti ki: «Ey Meryem! Allah sana, Kendinden bir kelimeyi, adı Meryem oğlu İsa olan Mesihi, dünya ve ahirette şerefli ve Allah'a yakın kılınanlardan olarak müjdeler».
[003.046] «İnsanlarla, beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır ve o, iyilerdendir».
[003.047] Meryem 'Ey Rabbim, bana hiçbir insan dokunmamışken nasıl olur da çocuğum olabilir?' dedi. Dedi ki: 'İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasına karar verince ona sadece «ol» der o da hemen oluverir.'
[003.048] O'na kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
[003.049]  O'nu İsrailoğullarına resul olarak (gönderecek) ve onlara şöyle diyecektir: Ben, size Rabbınızdan bir ayet getirdim. Ben, size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim de Allah'ın izniyle, hemen kuş olacak. Anadan doğma körleri ve alacalıları iyi edeceğim. Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim. Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. Eğer iman edenlerden iseniz; elbette bunda sizin için ayet vardır.
[003.050]  Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin
[003.051]  Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur

Meryem suresinde gördüğümüz Meryem'in hamile kalması ve İsa'nın doğması ile ilgili ayetlerin benzeri, Al-i İmran suresinde bulunmaktadır. Fakat bu ayetlerde farklı bir anlatım üslubu kullanılmakta olduğu görülmektedir. Meryem suresinde geçen ayetlerde İsa (a.s), beşikte olarak ifade edilen bir durumda NEBİ olarak konuşmuş iken, bu ayetlerde yetişkin bir kimse olarak RESUL vasfı ile konuşmaktadır.

İsa (a.s) ın Meryem suresinde Nebi, Al-i İmran suresinde Resul olarak konuşması, üzerinde durulması gereken bir konudur. Allah (c.c) tarafından seçilen beşer cinsinden olan kimselerin tamamının ortak vasıfları Nebi Resul olmalarıdır. Bu kimselerin Allah (c.c) den vahiy almaları onların Nebi  olmalarını sağlarken, aldıkları bu vahyi muhataplarına ulaştırmaları ile ilgili görevleri ise, onların Resul olmalarını sağlamaktadır.

Meryem ve Al-i İmran surelerinde geçen ayetleri birlikte okuduğumuz zaman, İsa (a.s) Sabi olarak yani henüz yetişkinlik çağına gelmediği bir yaşta vahiy ile şereflendirilerek Nebi olmuş, yetişkin çağında ise, Allah (c.c) nin İsrailoğullarına dair olan emirlerini tebliğ etmek görevi ile Resul olmuştur.

Sonuç olarak; İsa (a.s) ın nebi olması ile resul olarak görevlendirilmesi arasında bir zaman farkı olup, onun nebi olarak seçilmesi bebek çağında değil Yahya (a.s) gibi yetişkinlik öncesindedir. Bebek iken konuştuğunun düşünülmesi, Meryem suresi içinde anlatımda doğumu ile annesi ile kavmine gelmesi arasında pek bir zaman farkı yokmuş gibi algılanması sonucunda olduğu kanaatindeyiz. Eğer Mü'minun s. 50. ayeti ve Yahya (a.s) ile ilgili anlatımlar dikkate alınarak annesi ile kavmine gelmesinin anlatıldığı ayetler okunmaya çalışılsa idi, onun bebek iken konuşmuş olması şeklinde tabu haline gelmiş bir inancın hakim olması pek mümkün olmazdı.

Bizim bu düşünceye varmak için kullandığımız yöntemin, İsa (a.s) ın kesin olarak konuşmasının mümkün olmayacağı ön kabulünü ayetlere söyletmeye çalışmak olmadığını tekrar hatırlatmak isteriz. Biz sadece bu konudaki ayetlerin delaleti ile böyle bir düşünce içinde olduğumuzu, bebek iken konuştuğuna dair olan düşüncelerin kesin yanlış şeklinde tarafımızdan mahkum edilmeye çalışılmadığının da dikkati çekmiş olmasını umut etmekteyiz.

