Yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2018 Çarşamba

Yusuf Kıssasından Bir Devletin Takip Etmesi Gereken İktisadi Sistem Örnekliği

Kur'an, kıssa yollu anlatım üslubu ile geçmişte yaşamış bazı elçi ve kavimlerin başlarından geçenleri bizlere anlatarak, o anlatımlardaki mesajlardan ibretler almamızı istemektedir. İbret almak için okunan Kur'an kıssaları, geçmişlerin masalları olmaktan çıkarak, yaşanan hayatlara dair mesajları ihtiva etmiş olduğu bu şekilde anlaşılabilecektir.

Kur'an'ın Ahsen'el Kasas (Kıssaların en güzeli) olarak beyan ettiği Yusuf kıssasını okuduğumuz zaman, bu kıssa içindeki bazı ayetlerde Yusuf (a.s) tarafından uygulanan, bir devlet yöneticisinin takip etmesi gereken iktisadi sistemin örnekliklerini görmekteyiz. Bu iktisadi sistem ilk defa Yusuf  (a.s) tarafından uygulama alanına sokulmuş bir sistem değil, tüm zamanlarda geçerli olan evrensel bir iktisadi modeldir. 

Yusuf (a.s) zindanda iken ülkenin yöneticisi bir rüya görür ve bu rüyayı  Yusuf (a.s) şu şekilde yorumlar. 

[012.046]  (Zindana gidip:) «Yusuf, ey doğru (sözlü insan) .. Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüya) konusunda bize fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını) öğrenmiş olurlar.»

[012.047] Dedi ki: «Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın.»

[012.048]  Sonra bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir, sakladığınız az bir miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip bitirecektir.»

[012.049] Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp-sağacaklar.»

Yukarıdaki ayet meallerine baktığımızda, tüm zamanlar için geçerli olan ekonomik yönetim modelini görmekteyiz. Bu ekonomik modeli en kısa ve öz olarak özetleyecek olursak hepimizin bildiği fakat uygulama alanına sokmadığı bir atasözümüz akla gelmektedir.    

Sakla samanı gelir zamanı 

Bu atasözünün verdiği mesaj, iki kişilik bir aileyi yöneten için de, milyonlarca nüfusa sahip olan bir ülkeyi yöneten kişi için de geçerlidir. Buradaki asıl nokta gelir ve gider arasındaki dengenin korunmasıdır. Çünkü bir ülkenin iktisadında çıkışlar ve inişler olması değişmez bir yasa olup, tüm ülkeler için geçerlidir. Önemli olan bu çıkışları ve inişleri doğru yönetebilmektir.

Yusuf (a.s) bu evrensel ilkeyi bilmekte, bir ülkenin iktisadi yaşantısının inişli çıkışlı bir grafik izlediğini iyi bilmektedir. Yusuf (a.s) ülke ekonomisinin çıkışlı bir grafik izlediği zamanda Har vurup harman savurmak şeklinde gerçekleşen bir yönetim modeli yerine, Bollukta biriktirip darlıkta harcamak şeklinde bir yönetim modeli uygulamak sureti ile, ülkesinde baş gösteren kıtlığı şimdiki tabiri ile ekonomik krizi başarı ile yönetmiş, ülkesinin düze çıkmasını sağlamıştır. 

Yusuf (a.s) kıssası içinde anlatılan bu olayın biz sadece rüya yorumlamak kısmını okuyacak olursak, bize dair bir mesajı olduğu akla dahi gelmeyecektir. Bu olayın bize bakan asıl yönü rüya yorumundan ziyade, Yusuf (a.s) tarafından uygulanan iktisadi sistemdir ve bu sistem tüm zamanlarda geçerli olan ve tüm ülkelerin uygulaması gereken iktisadi bir sistemdir. 

Bu sistemi uygulamak yerine, Varlıkta har vurup harman savurmak, darlıkta ise borç bulmak peşinde koşmak şeklinde gerçekleşen bir iktisadi sistem uygulandığında bir ülkenin akıbeti ne olur?.

Bu sorunun cevabı, dünya tarihinde yaşanan bazı olaylara baktığımızda gayet kolay verilebilecektir. Lüks ve ihtişam içinde bir yaşam sürebilmek için devlet kasasını boşaltan ülkeler, başka ülkelerden borç almaya yönelmekte, fakirleşen ülkelere borç veren hiç bir ülke ise borcu babasının hayrına vermemekte, borç verdiği ülkeye karşı kendi menfaatine uygun yaptırımları sıralayarak, borç verdiği ülkeyi kölesi haline getirmektedir.

Ülkelerin helak olması, artık günümüzde gelir gider dengelerini denk tutamayan ülkeler için, ekonomik krize girmek şeklinde gerçekleşmekte, bu helak neticesinde ise, bir ülkenin ve halkının geleceği yıllarca ipotek altına alınmakta, ağır borç faizleri altında ülkeler ezilmektedir.

Borç yiyen kesesinden yer.

Bir ülke için asıl olan ekonomik yönden kendisine yetebilmesi ve güçlü olmasıdır. Güçlü ve kendisine yetebilen bir ekonomiye sahip olan ülkeler, başkalarından borç almaya yönelmeyecek, dolayısı ile borç aldığı ülkeler tarafından baskı altına da alınamayacaktır.

Yusuf (a.s) kıssasından alınacak mesajlardan bir tanesi de üretimin teşvik edilmesine yönelik bir iktisadi sistemin kurulmasını teşvik etmiş olduğudur. Kendi kendine yetebilen ve dışa bağımlı olmayan bir sistem ile yönetilen ülkelerin beka sorunu olmayacak, dış etkilerden zarar görme oranı en aza inecektir.

