denemesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
denemesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2018 Salı

Bakara s. 238. Ayetindeki "Hafizu Ales Salavati" İfadesine Farklı Bir Anlam Denemesi

Arapça orjinal metni حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ  olan, Bakara s. 238. ayetinin, Türkçeye yapılan çevirileri, büyük çoğunlukla "Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza durun." şeklinde yapılmaktadır. Biz, böyle yapılan bir çevirinin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte, ayet içinde geçenحَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ  ifadesinin anlamını, aynı surenin 157. ayetinde geçen "Salavatün" kelimesinin anlamını dikkate alarak, farklı bir anlam denemesi yapmaya çalışacağız.

Ayetin حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesinin,  "Namazlara ve orta namaza devam edin" şeklinde yapılan çevirilerinde, farklı görüşler ortaya atılan ve hangi namaz olduğu hususunda ortak bir fikir birliği olmayan "Orta Namaz" deyiminin, diğer namazlara göre daha önemli olduğu gibi bir anlam uyandırmış olmasına karşın, bu sefer de diğer namazların orta namaza göre daha önemli olmadığı gibi anlam ortaya çıkarabileceği, bizi bu konuda farklı bir anlam çalışması yapmaya iten nedenlerden birisidir.

Bu ayetin o şekilde yapılan çevirilerinde, bazı zihinlere takılması muhtemel olan bu tür soru işaretlerinin, yapacak olduğumuz anlam denemesi ile giderilebileceğini düşünmekteyiz.

Bakara s. 155- Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihana tabi tutarız. Başlarına gelenlere karşı dayanma ve mücadele gücüne sahip olanları müjdele.

Bakara s. 156- Onlar ki, böyle sıkıntılı durumlar ile karşılaştıklarında (asla isyan etmezler)"Bizim her şeyimiz Allah'a aittir, biz ona döneceğiz" dediler.

Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde, Allah (c.c) kullarını yaşadıkları hayat içinde bir takım sıkıntılı durumlar ile sınayacağını bildirmekte, bu sınamalara karşı isyan etmeden dayanan ve bu sıkıntılardan kurtulmak için mücadele edenleri övmektedir. 157. ayette ise bu kimselere Allah (c.c) tarafından verilecek olan ödülden bahsedilmekte, bu ödül ise ayet içinde "Salavatün" kelimesi ile ifade edilmektedir. Bakara s. 157. ayeti içinde geçen bu kelime, bizi surenin 238. ayetinde geçen aynı kelimenin anlamı ile aralarında bir bağ kurulabileceği düşüncesine sevk etmiştir.

Bakara s. 157- İşte onlara Rablerinden destek ve bağışlama vardır, ve onlar doğru yol üzerindedirler.

Dikkat edilirse 157. ayet içinde geçen kelime, namaz anlamında değil, destek ve bağışlanma anlamında kullanılmakta, ve 155. ve 156. ayetler ile bir bağlam dahilindedir. Yine dikkat edilirse, Bakara s. 226. ayetten beri süregelen boşanma ile ilgili hüküm ayetlerinin sonuna geldiğinde حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ buyurulmakta, bu buyruktaki الصَّلَوَاتِ kelimesine verilebilecek anlamın, önceki ayetlerde geçen boşanma ile ilgili hükümler arasında bir bağının kurulabileceğini akla getirmektedir. 

Hatırlayacak olursak, Bakara s. 155. ve 156. ayetlerinde başa gelen sıkıntılara, kullar tarafından verilen olumlu karşılıkların ödülü, Allah(c.c) den salavat üzere olmaktır. Öyleyse Bakara s. 238. ayetinde geçen حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ ifadesine, "Salavat üzerinde olmayı gözetin" şeklinde, taslak bir anlam vermek mümkündür. Bu taslak anlamdan sonra anlamı biraz daha açarak ayete yansıtabiliriz.

Malum olduğu üzere, Allah (c.c) 226. ayetten beri süregelen, insanların yaşamları içinde karşılaşabilecekleri ailevi durumlar ile ilgili hükümleri sıralamakta, ve bu hükümlere riayet etme konusunda titizlik gösterilmesini istemektedir. Allah (c.c) kulları ile ilgili hükümlerine riayet edenlere ve etmeyenlere vereceği karşılığı ise müteaddit ayetlerinde beyan etmektedir.

Kulları için sıraladığı hükümlere riayet edenlere vereceği karşılığı, Bakara s. 157. ayette Salavatün kelimesi ile bildiren Rabbimiz, aynı surenin 238. ayetinde, Allah'ın koyduğu hükümlere riayet etmek sureti ile, yine bu karşılığı almaya özen gösterilmesini istemektedir.

Bütün bunları dikkate alarak, Bakara s. 238. ayetine şu şekilde bir anlam vermek mümkündür.

