RESULE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RESULE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2018 Çarşamba

Resule İtaat Edin Emrinin Bugünkü Muhataplar Açısından Anlamı Üzerine

Kur'an'ın bir çok ayetinde Allah (c.c) nin "Allah'a ve Resulüne itaat edin" mealinde verdiği emirler, herkesçe malumdur. Bu emirlerin anlaşılması ve uygulanması ilk muhataplar nezdinde herhangi bir sorun teşkil etmemiş olmasına karşın, sonraki nesillerde değişen din algıları neticesinde, özellikle "Resule itaat edin" emri konusu üzerinde bir takım spekülasyonlara gidildiği, bunun sonucunda ise bu emrin bugün, hadis kitaplarındaki rivayetlere itaat etmek şeklinde anlaşıldığını görmekteyiz. Yazımızda, "Resule itaat edin" emrinin sonraki muhataplar olan bizler nezdinde nasıl bir yere oturması gerektiği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bir insanın Allah (c.c) tarafından Resul olarak görevlendirilmesinin ne anlama geldiğinin bilinmesi, bu görevi yüklenen kişinin görev ve yetki alanının sınırlarının belirlenmesi, bugün bu emrin nasıl anlaşılması konusunda bizlere yardımcı olacaktır.

Allah (c.c) nin Nebi Resul olarak tanımladığı kimseler, onun kullarına dair olan emir ve yasaklarını iletmekle görevli, bizler gibi beşer cinsinden kimseler olmaları nedeniyle de o emirler ile kendilerinin de muhatap ve sorumlu oldukları kişilerdir. Allah (c.c) biz kulları ile Nebi Resul olma görevini yüklediği bazı kullarına vahyetmek sureti ile konuşur. Nebi Resul vasfına sahip olan kimseler, Allah (c.c) nin yetki alanına giren konularda herhangi bir söz söylemek ve hüküm koymak yetkisine sahip değillerdir. Bu durumun bugün farklı bir şekilde anlaşılması, Muhammed (a.s) ın konumunun daha üst bir dereceye, neredeyse ilahlık derecesine yükseltilmesine sebep olmuştur.

[006.050]  De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

Kur'an içinde geçen "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emri içinde geçen "Ve" bağlacının Allah ve elçiyi birbirinden ayırdığı, dolayısı ile elçinin görev ve yetki sınırlarının Allah (c.c) ile eşit olduğu gibi bir düşünceye ilk muhataplar sahip değildi. Çünkü elçi hayatta ve aralarında idi. Elçi, ashabının arasında iken onlara Allah'tan gelen vahyi okumakta, ashap ise onun elçilik görevi dahilindeki emirleri ile, devlet başkanı veya ordu komutanı olma görevi arasındaki farkı bilerek hareket etmekte idi. 

[033.036] Allah ve Resulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim Allah'a ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.

Ashabı, onun Nebi Resul olarak kullandığı yetkiler konusunda herhangi bir seçim hakkına sahip olmadıklarını bilirken, bu görevinin dışında kullandığı yetkiler konusunda seçim hakkına sahip olabileceklerini düşünerek, bazı karşı tezler ortaya koyabilmekteydi. Uhut harbi öncesinde Muhammed (a.s) tarafından önerilen savaş taktiğine karşı, ashabın da karşı bir tez getirmesi, ve ashabın önerdiği savaş taktiği planının kabul edilmiş olması buna bir örnektir. Şayet Muhammed (a.s) tarafından önerilen savaş taktiğinin vahye dayalı olduğu düşünülmüş olsa idi, ashap tarafından ona böyle bir itiraz asla getirilmez, onun önerisi itiraza uğramadan kabul edilirdi.

Bu ve benzeri örnekler, ashabın bugün bazı Müslümanlar arasında yaygın bir inanç olan, "Onun ağzından çıkan her söz vahiydir" gibi bir inanca sahip olmadıklarını göstermesi açısından ibretli bir örnektir.

İlk muhataplarca "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emri içindeki Ve bağlacının Allah'ı ve Resulü birbirinden ayırdığı, Resulün de hüküm koyma konusunda Allah (c.c) gibi olduğu düşünülmezken, Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı din algıları, bu bağlacın Allah'ı ve Resulü birbirinden ayırdığını iddia etmeye, dolayısı ile Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi teşri yetkisine sahip olduğunu söylemeye başladılar. 