Çalışmamızın temelini İsa (a.s) ın doğumu ile kavmine gelişleri arasında belirli bir zaman aralığı olması üzerine kurmaya çalışmış olmamız, İsa (a.s) ın bebek iken konuşmadığını iddia eden kimselerin bu iddialarını ya ilgili ayetleri tahrif etmek cüretini göstermek (Hakkı Yılmaz örneği) ya da bu konuda sadece zanna dayalı olarak ortaya koydukları düşüncelerin tatmin edicilikten uzak olmasındandır.

Yaptığımız çalışmaya dikkat edilirse, İsa (a.s) ın bebekte konuşmadığına dair olan kanaatimizi bu konuşmanın imkansız olması düşüncesi üzerine değil, İsa (a.s) ın annesi ile birlikte kavimlerine daha ileri bir yaşta dönmesi üzerine, Kur'an içinden ayetler getirmek sureti ile kurmaya çalıştık.

Çalışmamızı okuyan bazı kimselerin, Artık bu da mucizeleri inkar etmeye başlamış gibi ön yargılı ifadeler kullanmak yerine iddialarımızı nasıl bir temele oturtmaya çalıştığımızı dikkate almalarını temenni etmekteyiz.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


21 Nisan 2017 Cuma

Lut (a.s) ın Kavmine Kızlarını Teklif Etmesi Hakkında Bir Mülahaza

Lut (a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte aynı zaman dilimi içinde yaşamış, elçi olarak gönderildiği kavmi ise, bilindiği üzere kadınları bırakıp erkeklere yaklaşması nedeniyle helak edilmiştir. Onun Kur'an'da anlatılan kıssasında, o kavmi helak etmek için gelen elçilerden cinsel isteklerini tatmin isteyen kimselere, o elçilere dokunmamaları için kızlarını teklif etmesi, bazı kimselerde soru işareti bırakmış, kalbinde hastalık bulunan kimselerde ise, Lut (a.s) ın kavmine kızlarını pazarlamak istediği gibi ahlaksızca düşünceler doğurmuştur.

Bu yazının amacı, kalbinde hastalık bulunanların iddialarını ret etmek üzerine değil, bazı Kur'an okuyucularının kafalarında oluşan istifhamlara cevap vermeye çalışmak olacaktır. Bazı Kur'an okuyucuları bu konuda kafalarında oluşan istifhamları izale etmek için, bu konu ile ilgili ayetlerin yanlış meallendirildiği gibi bir iddia içine girmekte, fakat Kaş yaparken göz çıkarmak misali, işi daha da çıkmaza sokmaktadırlar. 

Lut (a.s) ın kavmine kızlarını teklif etmesi ile ilgili ayetler, onun kıssasının anlatıldığı Hud ve Hicr surelerinde geçmektedir.

وَجَاءهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِن قَبْلُ كَانُواْ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ قَالَ يَا قَوْمِ هَؤُلاء بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُواْ اللّهَ وَلاَ تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ

قَالُواْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا فِي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّ وَإِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُرِيدُ

[011.078] Lût'un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. (Lût): «Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır; sizin için onlar daha temizdir. Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!» dedi.

[011.079] Dediler ki: «Andolsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz olmadığını sen de bilmişsindir. Bizim ne istemekte olduğumuzu gerçekte sen biliyorsun.»

قَالَ هَؤُلاء بَنَاتِي إِن كُنتُمْ فَاعِلِينَ

[015.071] Dedi ki: «Eğer yapmak-istiyorsanız, işte bunlar, benim kızlarım.'

İbrahim (a.s) erkek çocuk müjdesi verdikten sonra Lut (a.s) ın kavmine gelen elçilerin etrafları, o kavmin sapkın emellerini gerçekleştirmek isteyen kimseler tarafından sarılır. Lut (a.s) kendisine gelen misafirlere musallat olmak isteyen kavmine karşı kızlarını teklif eder. Onun bu teklifi yukarıdaki ayetlerde anlatılmaktadır.

Lut (a.s) ın Benati (kızlarım) ifadesini kullanması, teklif ettiği kızların kendi eşinden doğma kızları değil, var ise kendi kızları da dahil olmak üzere, kavminin bütün kızları için böyle bir ifade kullandığını düşünmenin daha makul bir yaklaşım olacağını, bu noktada hatırlatmak isteriz.