Ekonomisini dışa bağımlı olmaktan kurtaramamış olan ülkelerin, dış güçlerin kendilerine zarar vermeye çalıştığı yönündeki şikayetleri de sadece kendi hatalarını örtme, veya günü kurtarma  çabasından ileri gidemeyecektir. Çünkü yaşadığımız dünya bir kurtlar sofrası olup, bu sofrada güçlü olan, güçsüz olanı mutlaka yemeye çalışacaktır. Asıl olan şikayet etmek değil, kurtlar tarafından yenilmeyecek bir sisteme sahip olmaya çalışmak olmalıdır. Bunun yolu ise önce lüks ve israfın önüne geçmekle başlayacaktır.

Ülkemize baktığımızda ise üretimin değil tüketimin teşvik edildiği, ülkenin refah seviyesinin sanki, halkın bankalara ne kadar çok borçlu olması ile orantılı olması gerekiyormuşçasına, ülke halkı bankalara borçlanmaya teşvik edilmektedir. Bir aylık tatil için 12 ay faizli kredilerin alındığı, dini bir vecibenin ifası için dahi bankaların faizli kredi verme yarışına girdiği bir ülkenin geleceğinin aydınlık olduğunu söylemek, yalan söylemek veya hayal görmekten başka bir şey değildir.

Bir ülkenin ekonomik yönden helak olmasının önüne geçilmesi için, ülke halkına ve yönetimdekilere büyük görevler düşmektedir. Yönetim sahipleri, ülke kaynaklarını ölçülü biçimde yönetmek, lüks ve israftan kaçınmak, gelebilecek olan ekonomik krizin hasarsız bir biçimde atlatılabilmesi için gerekli önlemleri, halkın hoşuna gitmese dahi almak zorundadır. 

Yönetimdeki kişilerin israfı önleyici tedbirler almaları, iş başında gelecek seçimlerde de kalabilmeleri açısından bazı riskler oluşturduğu için, maalesef bu tür tedbirleri almak istememekte, hatta gelecek seçimlerde daha fazla oy almak için halkın hoşuna gidecek israf olarak görülebilecek bazı tavizler dahi verebilmektedir. Halkın hoşuna giden bu tavizler belki belirli bir süre için onları iktidarda tutmaya yarayabilir, fakat ilerisi için gelecek ekonomik felaketleri asla önleyemez.

Ülke yönetiminde olanların ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma hesapları yaparak, ülke kaynaklarını feda etmesi yerine, ülkenin geleceği için faydalı olacak önlemler almaya çalışmaları, halkın hoşuna gitmese dahi, ülkenin geleceği için aydınlık günlerin gelmesine vesile olacak, onların tarih önünde saygı ile anılmalarını sağlayacaktır. Ülkelerini iktidarda daha fazla kalabilmek uğruna felakete sürüklemiş olan yöneticilerin tarihte nasıl anıldığı ise herkesçe bilinmektedir. 

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Allah (c.c) nin Nahl s. 41. Ayetindeki Vaadini Yusuf Kıssasından Okumak

Kullarına yapmış olduğu her türlü vaadinden asla dönmeyeceğini beyan eden Allah (c.c), bu vaadinin gerçekleşmiş şeklini kıssalar ile canlı ve yaşanmış bir şekilde bizlere göstermektedir. Bu yazımızda, Allah (c.c) nin biz kullarına Nahl s. 41. ayetinde yapmış olduğu bir vaadin, Yusuf kıssası üzerinden gerçekleşmiş şeklini okumaya çalışarak, kıssaların anlatılış amaçlarını daha iyi anlamaya çalışacağız. Malum olduğu üzere Kur'an kıssaları, geçmişlerin yaşantılarından kesitler sunmak sureti ile, sonraki gelecek olanlara bu anlatımlardan ibret almalarını amaçlamaktadır. Kıssaları bu gözle okuduğumuz takdirde, bu anlatımlar bizlerin yaşantısının şekillenmesinde örnek olacaktır. 

Yapacağımız okumanın amaçlarından bir tanesi de, aynı zamanda Kur'an'ın birbiri içinde nasıl muhteşem bir anlam örgüsüne sahip olduğunu da göstermeye çalışmaktır. Nahl s. 41. ayetini belki çoğu zaman üstünkörü okur geçeriz. Fakat Arapça metindeki bazı kelimelerin birbiri ile olan alakasını kurarak okumaya çalıştığımız bir Kur'an, ayetlerin birbiri ile olan anlam bağını da görmemizi sağlayacaktır.

وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
[016.041] Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda hicret edenlere gelince, kesinlikle onları dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz; ahiret mükafatı ise daha büyüktür, eğer bilseler.

الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
[016.042]  Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir.

Nahl s. 41. 42. ayetlerini okuduğumuzda, Allah (c.c) zulme uğrayan kullarını, sabrederek mücadele ettikleri takdirde, DÜNYADA güzel bir yere yerleştireceğini vaad etmektedir. Kur'an kıssaları Allah (c.c) nin bu vaadinin canlı bir şekilde yerine gelmiş olduğunu bizlere anlatan ibret vesikalarıdır. Allah (c.c) nin sabreden kullarına vaad ettiği dünyada güzel bir yer, Yusuf (a.s) ın yaşamında canlı olarak bizlere gösterilmektedir. Allah (c.c) nin bu vaadini Sünnetullah yani değişmez yasa olarak anladığımız zaman, bu vaadlerin gerekli şartlar yerine geldiği tüm zamanlarda yerine geleceğini anlayabiliriz. 

Nahl s. 41. ayetindeki vaadin yaşanan hayat içinde yani DÜNYADA gerçekleşeceğinin vaad edilmiş olması önemli bir noktadır. 42. ayette bu karşılığa ulaşmanın yolunun sabır ve tevekkül olduğunu dikkate alarak yapılacak okumalarda, biz kulların dünya hayatında karşılaştığımız sıkıntıları nasıl aşabileceğimizin de yolu gösterilmektedir.