Ancak burada Muhammed (a.s) ın ölmüş olması gerçeği vardı, ve aynı zamanda ölü bir elçiye itaatin nasıl gerçekleşeceği sorusunun cevabının verilmesi gerekmekte idi.

Resul görevini üstlenmiş olan kişilerin en önemli özellikleri onların vahiy sayesinde böyle bir vasfa nail olmuş olmalarıdır. Bu nedenle vahiy olgusu bir kenara bırakılarak onların kimliklerinin öne çıkarılması doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Resul ve vahiy, et ile tırnak gibi birbirinden ayrılmaz parçalar olup, onları vahiyden soyutlayarak kendilerini öne çıkarmak demek, İsa (a.s) örneğinde olduğu gibi insanların şirke düşmeleri demek anlamına gelecektir.

[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

Kur'an ayetlerinde geçen 
Allah'a ve Resulüne itaat edin emrindeki asıl vurgu, Allah'a itaat etmektir. Resule itaat etmek demek, Allah adına konuşmak yetkisine sahip olması bakımından Allah'a itaat etmek demek anlamına gelir. Cümle içindeki ve bağlacının Resule ayrı bir teşri yetkisi tanıdığı bir anlamı yoktur. Aksini iddia etmek demek, Resulü Allah ile aynı kefeye koymak anlamına gelecektir. Allah'a itaat etmenin yolu, Resulü aracılığı ile gönderdiği vahye itaat etmek anlamına gelmesinden, ve Muhammed (a.s) ın da yaşayan bir kimse olmasından ötürü böyle bir emir verilmiş olması söz konusudur.

Bugün artık Muhammed (a.s) aramızda yoktur, onun aramızda olmaması, ona itaat etmenin nasıl gerçekleşeceği sorusunu beraberinde getirmiştir. 

Bugün bu emrin Müslüman hayatında nasıl gerçekleşeceği sorusuna verilen ağırlıklı cevap ise, "Allah'a itaat Kur'an'a itaat, Resule itaat ise hadislere itaattir" şeklindedir. Böyle bir cevap ise bugün karşımıza bir çok problemi çıkarması açısından hatalı bir düşüncedir. Şöyle ki:

"Allah'a ve Resulüne itaat edin" emrinin fıkhi boyutunu düşündüğümüz zaman, bu emrin karşılığı "Farz" hükmündedir. Yani Allah (c.c) kendisine ve elçisine uyulmasını bizlere farz kılmaktadır. Bu farziyetin ilk muhataplar açısından hayata geçirilmesi şu şekilde olmuştur:

Allah'a ve Resule itaati emreden ayetlerin ayetlerin Medine'de nazil olması da ayrıca dikkat çekicidir. Bu emirler genelde vahyi kabul etmeyenleri değil, vahyi kabul eden müminleri muhatap almakta, onlara yol göstericilik yapmakta idi. Muhammed (a.s) artık Medine'de hem elçi, hem devlet başkanı, hem de ordu komutanlığı gibi vazifeleri de yüklenmiş olmasının Resule itaat edin emri ile ilişikli olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır.

Allah (c.c) elçisine bir konuda vahyetmiş, elçi bu vahyi ashabına bildirmiş, ashap ise bu vahye uymuştur. Resulün vahyi uygulama konusundaki herhangi bir hatası olduğunda ise, vahiy ile uyarı gelmiş ve hata düzeltilmiştir. Yani Resulün fiilleri olan sünnet, sözleri olan hadis konusunda eğer bir hatalı davranışta bulunmuş ise, bu hata anında düzeltilmekte idi. Resul hayatta iken bu konuda herhangi bir problem yok iken, resule itaat emrinin yerine getirilmesinin o öldükten sonra hadislere yüklenmiş olması bir takım problemleri beraberinde getirmiştir.

Resule itaatin hadislere yüklenmesi ile ortaya ne gibi problemler çıkmıştır?.