Lut (a.s) ın kavmine kızlarını teklif etmesi ve o kızların, kavmi için ETHARU (daha temiz) olduğu  ifadesini kullanması, o kavmin erkeklerinin, erkeklere değil kadınlara yaklaşmasının fıtrata uygun olduğunu hatırlatmaktadır. Hud suresinde daha teferruatlı biçimde gördüğümüz bu teklifin anlaşılmasında, Hud s. 79. ayeti içinde geçen HAKKİN kelimesi anahtar konumdadır. 

Lut (a.s) ın kavmine kızlarını teklif etmesine karşılık olarak kavminin ona "Ant olsun, senin kızlarında bizim haktan bir şeyimiz olmadığını sen de bilmişsindir" şeklinde bir cevap vermesi, Lut (a.s) ın kavmine teklif ettiği kızlarla HAK üzere yani Allah'ın helal kıldığı bir birliktelik kurulması gerektiğini söylemiş olmasının anlaşılmasını gerektirmektedir. Lut (a.s) kavmine kızlarla hak ölçüsünden birliktelik kurmalarını öğütlememiş olsa idi, kavminin böyle bir cevap vermesi mümkün olmazdı.

Bir kadın ile beraber olmanın HAK üzere olması, onunla nikah akdi yapmak sureti ile olduğu herkesçe malumdur. Lut (a.s) da kavmine erkeklere yaklaşmaktan vazgeçerek, kavminin kızları ile nikah akdi yapmak sureti ile beraber olabileceklerini söylemeye çalışmıştır. Lut (a.s) ın kavmine kızlarını nikahsız beraberlik kurabilecekleri yönünde bir söz söylemiş olabileceğini düşünmek, ancak kalbinde hastalık olanların düşünebileceği bir şeydir.

Lut (a.s) kıssasını iyi niyetle okuyan bir kimsenin, Lut (a.s) ın kavmini erkeklere yaklaşmalarının çirkin olduğunu her fırsatta söylediğini okuyarak, kendisine gelen misafirlerden ellerini çekmeleri için kavminin kızlarına yönelmelerini teklif etmesini, onun kavmini homoseksüellik ahlaksızlığı yerine başka bir ahlaksızlık türü olan zina yapmaya yöneltmiş olmasının mümkün olamayacağını anlaması zaten imkansız değildir.

Sonuç olarak; Lut (a.s) kendisine gelen misafirlere el sürmemeleri için kızlarını teklif etmesi, onlarla HAK üzere bir beraberliklerinin olması gerektiğini yani evlilik yolu ile birliktelik kurmalarını teklif ettiğini anlamamak için, ancak bu kitaba düşman olmak gerekmektedir. Bu kitabın hidayet rehberi olduğuna iman etmiş olan bir kimse, Allah (c.c) tarafından elçi olarak seçilmiş, ve o kavmi her türlü pislikten kurtulmaları için gecesini gündüzüne katan bir kimsenin, kavminin erkeklerle olan ilişkisinden vazgeçmeleri için, başka bir ahlaksızlık olan zina yapmalarını teklif etmesi asla mümkün değildir.

Böyle bir çalışma yapmamızdaki gayelerden bir tanesi de, Kur'an içindeki kelimelerin anlamaya olan katkısına dikkat çekmeye çalışmaktır. HAK kelimesini dikkate alan bir okuma yaptığımızda, Lut (a.s) ın kızlarını kavmine teklif etmesinin ne anlama geldiği kolaylıkla anlaşılmaktadır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

6 Mayıs 2016 Cuma

Hud s. 53. Ayeti : Hud (a.s) Kavmine Beyyine İle Gelmedi mi ?

"Müşkilül Kur'an" , tefsir usulü ile ilgili kitaplarda yer alan , ayetler arasında çelişki olduğu gibi bir durum oluşmasına sebep veren bazı durumlarda , bu durumun nasıl çözülebileceğine dair bilgileri kapsayan bir bölümdür. Kur'an ayetleri arasında bir çelişki olmadığına göre (4.82) , çelişki gibi görünen ayetlerin arasındaki işkal'in nasıl giderilebileceği , bu bölüm altında verilen bilgiler ile anlatılmaktadır. 