Başına gelen sıkıntılara karşı sabır ve tevekkül etmek konusunda acze kolayca düşebilen insan, eğer bunu başardığı takdirde bunun karşılığını ahirette alacağı gibi, Allah'ın bir vaadi olarak dünya hayatında da alacaktır. Yusuf (a.s) yaşamı içinde bunu başarmış bir kimse olarak, sabrının karşılığını dünya hayatında almış, onun aldığı bu karşılık ise, değişmez bir yasanın  sonucu olarak bizlere de örnek olmaktadır.

[012.056] Ve işte böylece Yusuf'u o ülkede yerleştirdik; neresinde isterse makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyi davrananların mükafatım zayi etmeyiz.

Yusuf s. 56. ayeti, Yusuf (a.s) ın o ana gelene kadar çektiği çile ve ızdırabın bittiğini, başına gelenlere karşı gösterdiği davranışların karşılığını aldığını beyan etmektedir. Bu beyan ile Nahl s. 41. ve 42. ayetlerini birlikte okuduğumuzda ise, Allah (c.c) nin biz kullarına yapmış olduğu vaadin, Yusuf (a.s) örneğinde gerçekleştiği görülmektedir. 

Yusuf (a.s) ın hayatına baktığımız zaman, kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan sonra, onu bulan kervancılar tarafından Mısır'da satılmış, satın alan kişinin onu yetiştirerek gençlik çağına gelmesini sağladığını görmekteyiz (Yusuf s. 1-21). Onu satın alan kişinin karısı onun nefsinden murat almak istemesi, Yusuf'un hayatında yeni bir dönemin başlamasına sebep olmuştur. 

Yusuf (a.s) ın başına gelen bu olay genellikle ters biçimde gerçekleşerek, erkeğin kadını arzulaması şeklinde cereyan etmektedir. Bir kadının erkeğe yaptığı zina teklifinin ret edilmesi nadir görülebilecek durumlardan bir tanesi olup, bu konuda Yusuf (a.s) ın dahi bir an için bocaladığını görmekteyiz (Yusuf s. 24). Hele bu kadın ret edildiği takdirde o kişiye bazı yaptırımlar uygulayabilecek bir güce sahip ise, ret edilmesi daha güçtür. 

Fakat Yusuf (a.s) kendisine yapılan ahlaksız teklifi ne pahaya olursa olsun geri çevirmek sureti ile gençliğinin hapislerde çürümesine razı olmuştur. İşte Yusuf (a.s) tarafından bize öğretilen ders bu dur. Eğer o kadının teklifini kabul etmiş olsaydı, gençliğinin hapislerde geçmesine engel olacak ve güzel bir hayat sürebilecekti. Fakat böyle bir hayata razı olmak yerine hapsolunmayı seçen Yusuf (a.s), dünya hayatının geçici nimetleri ile ahiret hayatının ebedi nimetleri arasında tercih yapılması gerektiğinde, nasıl bir tercihte bulunmak gerektiğini yaşantısı ile öğretmektedir.

Yusuf (a.s) gençliğinin hapislerde geçtikten ve sıkıntılara göğüs gerdikten sonra, Mısır ülkesine sultan olacağını da bilmiyordu. O sadece doğru bildiğini hayatına geçirmek sureti ile dik bir duruş sergilemiş, sonu neye mal olursa olsun her şeye razı gelmişti.

İnsan olarak hepimizin hayatı, dünya hayatının geçiciliğini veya ahiret hayatının ebediliğini seçmek noktasında yapacağımız tercihler ile geçecektir. Ebedi hayatı seçmek noktasında yapacağımız tercihler belki bizlerin dünya hayatında büyük sıkıntılara düşmesine sebep olacaktır, fakat bunun bize ileride daha güzel günleri getireceğini bilmiş olmamız, bu sıkıntılara katlanmamızı kolaylaştıracaktır.

İşte Nahl s. 41 ve 42. ayetleri, bizlere bu müjdeyi vermektedir. Yusuf (a.s) ı aynı surenin 56. ayetindeki sonucu götüren süreç, onun Nahl s. 41. ayetinin gereğini hayatına yansıtması sonucunda gerçekleşmiştir. 

Nahl s. 41. ve 42. ayetlerinin yine dünya hayatında gerçekleşmiş şekli İsrailoğulları ve İbrahim (a.s) örneğinde görülebilir.

[010.093] Biz, İsrailoğullarını güzel bir yere yerleştirdik (bevve'ne). Onlara tertemiz şeylerden rızıklar verdik. Kendilerine ilim gelinceye kadar hiç ihtilafa düşmediler. Şüphesiz Rabbın, kıyamet günü aralarındaki ihtilaflar hakkında hükmünü verecektir.

[022.026]  «Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut» diye İbrahim'i El beyt'in yerine yerleştirdik (bevve'ne).

Yunus s. 93. ayeti, İsrailoğullarının Firavun zulmünden kurtularak denizin karşı kıyısına geçtikten sonraki hallerini anlatmaktadır. İsrailoğulları bu sonuca erişmek için uzun yıllar süren bir mücadele içine girmiş, Nahl s. 41. ve 42. ayetlerdeki şartları yerine getirerek, dünyada güzel bir yere yerleştirilmeyi hak etmişlerdir.

Hac s. 26. ayeti, İbrahim (a.s) ın kavminden kurtularak başka topraklara hicret etmesinden sonraki hayatını anlatmaktadır. İbrahim (a.s) bilindiği üzere müşrik kavmi ile büyük bir mücadeleye girişmiş, onların kendisine karşı kurduğu tuzaktan kurtularak onlardan ayrılmıştır. Onun kavmi ile giriştiği mücadele, yine Nahl s. 41. ve 42. ayetindeki şartları yerine getirmesi sonucunda dünya hayatında güzel bir yere yerleştirilme vaadinin gerçekleşmesine sebep olmuştur.