Yukarıda Resule itaatin fıkhi açıdan hükmünün farz olduğunu söylemiştik. Şayet bugün Resule itaat demek hadislere itaat demek ise, hadislere itaat etmekte aynı şekilde farz hükmündedir. Hadislere itaatin farz olmasını iddia etmek ise başka problemleri getirmektedir.

Hadislere itaatin farz olduğunu iddia etmek, beşer sözü ile Allah sözünü aynı kefeye koymak anlamına gelmektedir. Sahabe herhangi bir senet zinciri olmadan anında Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bazı sözleri işitmiş olmasına rağmen, bu sözlerin bir kısmına vahiy olmadığı için itiraz etmiş olması, onların beşer sözü ile Allah sözünü aynı kefeye koymadıklarını göstermektedir.

Bugün hadis kitaplarında bulunan ve Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin tamamının, onun tarafından söylendiği asla kesin bir bilgi değildir. Ona atfedilen sözlerin sahih olup olmadığı, hadisçiler tarafından belirlenmiş kriterlere göre yapılmakta, bir hadisin sahih olup olmadığı, kişisel kriterlere göre karar verilmektedir. Buna göre aynı hadis için iki ayrı hadisçinin görüşleri farklılık gösterebilmekte, bir hadisçi tarafından sahih olarak görülen hadis, diğer hadisçiye göre sahih olarak görülmeyebilmektedir.

Kişisel kriterlerin söz konusu olduğu hadisin sahihliği meselesinde ortaya çıkan problem şu dur; Sahih olduğu düşünülen hadise itaatin farz olması, sahih olmadığı düşünülen hadise itaatin farz olmamasını gerektirmektedir. Bu durumun aynı hadis karşısında Sahihtir veya Sahih değildir şeklinde hüküm veren hadisçiler büyük bir kaosa yol  açacağı malumdur. Bu duruma göre bir hadisi sahih kabul etmeyerek ona itaat etmeyen bir hadisçi, aynı hadisi sahih olarak kabul ederek ona itaati farz olarak kabul eden hadisçiye göre Kafir durumuna düşebilecektir.

Elimizdeki mevcut hadis külliyatında hadisçiler tarafından sahih olmadığı düşünülen bir çok hadisin bulunduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, hadislere karşı böyle bir hüküm yüklemenin ne kadar sakıncalı olduğu da böylece ortaya çıkmaktadır.

Öyleyse Resul hayatta iken Resule itaat edin inen emrinin çerçevesinin, onun diri olması ve bulunduğu toplum içinde sadece Resul olmasının haricinde devlet başkanı ve ordu komutanı olması ile yakından ilişkili olduğu hatırdan çıkarılmadan bu ayetler üzerinde düşünülmelidir. 

Bugün ise Resule itaati emreden ayetlere karşı bakışımız onun ölü olmasını dikkate alarak olmalı, yaşamayan bir elçiye itaatin nasıl olabileceği üzerinde düşünülmeli, bu itaatin gerçekleşme şeklinin ancak ona inen vahiy, onun ve diğer elçilerin yaptıklarını beyan eden Kur'an ayetleri dikkate alınarak anlaşılmalıdır.

Muhammed (a.s) ve diğer elçilerin örnek alınması gereken yönleri zaten Kur'an içinde yeterinde bulunmakta, Kur'an içinde olmayan ve bugün bir çok Müslüman tarafından Peygamber Sünneti olarak bilinen bir çok şeyin sünnet ile alakası bile olmadığı, sakal, sarık, misvak, sağ elle yemek v.s gibi sünnet diye ihdas edilen şeylerin ortaya çıkardığı en büyük tehliken asıl sünnet olan elçilerin şirk ile olan mücadele örnekliklerinin önünü kapattığı artık anlaşılmalıdır.

Hatırdan çıkarılmaması gereken nokta, Kur'an ayetlerinin ilk muhataplarının Muhammed (a.s) ve onun etrafında olan iman eden ve etmeyenler olduğudur. Bizler bu ayetler ile ilk muhatap değil, dolaylı muhataplarız. Kendimizi ilk muhataplar yerine koyarak okuduğumuz bir Kur'an, bazı yerlerde bizlerin bir takım problemlere düşmemizi beraberinde getirecektir. 