 Bu yazımızda böyle bir işkal olduğunu düşündüğümüz Hud s. 53. ayetini ele alarak ,  ayette ki işkal'in nasıl giderilebileceği üzerine düşüncemizi paylaşacağız. 


[011.053] «Ey Hûd» dediler. «Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz. Sana iman edecek de değiliz.»

Kavmi Hud (a.s) a bu ayette beyyine getirmediği için , ilahlarını terke etmeyecekleri söylemektedirler. Oysa başka ayetlerde Ad kavmine beyyine gelmiş olduğunu haber vermektedir. 

[009.070] Onlara, kendilerinden öncekilerin Nuh, AD, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? ONLARA RESULLERİ BEYYİNELER İLE GELMİŞLERDİ. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmetmektelerdi.

[014.009] Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, AD ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah'tan başkası bilmez. RESULLERİ ONLARA BEYYİNELER İLE GELMİŞLERDİ de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: «Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırmakta olduğunuz şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.» 

Hud s. 53. ayetinde Ad kavminin Hud (a.s) a "Bize beyyine ile gelmedin" demelerine karşılık , Tevbe s. 70. ve İbrahim s. 9. ayetlerinde Ad kavmine de beyyine geldiği haber verilmektedir. Dikkatli bir okuyucunun, bu ayetlerde ortaya çıkan durumu nasıl okumak gerektiğine dair kafa karışıklığı yaşaması muhtemeldir

Tefsir usulünde "İşkal" olarak isimlenerek ortaya çıkan durum , bir ayette beyyinenin gelmediği , diğer ayette ise beyyinenin geldiğinin verilmiş olması ile ortaya çıkan çelişkili durumdur. 

Kur'andan çelişki asla olmayacağına göre Hud s. 53. ayetindeki işkal  nasıl çözülebilir ?.

Kur'an okumalarında en önemli husus olan , bir konu ile ilgili  ayetlerin Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek okunması, burada önem kazanmaktadır.

Hud s. 53. ayetini , Enfal ve İbrahim surelerindeki Ad kavmine beyyinenin gelmiş olduğunu dikkate alarak okumak gerekmektedir. 

Hud s. 53. ayeti , konu ile alakalı olan diğer iki ayet dikkate alınarak nasıl okunabilir ?. 

Enfal ve İbrahim surelerinde kendilerine beyyine gelmiş olduğunu öğrendiğimiz Ad kavmi , elçileri olan Hud (a.s) a söyledikleri "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" sözünü , aslında Ad  kavmine  beyyinenin gelmiş olduğu , fakat Ad kavminin kendilerine gelmiş olan bu beyyineyi "Yok" hükmünde sayarak kabul etmediklerini ifade etmek için kullandıkları şeklinde okumak gerekmektedir.  

Yani Hud (a.s) Ad kavmine beyyine ile gelmiş , fakat Ad kavmi kendilerine gelen bu beyyineyi onun elçiliğinin bir kanıtı olarak kabul etmedikleri için kabul etmemişler , Hud (a.s) ile kendilerine gelmiş olan beyyineyi kabul etmediklerini ifade etmek için "Sen bize bir beyyine ile gelmiş değilsin" demektedirler. 

Sonuç olarak ; Kur'an okumalarında önemli bir usul olan Kur'an bütünlüğünü gözeterek okumak prensibi uygulandığında , iki ayet arasında çelişki gibi bir görünün durumun nasıl çözülebileceğine örnek olması için Hud s. 53. ayetini ele almaya çalıştık. Şurası unutulmamalıdır ki , ayetler arasında çelişki gibi görünebilen bir durumda , çelişkiyi çözmek için Kur'anın bütününe hakim olan bir okuma yapmak gereklidir. Bütünlük gözetilmeden yapılan okumalarda, bazı işkallerin ortaya çıkması muhtemel olup , bu işkaller konu ve Kur'an bütünlüğü ile kolayca çözülebilir.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.