Kur'an kıssalarını Sünnetullah'ın toplumlar üzerinde nasıl işlediğini gösteren anlatımlar olarak okuduğumuz zaman, elçilerin ve onlara inanmayanların başlarından geçenler, sadece onlara has olmaktan çıkarak, tüm zamanlara mesajlar içeren gerçekler olarak karşımıza çıkacaktır.

Sonuç olarak; Kur'an kendi içindeki anlam örgüsü ile, kendisini açan bir kitap olma özelliğini taşımaktadır. Bu çalışmamızda Nahl s. 41. ve 42. ayetlerinde Allah (c.c) tarafından verilen vaadin gerçekleşmiş şeklini Yusuf (a.s) ın hayatı üzerinden okumaya çalıştık. 

Kur'an kıssaları, Sünnetullah  olarak bildiğimiz değişmez toplumsal yasaların, geçmiş kavimler üzerinde nasıl işlediğini göstererek, gelecek topluluklar üzerinde de nasıl ve hangi şartlarda işleyebileceğini gösteren anlatımlardır. Bu nokta dikkate alınarak yapılan okumalar, bizlere Kur'an'ın gerçek hayatın tam ortasına hitap ettiğini gösterecektir.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 
                   

21 Ağustos 2016 Pazar

Yusuf Kıssasını İlk Muhatapların Gözü İle Okumak

"Resullerin başlarından geçenlerden sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar; sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir."

HUD Suresi 120. ayetin meali olan yukarıdaki cümleler, Kur'an içinde önemli bir yer tutan kıssaların amacını anlatmaktadır. Kur'an'ın ilk muhatabı olması hasebiyle, okunan bütün kıssalar, öncelikle Muhammed(a.s)'a ve onunla birlikte olanlara hitap etmekte, sonra ise bu kitaba muhatap olan tüm iman edenlere hitap etmektedir.

Kur'an kıssalarının ortak yönünü kısaca özetleyecek olursak; bu anlatımlarda önce çıkan en önemli hususlardan birisi, Muhammed(a.s) ve iman edenlerin içinde bulunduğu sıkıntılı durumun bir benzerini, kendisinden önceki elçiler ve o elçilere iman edenlerin de yaşamış olduğu, yaşanmış olan bu sıkıntılara sabretmenin sonucunda zafere erişilmiş olduğu hatırlatması yapılarak, başarının çekilen sıkıntılara göğüs germenin sonucunda geldiği, önceki elçilerin kıssaları ile gerçek yaşanmışlıklar üzerinden gösterilmesidir.

Yusuf kıssası da, Muhammed(a.s)'a anlatılan ve Yusuf(a.s)'ın çektiği sıkıntılara nasıl göğüs gerdiği anlatılarak, "Mutlu Son" olarak nitelenebilecek sona nasıl kavuştuğu ve bu anlatımlardan öncelikle, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanların, sonra da kıyamete kadar gelecek olan bütün muhatapların hisse alması istenen bir kıssadır.

Yazımızın konusu; bu kıssayı ilk muhatapların gözü ile okumaya çalışmak ve Yusuf(a.s)'ın başına gelen sıkıntıları, Muhammed(a.s)'ın nasıl okumuş olabileceği ve onun başına gelenlerden kendisi için ne gibi ibretler çıkarmış olabileceği yönünde olacaktır.

Bu kıssayı Muhammed(a.s)'ın gözünden okumaya çalışmaktaki düşüncemiz "Bu kıssayı illaki bu şekilde okumuştur" şeklinde bir iddia taşımadığını önemle hatırlatmak isteriz. Biz Yusuf(a.s)'ın yaşamış olduğu bazı sıkıntıları ve olayları onun nasıl algıladığı, hayatında nasıl uyguladığı, "Mutlu Son" (Mekke)'ye nasıl ulaştığını anlamaya çalışacağız.

Yusuf(a.s)'ın başına gelen ilk sıkıntı; kardeşleri tarafından kuyuya atılmasıdır. Onun, kardeşleri tarafından kuyuya atılmasını, Muhammed(a.s)'ın Mekkeliler tarafından ona iman edilmeyerek yalnız bırakılması ve ona düşmanlık yapılması ile bir paralellik kurabiliriz.

Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf'a, o kuyudan kurtulacağının ilham edilmiş olmasını (YUSUF Suresi 15), Mekkeliler tarafından iman edilmemek sureti ile yalnız bırakılmış olmasını, Muhammed(a.s)'ın da bir nevi kuyuya atılmış olarak okuduğumuzda, Yusuf'un kuyudan kurtulacağının ilham (vahy) edilmiş olmasını, Muhammed(a.s)'ın da kuyudan yani içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtularak, kendisine bu kötülüğü reva görenler ile ileride muzaffer bir kumandan olarak karşı karşıya geleceğinin haber edilmiş olduğunu okuyabiliriz.

Muhammed(a.s) elbette bu haberi, gaybi bir haber veya bir mucize beklentisi içinde değil, sebep-sonuç yasalarına yani Allah(c.c)'nin yardım yasalarına uygun bir biçimde hareket ederek okumuş ve yardım yasalarının gereğini yerine getirerek, aynı surenin 110. ayetinde bildirilen sona ulaşmıştır.

Kuyudan kurtulan Yusuf, az bir pahaya saraya satıldıktan sonra, sarayda yetiştirilmiş ve ergenlik çağına gelince vezirin karısı tarafından kendisine yapılan ahlaksız bir teklif ile karşı karşıya gelmiştir (YUSUF Suresi 23-24). Bu teklif karşısında bir an yalpalar bir hale gelmiş olsa da, kabul edeceği teklifin ona getireceği bir anlık geçici mutluluk ile sonrasında ona getireceği zararı hesap ederek, zararı yararından daha fazla olan zinayı terk etmiştir.

İSRA Suresi içinde, Muhammed(a.s)'ın da neredeyse yalpalayacak hale gelmesi ve toparlanması anlatılmaktadır.