Sonuç olarak: Allah (c.c) nin Resule itaat etmeyi emrettiği ayetlerin ne anlama geldiği öncelikle, ilk muhataplar açısından okunmalı ve anlaşılmalı, sonrasında ise bize dair ne gibi mesajları olabileceği üzerinde düşünülmelidir. 

Resule itaati emreden ayetlerin anlama çalışmalarında onun ölü ve aramızda olmadığı gerçeği göz önünde bulundurulmalı, diri iken inen ona itaati emreden ayetlerin onun devlet başkanı ve ordu komutanı olmasına da dikkat çektiği bilinmelidir. 

Resule itaat etme emrini, bugün rivayet kitaplarına itaat etmek olarak anlamak, Allah sözünü beşer sözüne indirmek anlamına gelecektir.

Bugün Resul vasfına sahip olmayan bir kişiye itaatin nasıl olabileceği ise, o kişiye Allah (c.c) tarafından yüklenen Resul olma görevi çerçevesinde bakılmalıdır. Böyle bir göreve sahip olan kimseye itaat etmeyi, onun adına söylenen sözlerin toplandığı rivayet kitaplarında değil, ona inen vahyin içinde aramalıdır.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Nisan 2017 Çarşamba

Nisa s. 80: Resule İtaat Edin Emirlerinin Doğru Anlaşılmasında Anahtar Ayet

Allah (c.c) alemlere rahmet ve hidayet olarak gönderdiği kitabının bir çok yerinde bizlere Allah'a ve resulüne itaat edin şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerde geçen ve bağlacının Allah ve resulü birbirinden ayırdığı, Allah'a itaat edin emri ile Kur'an'a itaatin emredildiği, Resule itaat edin emri ile onun söylediği rivayet edilen hadislere itaat etmenin emredildiği yönündeki düşüncelerin ağırlıkta olduğu bilinmektedir. 

Fakat Allah (c.c) nin itaat konusunda kendisine ait yetkilerin bir kısmını, beşer cinsinden hiç bir kul ile paylaşmayacağı, beşer cinsinden elçi olarak  seçtiği insanlara yüklediği vazifenin kendi emirlerini tebliğ etmek ve yaşamak ile sınırlı olduğunu dikkate aldığımızda, Muhammed (a.s) a yüklenen bu görev bazı sakıncalar doğurmaktadır.

İslam dünyasında Ehli Hadis  düşüncesinin hakim olması, elçi merkezli din anlayışının öne çıkmasına sebep olmuş, elçi ile onu gönderen aynı kefeye konulmak sureti ile Kur'an'ın din de belirleyici olarak görülmediği bir din anlayışı geliştirilmiştir. Bu konuda en büyük yanlışlık, itaatin asıl kime olması gerektiği noktasında yapılmaktadır. Allah (c.c) kendisine itaat edilmesi için gerekli olan emirleri, biz insanlar içinden seçtiği elçiler yolu ile bildirmektedir. Elçilerin bu noktadaki görevi, elçi olmaları bakımından Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ etmeleri, insan olmaları bakımında ise aynı emir ve yasaklara uymanın nasıl gerçekleşmesi gerektiği insanlara yaşayışı ile örnek olmaktır.

Hal böyle iken Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı algılar, mesajın değil mesajı getirenin öne çıkarılmasına sebep olmuş, ve bu noktada bazı ayetlein delil olarak sunulma ihtiyacı doğmuş ve Allah ve elçisine itaat edilmesine emredilen ayetlerin, elçinin ayrı bir hüküm koyucu konumuna sahip olduğu, ve aynı Allah (c.c) gibi haklara sahip olduğunun, bu ayetler ile beyan edildiği yönünde iddialar ortaya atılmıştır. 

Nisa s. 80. ayeti, Allah ve resulüne itaat etmenin ne anlama geldiğini açık ve net olarak gösteren ve bu konudaki diğer ayetleri anlamanın anahtar bir ayetidir. Bu ayet doğru olarak anlaşıldığında, elçinin konumu hakkında ortaya atılan düşüncelerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünülecektir.