[017.073] Ve onlar az kalsın sana vahyettiğimiz şeyden başkasını Bize iftira edesin diye seni fitneye düşüreceklerdi. O zaman seni elbette dost edineceklerdi
[017.074] Eğer biz sana sebat vermemiş olsaydık, nerdeyse sen onlara birazcık meyledecektin.
[017.075] O takdirde de hem hayatın, hem de ölümün acısını sana kat kat tattırırdık. Sonra Bize karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın.

Görevi gereği Mekkeli müşriklerle ilişkileri devam eden Muhammed(a.s)'a, müşrikler tarafından görevinden sapmasını sağlayacak bir takım iğvalarda bulunulmaktaydı. Müşriklerin bu iğvaları, neredeyse Muhammed(a.s)'ı görevinden saptırabilecek hale gelmişti. Özellikle ilk inen surelerde kendisine tebliğ sürecinde nasıl bir yol izlemesi gerektiğini öğreten ayetleri harfi harfine uygulaması neticesinde, müşrikler tarafından kendisine yapılan teklifleri, onu yolundan çevirerek Allah(c.c) indinde büyük bir azaba sokacağı için red etmiştir.

İşte böyle bir durumda olan Muhammed(a.s)'a okunan Yusuf kıssası içinde, Yusuf'a yapılan ahlaksız teklifi red etmesi neticesinde, belki ilk anda bu teklifi red etmesi yüzünden başına gelen hapis hayatına razı olarak, feraset sahibi bir kimsenin yapması gereken ileri görüşlülüğünün meyvelerini ilerideki yaşamında nasıl aldığı yaşanmış örnek üzerinden gösterilerek, aynı yolu izlemesinin kendisine neler kazandıracağı Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlara öğretilmektedir.

Yusuf(a.s)'a yapılan ahlaksız teklifi güncelleştirerek okuyacak olursak şunları söyleyebiliriz;

Bugün Müslümanlar olarak İslam adına yapılan mücadele metodu, nebevi metoda uygun bir şekilde yürütülmemektedir. Yusuf(a.s)'a yapılan ahlaksız teklifi, bugün Müslümanlara karşı uygulanan pasifize etme metodu olarak da okumak mümkündür. Müslümanlara karşı yapılan bir takım iyileştirmeler, onları mücadele yolunda pasifize etmeye yönelik bir işleve sahiptir. İlk bakışta bu iyileştirmeler faydalı gibi görünmüş olsa da, nebevi metodun terk edilmesini sağladığı için ileri zamanlarda bizlerin aleyhine bir duruma dönüşmesi kuvvetli bir ihtimal dahilindedir.

Yusuf(a.s)'a yapılan ahlaksız teklifin onun tarafından ret edilmiş olmasının bize dönük örnekliklerinden bir tanesi; uzun vadeli hesaplar yapılması gerektiği, kısa vadeli hesaplar yapılmaması, bugün ilk bakışta faydası olan bir şeyin, ilerisi için zarar getirebileceğinin hesap edilmesine yönelik mesajlar olarak okuyabiliriz.

Yusuf(a.s)'ın hapishanede, arkadaşlarına yapmış olduğu konuşma (YUSUF Suresi 37-40), hangi şart altında olursa olsun her fırsatta tebliğe devam edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Yusuf(a.s) hapishaneye girmiş olduğu halde içinde bulunduğu duruma aldırış etmeyerek, arkadaşlarına tebliğ etmiş olması, Muhammed(a.s)'ın da içinde bulunduğu şartlara aldırış etmeden tebliğe devam etmesi gerektiğini öğretmektedir.

Muhammed(a.s)'ın içinde bulunduğu zor şartlar, onun tebliğ görevine devam etmesi noktasında, onun bir nebze de olsa atalete düşmesine sebep olabilirdi. Yusuf kıssası içinde anlatılan hapishane arkadaşları ile olan konuşma sahnesinde, Yusuf'un içinde bulunduğu zor şartları hiçe sayarak arkadaşlarına tebliğde bulunması Muhammed(a.s) için yol gösterici bir niteliğe sahiptir. Bu yol göstericilik sadece ona mahsus bir durum olmayıp, aynı zamanda tüm zamanları kapsayıcı bir mesaj ihtiva etmektedir.

Muhammed(a.s)'a okunan kıssa içindeki hapishane arkadaşları ile olan konuşmalar, onun hangi şartlar içinde olursa olsun göreve devam etmesi konusunda ibret almasını sağlayan bir anlatım olmuştur.

[023.096] Kötülüğü en güzel olanla uzaklaştır; biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz.

[041.034] İyilik ve fenalık bir değildir. Ey inanan kişi: Sen, fenalığı en güzel şekilde sav; o zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kişinin yakın bir dost gibi olduğunu görürsün.

Yusuf'un kendisini kardeşlerine tanıtma sahnesi (YUSUF Suresi 90-92), bir kimsenin kendisine yapılan kötülüğe karşı nasıl bir davranış sergilemesi noktasında örneklik teşkil etmektedir. Kendisini öldürmek için kuyuya atan kardeşlerine, bu yaptıklarını en küçük bir ima ile dahi olsa yüzüne vurmayan Yusuf(a.s), yapmış olduğu bu hareket ile kardeşlerine karşı büyük bir alicenaplık örneği göstermiştir.

[048.024] O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.

Mekkenin fethi günü, kendisine ve inananlara dayanılmaz işkence ve zulümler yapan Mekkelilere karşı, bu yaptıklarını onların yüzüne vurmayarak onları af eden Muhammed(a.s)'ın, Mekkeliler'e karşı yaptığı bu alicenaplığa, Yusuf(a.s)'ın kardeşlerine karşı olan muamelesinin örneklik etmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Kıssanın sonu bilindiği üzere "Mutlu Son" olarak niteleyebileceğimiz Yusuf(a.s)'ın ailesinden olan herkesin Mısır'a yerleşmesi ile son bulmaktadır (YUSUF Suresi 99). Aynı surenin 110. ayetinde "Nihayet resuller ümitlerini kesecek hale geldikleri ve kendilerinin yalancı çıkarılmış oldukları zannına kapıldıkları zaman, onlara yardımımız geldi ve dilediklerimiz kurtuluşa erdirildi. Suçlular topluluğundan ise azabımız geri çevrilmez." şeklindeki beyan, Allah(c.c)'nin yardım yasasının nasıl işlediğini Yusuf kıssası üzerinden bizlere göstermektedir.

Sonuç olarak; Kur'an kıssaları önceki yaşanmışlıkları göstererek, ilk muhatapların ve sonrakilerin, yaşadıkları hayat içinde nasıl bir yol izlemesi ve izlememesi gerektiğini öğreten anlatımlardır. Yusuf kıssası içinde yapılan anlatımlar, diğer kıssalarda olduğu öncelikle Muhammed(a.s) ve onunlar birlikte olanlara Yusuf(a.s)'ın başından geçenleri anlatarak, o anlatımlardan gerekli olan ibretleri almalarını sağlamıştır.

Kıssanın 110. ayetinin, kıssanın anlatılma amacını özetlediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Sünnetullah dediğimiz arz üzerinde cari olan yasalardan olan "Allah'ın yardımı" yasasının nasıl işlediği bu sure içinde Yusuf kıssası üzerinden gösterilmektedir.

Bu kıssanın anlatılış amacını en iyi kavrayan ve içselleştiren Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlar, yıllarca süren sabırlı mücadele sonunda Mısır'a giden yolun nasıl açıldığını görerek, Mekke'ye giden yolun nasıl açılacağını öğrenmişler ve sabırlı bir mücadele sonunda başarıya ulaşmışlardır.

"Bu kıssa bize nasıl bir mesaj veriyor?" şeklindeki sorunun cevabı ise; "içinde bulunduğumuz her türlü zorluk ve sıkıntıların bizi yolumuzdan alıkoymaması, yürüdüğümüz yoldan bizi saptırmaması, tavizkar davranışlardan alıkoymasıdır" şeklinde verilebilir. 

EN DOĞRUSUNUN ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Mart 2016 Pazartesi

Şeytanın Kardeşler Arasını Ayırma Yolunu Yusuf Kıssasından Okumak

Kur'anın "Ahsen-El Kasas" (Kıssaların en güzeli) olarak beyan ettiği Yusuf kıssası, bizlere diğer kıssalar gibi bir çok yönden mesajlar vermektedir. Bu kıssa içinde okuduğumuz ayetlerin bir kısmında, Yusuf'un kardeşlerinin ona olan düşmanlıkları ve neticesi anlatılmakta olup , her kıssa gibi bu anlatımlarda da bize dönük mesajlar olduğunu düşünerek , bu mesajların ne olabileceği yönünde bir okuma yapmaya çalışacağız.

"Kardeş Kavgası" deyimi , maalesef biz Müslümanların gündeminden yüzyıllardır düşmemektedir. Bizleri böyle bir deyimi kullanmaya sevk eden amiller , ve bu amilleri önleme yolları , bu kavgaların önlenmediği takdirde başımıza neler geleceği, Kur'an içindeki bir çok ayette haber verildiği halde , şeytan bizlere galip gelerek kardeşlerimiz ile aramızı bozmuş, ve bizleri güçsüz bırakarak ,  kafirlerin elinde oyuncak durumuna düşen bir topluluk haline getirmiştir.

Yusuf suresi 4. ayetinden öğrendiğimize göre , Yakub (a.s) ın 12 oğlu bulunmaktadır , bu oğulların 2 si ayrı , 10 u ise ayrı eşlerden doğan çocuklardır. Bu iddiamızı rivayetler kanalı ile değil , surenin 59. ayetinde Yusuf'un kardeşlerine "Babanızdan olan  kardeşinizi bana getirin" sözlerinden anlamaktayız. Bu söz bize o kardeşin annesi ile diğer kardeşlerin annelerinin aynı olmadığını göstermektedir.

[012.008] Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.

Bu ayet ise bizlere yine , Yusuf ve kardeşi ile diğer kardeşlerin annelerinin ayrı olduğunu göstermektedir. Kardeşler arasındaki anne ayrılığı, kardeşler arasında bir guruplaşma meydana getirerek , Yusuf ile kardeşine karşı , diğer kardeşlerin husumet beslemelerine sebep olmaktadır. "Yusuf ve kardeşi" ifadesi bile , diğer 10 kardeşin , 2 kardeşe nasıl baktıklarını göstermektedir.

Kendilerini "Güçlü bir topluluk" olarak gören 10 kardeş , bu güçlülüğü babalarının nezdinde diğer 2 kardeşten daha fazla sevilmeleri gerektiğine dair bir gerekçe olarak kullanmaktadırlar. 

[012.005]  Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».

Yusuf'un gördüğü rüyayı babasına anlattıktan sonra babasının ona söylediği sözler , bu ayrışmanın babaları tarafından bile fark edildiğini göstermektedir. Yusuf'un babasının, oğluna söylediği "şeytan insanın apaçık düşmanıdır" sözünün, burada anahtar bir cümle, ve anlatımın mesaj içerikli olarak okunmasında önemli bir nokta olduğunu düşünmekteyiz. 

Şeytanı , "İnsanın ayağını cennetten kaydırarak , onu cehenneme götüren her kişi , kuruluş , düşünce v.s" olarak anladığımızda "Şeytan" kelimesi ile ifade edilenin ne veya neler olduğu, hayat içinde anlamını daha kolay bulacaktır. 

Şeytan, kardeşler arasını bozarak onları birbirine düşman etmekte, ve bu kardeşler şeytanın kendileri için en başta gelen düşman olduğunu unutarak , kendilerine asıl düşman olanın diğer kardeşleri olduğunu  zannederek, kendi kardeşlerine saldırmakta ve kardeşlerin birbirini kırması neticesinde, sadece şeytan bu işten karlı çıkmaktadır.