[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına gözcü olarak göndermedik!

Bu ayet, din de asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğunu, bu itaatin yolunun ise, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden resulden geçtiğini beyan etmektedir. Allah'a itaatın yolunun resul den geçmesi ise, onun aracılığı ile Allah tarafından vahyedilen emir ve yasaklara itaat etmekten geçmektedir. Elçilerin asıl görevlerinin Allah (c.c) tarafından kendilerine yüklenen görevi yerine getirmek olduğu anlaşıldığı zaman, ona yüklenen ilave görevlerin ne kadar yanlış olduğu da anlaşılacaktır.

Sonuç olarak; Yüzlerce yıl öncesi Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinden iki başlı bir din anlayışı çıkarmak hatasına düşülmesinden ötürü, elçinin dinde ortak duruma gelmesi gerektiği gibi bir ön yargıya varılmış, bazı ayetleri bu yönde tevil etmekle ile, belki kıyamete kadar sürecek bir kargaşanın temelleri atılmıştır. 

Nisa s. 80. ayeti, Kur'an içinde bir çok yerde geçen, Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinin doğru anlaşılmasında anahtar konumda bir ayettir. Bu ayet, kul için asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğu, bu itaatin yolunun ise onun seçtiği beşer elçiler ile kullarına ilettiği vahye uymaktan geçtiğini bildirmektedir. 

Beşer cinsinden seçilmiş olan elçilerin Allah (c.c) ile herhangi bir görev ve yetki paylaşımı gibi bir durumda olmadıklarının anlaşılmadığı sürece, yüzlerce yıldır devam eden ve büyük sıkıntıların doğmasına sebep olan yanlış elçi anlayışının düzelmesi ancak hesap gününe kalacaktır. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

4 Temmuz 2011 Pazartesi

ALLAH'A VE RESULE İTAATİN ÖLÇÜSÜ

Kur'anı kerimin bir çok ayetinde rabbimiz bizlere "Allaha ve resule itaat edin" şeklinde  emirler vermektedir. bir kısım müslümanlar bu ayetin açılımını Allaha itaat kitabına itaat, resule itaat ise hadislere itaat etmek şeklinde anlamış ve bu düşüncelerine bazı ayetler ve hadisler yarmıdıyla destek bulmaya çalışmışlardır.Bazı konulardaki ölçüyü kaçırma rahatsızlığımız bu konuda zirveye çıkarak maalesef tavan yapmıştır.

Necm suresi 3ve 4 ayetlerini onun her sözü vahiydir diye anlayarak hadisleride namazlarda okunmayan vahiy(vahyi gayri metluv) yaparak sözlerini kur'ana eşdeğer tutma yoluna gitmişlerdir. Hadis literatüründe "erike hadisi " diye meşhur olan bir rivayette kendisine kur'anın ve bir benzerinin verildiği ve kendisinin haram kılmasının Allahın haram kılması gibi olduğu , bir kişinin koltuğunda rahat bir vaziyette "ben kur'andan başka bir şeye tabi olmam "diye bir söz söylememesi şeklinde bir rivayetle minareyi çalmadan önce kılıfını uydurmuşlardır.Hadis usulunde , isnad bakımından bile problemli olan bu hadis bazıları için bir can simidi mesabesindedir. 

Hayber fethi sırasında söylendiği rivayet edilen bu hadisin ravi zincirinde bile problem olmasına  hiç bakılmadan kendi oluşturdukları söylemi desteklemesine bakılarak hadis sanki ayetle eşdeğer bir duruma getirlmiştir. Bu hadisin ravi zincirindeki iki sahabeden biri olan "ebu rafi" nin rical kitaplarında haybere katılmadığı bildirilmektedir. İkinci sahabe olan "mikdam bin ma'dikeribin ise  hayber fethi sırasında daha çocuk olduğu muhammed as ı görüp görmediği bile tartışmalıdır. İsnad zincirinin başında dahi bu kadar problemli bir hadisin metin tenkidine acaba gerek varmıdır? (erike hadisi ile daha geniş bir açıklama için mehmet emin özavşar'ın  islamiyat dergisi 1998 yılı cilt 1 sayı 3 "polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti"isimli  makalesine bakılabilir. 