Şeytanın, Yusuf'un kardeşlerini kullanarak , insana olan açık düşmanlığını, yaşandığı tarihsel zaman ve mekandan çıkararak , günümüze dönük mesajlar olarak okumaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz ;  

Yusuf ve kardeşine diğer kardeşlerin düşman olmasını , günümüzün bir deyimi olan "Alt Kimlik - Üst Kimlik" deyimlerinin ifade ettiği anlamlar üzerinden okuduğumuzda , anlatılan olayın güncel mesajını kavrayabileceğimizi düşünmekteyiz. 

Yakub (a.s) ın 12 oğlunun 10 tanesinin ayrı , diğer 2 tanesinin ise ayrı annelerden olmasını "Alt Kimlik" , 12 oğlun tamamının aynı babadan olmasını ise "Üst Kimlik" olarak değerlendirdiğimizde , onların kıssasının bize dönük mesajını okumak kolaylaşacaktır. 

Yakub (a.s) ın 10 oğlu, alt kimlikleri olan aynı anneden olmuş olmalarını dikkate alarak gruplaşmışlar , diğer 2 kardeşleri kendi annelerinden olmadıkları için, onlara karşı bir husumet beslemektedirler. Halbuki onlar üst kimlikleri olan , 12 kardeşin de aynı babadan olmalarını dikkate almış  olsalardı , diğer 2 kardeşe herhangi bir husumet duymaları için sebep olmayacaktı.

Şeytan işte bu noktada devreye girerek , kardeşlerin arasındaki bu durumu kendi lehine çevirerek insana olan düşmanlığını göstermek için, elinden geleni yapmaya çalışacaktır.

Kendi annelerinden doğmamış olmalarını onların aralarını bozmak için koz olarak kullanan şeytan , insanlık tarihi boyunca bu kozu her zaman kullanmış ve kullanacaktır. "Alt kimlik - Üst Kimlik" olarak ifade edebileceğimiz bu tür ayrışmalar, her toplumda meydana gelebilecek olan, ve şeytanların her an insanlar arasında düşmanlık yaratma vesilesi olarak kullanabilecekleri ayrışmalardır örneğin ; 

Olayı Türkiye üzerinden değerlendirecek olursak , bu topraklar üzerinde yaşayan farklı kavimlere mensup insanlar bulunmaktadır. Bu farklılıklar insanların alt kimliğini oluşturmaktadır. Türk , Kürt , Laz , Arap , Çerkez, Gürcü , Abaza v.s gibi kavimlere mensup olarak Türkiye topraklarında yaşayan insanların, birde üst kimlikleri bulunmaktadır.

Farklı kavimlere mensup olarak "Alt Kimlik" oluşturmuş olan insanların ortak olan "Üst Kimlik" leri, AYNI İNANCA SAHİP OLMAK ve AYNI TOPRAKLAR ÜZERİNDE YAŞAMAKTA OLMALARIDIR. İşte bu ortak payda, farklı kavimlere mensup olsalar dahi , aynı halkanın içinde olmaları,  insanların bu ortak değerler üzerinde birliktelik oluşturmalarını gerektirmektedir. 

Şeytan, dün nasıl Yakub (a.s) ın oğulları üzerinde, onların sahip olduğu alt kimliği öne çıkartmaları yönünde vesvese vererek, diğer kardeşlerine düşman olmalarını sağladı ise , aynı şeytan Türkiye üzerinde farklı kavimlere mensup olarak alt kimlik oluşturmuş olanlar üzerinde de oyunlar oynayarak, onların birbirlerine düşman olmaları için elinden geleni yapmaktadır. 


Toplumlar, içlerindeki farklılıkları körüklemek üzerine kurulu, fikir ve ideolojileri öne çıkardıkları takdirde, aynı toprak üzerinde ve aynı inanca mensup olan insanların kamplara bölünmeleri sonucunda yıkıma uğrarlar. Bu yıkım dün bu tür sebeplerle gerçekleşmiş , toplumların yıkılması bu gün ve yarın da böyle olacaktır. Öyleyse yıkıma uğramamın yollarından birisi, bir toplumu birbirine bağlayan üst kimliği dikkate alan fikrin oluşturduğu bir yönetim içinde, üst kimliği öne çıkaran bir anlayışla, insanların birbirine düşman olmaMAsı üzerine kurulmuş sistem ile yönetilmesidir.. 

Türkiye nin bu gün geldiği noktada, alt kimliği dikkate alarak , Türk kavmini öne çıkaran , nüfusun büyük çoğunluğunu teşkil eden Kürt kavmine mensup insanları yok sayan bir yönetim anlayışının etkisinin büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Şeytani güçler işte bu durumu kendi lehlerine kullanarak , Türk - Kürt kavgası çıkarmaya, bu yolla Türkiyenin gücünü kırmaya, ve bu yolla Türkiye üzerinde yaşayan insanları kendi kontrolü altına almayı amaçlayan planlarını yıllardır sahneye koymaktadırlar. 

Kürt kavmine mensup olanların, mevcut yönetim tarafından yıllardır asimilasyona uğratılma çalışmaları , şeytani güçlerin Türkiye üzerindeki kirli emellerini gerçekleştirmek için ellerinde önemli bir koz olmuştur. Kürt kavmine mensup olanların bir kısmı ise bu oyuna gelerek , kendilerini özgürleştireceğini sandıkları bu şeytanların oyunlarına alet olmaya devam etmektedirler. Halbuki etrafımıza baktığımızda şeytani güçlerin bir ülkeye nasıl özgürlük ve mutluluk !! getirmek iste(me)diği gözümüzün önünde acı örnekleri ile yıllardır ortadadır. 

Müstekbir şeytanların bu oyunları, bizlerin alt kimliklerimizi öne çıkaran kavmiyetçi düşünce ve yönetim anlayışlarımızda inat ettiğimiz sürece devam edecek ve bu şeytanlar amaçlarına er geç kavuşacaklardır.

[012.100]  Ana-babasını tahtın üzerine çıkarıp oturttu. Hepsi onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: Babacığım; işte bu; vaktiyle gördüğüm rüyanın gerçekleşmesidir. Doğrusu Rabbım, onu gerçekleştirdi ve bana ihsan etti de; şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi. Muhakkak ki Rabbım, dilediğine lütufkardır. Muhakkak ki O'dur O, Hakim, Alim.

Yusuf'un kardeşleri , ona yaptığından pişman olup tevbe ettikten sonra, yukarıdaki ayette insanların birbirleri ile olan bağlarını oluşturan "Üst Kimlik" etrafında nasıl toplandıklarını gösterilmektedir.

İnsanların birbirleri ile olan bağlarını oluşturmasında dikkate alınması gerekli olan nokta "Alt Kimlik" değil , "Üst Kimlik" olmalıdır. Yusuf (a.s), kardeşlerinin kendisine yaptığı kötülüğü unutup onları bağışlayarak ,  üst kimlik olan Allah (c.c) ye iman eden bir yönetim anlayışı etrafında kardeşlerini topladıktan sonra, Mısır ülkesinde yaşamaya başlamışlardır. Bizler kendi ülkemizde eğer mutlu ve barış içinde yaşamak istiyorsak , şeytanların vesvesesi olan alt kimliği değil , Allah (c.c) nin önerdiği üst kimliği dikkate alan inanç ve bu inanç üzerine bina edilmiş yönetim anlayışı ile hayata devam etmek zorundayız. 

[049.013] Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için siz halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, haber alandır.

Hucurat s. 13. ayeti , alt kimlik gerçeğini hatırlatan , fakat asıl olması gereken "Takva" yani Allah (c.c) den sakınmak temelli bir hayatın kişi ve toplum hayatında öne çıkması gerektiğini beyan etmektedir.

Takva, yani Allah (c.c) den sakınmaya dayalı yaşantı, kişi ve toplumların yaşantısında egemen olmadığı müddetçe , insanlar arasını bozmaya çalışan şeytanların eline hazır bir fırsat  verilmiş olacaktır. Bu fırsatın verilip verilmemesi bizlere bağlı olup , şeytanların alt kimlik üzerinden insanlar arasında hiç bir zaman ayrılık yaratmasına fırsat verilmemelidir. 

 İnsanların birbirleri ile olan birlik ve beraberliğini sağlayan en önemli unsur olarak gördüğümüz üst kimliğin , mensup olduğumuz "İslam Dini" olarak görülmesi gerektiğine rağmen, şeytan tarafından her zaman istismar edilmeye müsait bir alan olan alt kimlik meselesi, maalesef bu noktada da ortaya çıkarak , birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsur olan din bağı, maalesef olması gereken bağlılığı insanlara sağlayamamaktadır. 

Bunun kabahatlisi elbette dinin kendisi değildir. 

Bu dine mensup olanların büyük çoğunluğunun üst kimlikleri olan, ve Allah (c.c) nin kendilerine verdiği verdiği "Müslüman" ismini arkaya koyarak , alt kimlik olarak ifade edebileceğimiz , ve Kur'anın onay vermediği fırka isimleri ile kendilerini ifade etmeye çalışmaları, yine şeytanın kardeşler arasını bozma çalışmalarının bir ürünüdür. "Sünni Müslüman" - "Şii Müslüman" şeklinde, birleşmesi neredeyse imkansız olan iki büyük guruba ayrılmış olan Müslümanlar , bu iki gurubun içinde de binlerce fırkaya bölünerek , mensup oldukları fırka adı ile kendilerini tanıtmakta ve birleşmeyi imkansız hale getirerek , şeytanların ekmeğine yağ, hatta bal kaymak sürmektedirler.  


Şeytanın arzusu olan böyle bir bölünmenin getirdiği sonuçların acı neticelerini her an yaşamakta olmamıza rağmen , fırkalara bölünmüş olanların hiçbiri bu fırkaları terk ederek , üst kimliğimizi oluşturması gereken "Kur'an" etrafında buluşmayı bırakın istemek  , böyle düşünce içinde olanları "Sapık" olarak ilan  etmekten çekinmemeleri, içinde bulunduğumuz durumun vahametini göstermektedir.

Sonuç olarak ; "Şeytan size apaçık bir düşmandır" şeklinde bir çok ayette beyan edilen gerçeğin , insan ve toplum hayatında ortaya çıkması , kardeşler arasına nifak sokarak onları birbirine düşman etmek şeklinde de kendisini göstermektedir. 

Kıssa yollu anlatımlar bizlere , geçmiş yaşantılardan örnekler sunarak , ibretler almamızı isteyen anlatımlar olup , bu kıssalardan olan ve "En güzel kıssa" olarak belirtilen Yusuf kıssasındaki mesajlardan bir tanesi de , şeytanın kardeşler arasını bozma yolunun canlı ve yaşanmış bir örnek olarak gösterilmesidir. 

Kardeş kavgasından kurtulma yolu , kardeşliğimizi sağlayan en geniş halka olan inanç bağı ile birbirimize bağlanmak ve bu inancın bize önermiş olduğu kişisel ve toplumsal yükümlülükleri yerine getirmek ile mümkün olacaktır. Şeytan her an bizlerdeki açıkları kollayarak , kardeşlerimiz ile aramızı açmaya , aramızda düşmanlık çıkarmaya ve bu yolla ayağımız cennetten kaydırarak , bizleri cehennem yaranı yapmak için gayret etmektedir. Bize düşen ise şeytanın bu tür oyunlarına fırsat vermemek olmalıdır. 

                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.