Kur'aının bir çok ayetinde rabbimizin "Allaha ve resule itaat edin" şeklindeki emirleri nasıl anlaşılmalıki doğru bir peygamber anlayışını yakalamış olalım. Öncelikle Allah azze ve celle emirlerini yeryüzündeki kullarına iletmek amacıyla seçtiği insanlara verdiği "resul" olma görevinin mahiyetini gene kur'andan öğrenelim. "Resul" kelimesinin ıstılah anlamı "Allahtan aldığı emirleri yeryüzündeki kullarına iletmek amacıyla seçilmiş ve bu emirleri Allahtan aldığı gibi hiçbir ilave yada eksiltme yapmadan kullarına ileten varlıklardır. bu resullluk vasfına Allah azze ve celleden aldığı vahyi muhammed as iletmekle görevli olan cebrailde dahildir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir. peki muhammed as postacımıydı?. buna cevabımızda " muhammed as ne postacıydı nede Allahın yanında haram helal koyma yetkisi olan bir yardımcı ilahtı "şeklinde olur onun "üsvetün hasene" olması ile yardımcı ilah yerine koyulması arasındaki farkı anlamadan doğru bir resul anlayışına maalesef kavuşamayız.  


Muhammed as ı ne postacı durumuna nede onu yardımcı ilah pozisyonuna sokup " Allaha ve resule itaat edin" şeklindeki emirleri nasıl anlayalımki kur'ani bir anlayışa sahip olalım? " Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. Allah'ın kendisine Kitap'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun» demek yaraşır.Size melekleri, peygamberleri Rab olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkar etmeyi mi emredecek?"

Bu  ayetler ali imran suresi 78. 79. 80. ayetleridir. Ayetlerin bağlamından anlaşıldığı üzere ayetler ehli kitap ile ilgilidir .ancak bu ayetler ile müslümanlar olarak bizde muhatabız.Öncelikle muhammed as a haram helal yetkisi tanıyacağız diye vahiy olmadığı halde" hadislerde vahiydir" diyerek  rivayetleri kur'an ile eşdeğer tutma adına ehli kitabın "bu Allah katındandır" şeklindeki iftiralarına hadisleri alet etmişiz.Ve bu şekilde oluturulan ön kabuller neticesinde muhammed as a Allahın vermediği haram helal koyma yetkisini tanımışız. Halbuki rabbimiz üstteki ve daha birçok  ayetlerde kendisiniden başka bir rab edinmenin şirk olduğunu bizlere bildirmiştir. Hal böyle iken kulları üzerinde yegane tasarruf hakkını kendi elinde tutan Allah azze ve celle  muhammed as ı bundan istisnamı tutmuştur? elbetteki hayır. Kur'anın bir çok ayetinde kendisinin sadece  vahyolunana uymakla ve o vahyi Allahın kullarına tebliğle görevli beşer bir resul olduğunu söyleyen kişi gene kur'an tabiriyle "ALLAHI BIRAKINDA BANA KUL OLUN DEMEZ".


Allah azze ve cellenin kullarına resul  olarak bir beşer göndermesinin  kendi emir ve nehiylerini onlara bildirmek ve onlara örnek olmaktan başka bir sebebi olmadığına göre " resule itaat edin " şeklindeki ayetlerin amacı nedir? Resul kelimesinin anlam karşılığının "Allahtan aldığı vahyi kullarına bildirmek" olduğuna  göre "ALLAH AZZE VE CELLE KENDİSİNE İTAATIN ŞARTINI RESULE İNDİRDİĞİ KİTABA BAĞLAMIŞTIR."RESULE İTAAT EDİN " ŞEKLİNDEKİ EMİRİN KARŞILIĞIDA KİTABINI MUHAMMED AS VASITASIYLA KULLARINA ULAŞTIRMASI HASEBİYLE RESULE UYMANIN ALLAHA UYMAK  DEMEK OLDUĞUDUR". Rabbimiz kur'anın hiç bir ayetinde resullerinin kendi koyduğu haram ve helallerin haricinde bir haram ve helal koymasının mümkün olabileceğini söylememiştir. Ancak araf suresi 157. ve benzeri ayetlerin muhammed as ın haram helal koyma yetkisi tanıdığına dair delil getirilmesi ayetlerin bağlamlarından kopartılarak ve oluşturulmuş önkabullerin neticesinde kur'ana bakmaktan başka birşey değildir. Araf s 157. ayetinde daha sonra ilgili ayetlerin ışığında ele alınması gerektiği için bundan sonraki yazımıza bırakıyoruz.


" Allaha ve resule itaat edin " mealindeki ayetlerin Allaha itaat kitaba itaat , resule itaat ise hadisler itaat şeklinde bir anlayış doğrultusunda anlaşılamayacağına  göre bu şekilde bir anlayışın arka planındaki tehlike acaba nedir?.Muhammed as 23 yıllık resulluğü döneminde ağzından din adına birçok söz çıkmıştır.Onun sözleri hadis adı altında elimizdeki rivayet kitaplarında mevcuttur , ancak herkesin malumudurki bu hadisler rivayet kitaplarına ağzından çıktığı şekli ile değil mana olarak aktarılmıştır. Ve bu aktarmalarda birçok problemler oluşmuştur. Bu oluşan problemleri halletmek için hadis ilimleri adı altında bir ilim dalı geliştirlmiştir.Ve bir hadisin sahih olup olmadığı hadisçilerin kendi oluşturdukları kriterler dahilindeki ölçüler ile anlaşılmaya çalışılmıştır. ve bunun getirdiği birçok problem vardır. Bir hadisçi için sahih olan bir hadis öteki hadisçi için zayıf yada uydurna olmaktadır.

Resule itaat edin şeklindeki ayetin karşılığı hadislere itaat şeklinde anlaşıldığı takdirde karşımıza çok daha müşkilatlı bir tablo çıkmaktadır.Bir hadisi kendi kriterine göre sahih olarak gören kişi ile , kendi kriterine göre aynı hadisi sahih görmeyen kişinin durumu o kişinin "resule itaat edin " şeklindeki ayeti kabul etmemesi suçlamasını getirmektedir.Malum olduğu veçhile hadis konusu üzerinde en çok ihtilaf edilen konuların başında gelmektedir.Bir kişi için sahih olan bir hadis öteki için uydurma olmaktadır. Ve o hadisi kabul etmeyen kişinin eden kişiye göre durumu "hadis inkarcısı" olmaktır . Bu hadis inkarcısı yaftasından maalesef içinde sahabelerinde bulunduğu kişilerde dahil olmak üzere kimse kurtulamaz.Çünkü başta hz aişe olmak üzere bazı sahabelerin hadis adı altında kendisine getirdiği sözleri red etmişlerdir.  


Sonuç olarak söylemek gerekirse kur'anda "Allaha ve resule itaat edin " mealindeki ayetleri Allahın kitabından başka bir şeyede itaat şeklinde anladığımız takdirde hadis anlayışları yüzünden herkesin birbirini resule itaat etmemekle suçlaması ve dolayısıyla bir hadisi sahih olarak görenle sahih görmeyenler arasında tarihte ve günümüzdede ortaya çıkan hizipleşmelerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ebu hanifenin, yaşadığı devir içinde ehli hadis tarafından iki defa tevbeye davet edilmesinin sebebi , hadisleri vahiy gören ehli hadis anlayışına karşı olarak onların kabul ettiği bir çok hadisi sahih olarak kabul etmemesidir. İmam buharinin ebu hanife hakkındaki düşüncelerini  acaba kaç kişi kendisini  ebu hanifenin mezhebindeyim  deyipte buharinin sahihini kur'andan sonra ikinci sahih kitap olarak biliyor? yada kaç tane hanefi mezhebi mensubu ebu hanifenin hadis anlayışını biliyor? ilk soruya cevabımız maalesef bir çok kişi buharinin sahihini kur'andan sonra ikinci sahih olarak, ikinci soruya cevabımızda maalesef  çok az kişi kendisini hanefi olarak vasıflandırıp ebu hanifenin hadis anlayışını bilmektedir şeklinde olacaktır. 


EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. VESSELAM.