Bakara s. 238- (Sizin için koyduğumuz bu hükümlere riayet etmek sureti ile Rabbinizden) Bağışlama ve destek üzere bir hayata ve (sizi kötülüklerden alıkoyacak olan) namaza özen gösterin. Allah'a itaat için ayağa kalkın.

Mevdudi, Tefhim-ül Kur'an adlı eserinde, konumuz olan ayet ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır. Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir. Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir."
Mevdudi, dikkat edilirse bu ayet ile ilgili olarak yazdıklarında daha önceki ayetler ile bir bağ kurmakta, Allah'ın hükümlerine riayet etmek ile namaz arasında bir bağ kurmaktadır. Biz bu ayete verdiğimiz anlamda Ankebut s. 45. ayeti ile parantez içinde bağ kurmaya çalıştık.

Tevbe s. 99. ayetine baktığımızda Salavat kelimesi o ayette de karşımıza çıkmakta, ve o ayette de dua ve destek anlamında kullanılmaktadır. 

[009.099]  Bedevilerden, Allah'a ve ahiret gününe inanan, sarfettiğini, Allah katında ibadet ve Resulün dualarına (salavüttürresul) nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

Sonuç olarak: Bakara s. 238. ayeti içinde geçen Salavatün ve Salat kelimeleri bir çok mealde Namaz olarak verilmesine karşın, biz sadece Salat kelimesine namaz anlamı vererek, diğer kelimeye Bakara s. 157 ve Tevbe s. 99. ayetlerinde geçen anlamlar doğrultusunda bir anlam vermeye çalıştık. 

Kur'an üzerinde yapılan her yorumun kişisel görüşler olduğunu, doğru veya yanlış olma ihtimalini hiç bir zaman unutmadığımızı hatırlatarak, bu ayetin yapılan çevirilerine sadece katılmadığımız, fakat o çevirileri yanlış, bizim yaptığımız anlam çalışmasını doğru olarak göstermeye çalışmadığımız bilinmelidir. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.  

3 Mart 2018 Cumartesi

Bakara s. 102. Ayeti: Harut ve Marut'un Kimliği Hakkında Bir Düşünce Denemesi

Bakara s. 102. ayeti ile ilgili araştırma yapanların karşısına çıkan en büyük sorunlardan bir tanesi, ayet içinde geçen Harut ve Marut'un kim oldukları konusunda yapılan açıklamalardır. Söylemek gerekirse, Kur'an içinde Bakara s. 102. ayetinden başka bir ayet ile ilgili olarak, böylesine birbirine taban tabana zıt yorumları görmek pek mümkün değildir. Ayet içinde geçen "Ma" edatının hangi anlamda kullanılacağı bile ihtilaf konusu olan bu ayet içinde geçen isimlerin kimler olduğu üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmak bu yazının konusu olacaktır.

Öncelikle şunu hatırlatmak isteriz ki; Böylesine ihtilaflı yorumların olduğu bir ayet hakkında söz söylemek, gerçekten zordur. Bizim de bu ayet hakkında söylemeye çalışacağımız sözler, kendi yorumumuzdan öteye geçmeyecek, eksik ve hata barındırmaktan ari olmayacaktır. Konu hakkında ortaya koyacağımız iddiaların, her yazımızda olduğu gibi tarafımızdan kesin doğrular olarak lanse edilmeye çalışılmadığı bilinmelidir.

Ayet Bakara s. 40. ayetinden itibaren başlayan, İsrailoğulları ile ilgili anlatımların bağlamına dahildir. Ayetin üzerinde cümle cümle durmaya çalışarak, bir sonuca varmaya çalışacak, ondan sonra ayetin mealini vermeye çalışacağız.

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُو الشَّيَاطِينُ عَلَىٰ مُلْكِ سُلَيْمَانَ ۖ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَٰكِنَّ الشَّيَاطِينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ ۚ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّىٰ يَقُولَا إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ ۖ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ ۚ وَمَا هُمْ بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ ۚ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ۚ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

-----Bakara s. 101- Onlara Allah katından bir resul, beraberlerinde olan kitabı onaylayıcı olarak (bir kitap ile) geldiğinde, kendilerine kitap verilmiş olanlardan bir gurup, yanlarında olan kitaptaki Allah'ın bu konudaki hükmünü (bildikleri halde) hiç bilmiyormuş gibi arkalarına attılar (gelen elçi ve kitabı inkar ettiler).

Konunun ilk muhataplarının Medine'li Yahudiler olduğunu dikkate almak durumunda olduğumuz hatırlatarak, ayette kendilerine yanlarında kitabı onaylayan bir kitapla gelen bir elçiyi kabul etmeleri gerekirken onları ret eden Medineli Yahudilerin, bu konudaki tutumları anlatılmaktadır.

وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُو الشَّيَاطِينُ عَلَىٰ مُلْكِ سُلَيْمَانَ
-----(Onlar Allah'ın hükmüne tabi olmak yerine insan) Şeytanların Süleyman'ın sahip olduğu hükümdarlık konusunda söylediklerine (onun bir sihirbaz olduğu yalanına) uydular. 

Burada ayet içinde geçen "Mülk" kelimesinin üzerinde durularak anlamının tesbit edilmesi, sonra gelecek olan "Melekeyn" kelimesine verilebilecek anlamın tespit edilmesinde rol oynayacaktır.

El Mülkü "Emir ve yasaklar ortaya koymak sureti ile, varlıkların zapt altına alınması ve onlar üzerinde tasarrufta bulunulması" anlamındadır. 

Mülk; "Yönetmeye, idare etmeye, muktedir olmaya sağlayan kuvvet" , Melik ise, bu güce sahip olan kimse demektir. 

وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَٰكِنَّ الشَّيَاطِينَ كَفَرُوا
-----(Bu şeytanlaşmış insanlar Süleyman'ın sihir yaparak kafir olduğunu iddia etmelerine rağmen) Süleyman kafir değil, o şeytanlar kafirdi. 

Ayetin bu cümlesi, Süleyman (a.s) ın sihir yaptığı iftirasını ret etmekte, asıl kafirlerin ona böyle bir iftira atanların olduğunu söylemektedir.

 يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ 
 -----(Bu şeytanlaşmış insanlar) Babil'de insanlara sihri ve, iki güç sahibi elçi olan Harut ve Marut'a indirileni (şeytanlık karıştırarak) öğretiyorlardı.

Ayetin bu cümlesinde geçen Melekeyni kelimesine neden İki Melek değil de, İki  güç sahibi elçi anlamı verdiğimiz elbette merak konusu olacak ve cevabı istenecektir. Ayetin bu cümlesinin çevirilerine baktığımızda meallerde bu kelimenin çoğunlukla İki Melek şeklinde çevrildiği görülmektedir. Az da olsa bazı meallerde bu kelimeye İki güç sahibi şeklinde anlamın verildiği görülmektedir. Bu ayetin üzerinde konuşulması en zor ayetlerinden biri olması hasebiyle, bazı ilk tefsircilerce bu kelime Melikeyni (iki melik) şeklinde okunmuş, bazı meallerde gördüğümüz İki güç sahibi şeklindeki anlamın dayanağı, kelimenin bazı eski tefsirlerde bu şekilde yorumlanmasından kaynaklanmaktadır.

Ayet ile ilgili olarak karşılaşılan müşkilin en başta gelen sebepleri, iki meleğin yeryüzünde ne işinin olduğu, onlar insana vahiy indirmek durumunda iken onlara neden bir şeyler indirildiği (ayet içinde geçen "Ma" edatı bazıları tarafından olumsuzluk eki olarak anlaşılmakta, ayetin ayetin anlamı meleklere birşey indirilmediği öynünde oluşmaktadır) ,meleklerin insanlar ile nasıl birebir ilişki kurabildiğidir. Ayetin bu cümlesinde geçen Ünzile (indirildi) kelimesinin geçişlerine baktığımızda, bu kelimenin yeryüzündeki beşer elçilere indirilen vahiy ile alakalı olarak kullanıldığı görülecektir. Bu noktanın dikkate alınması bizce elzemdir.

[017.095] De ki: «Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara semadan resul olarak bir melek gönderirdik.» 

Allah'ın elçi gönderme sünnetinin, insana kendi cinsinden olan elçi olduğuna göre, indirilme olgusu ile muhatap olanların Kur'an içinde Elçi olarak vasıflandırılmış olmaları, Harut ve Marut'un kim olabilecekleri hususunda bizlere ip ucu verebilir.

Şimdi ayet içindeki cümlede geçen Melekeyni kelimesinin geçtiği başka bir ayeti ele almaya çalışarak, bu kelimenin muhtemel anlamını tespit etmeye çalışalım. Bu kelime karşımıza bir başka yerde daha, Adem ve İblis kıssasının geçtiği Araf s. 20. ayetinde karşımıza çıkmaktadır.

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْآتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَٰذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
[007.020] Fakat şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: «Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin iki melek veya ölümsüz hayata kavuşanlar olmanızı önlemektir» dedi.

Araf s. 20. ayetinde de geçen Melekeyni (iki melek) kelimesi üzerinde de geçmişte aynı kıraat tartışmaları yapılmış, bazı tefsirciler bu kelimeyi Melikeyni (iki melik) olarak okumuşlardır. Fakat pek rağbet görmeyen bu kıraati destekleyecek olan bir başka ayet, Aynı kıssanın Taha s. 120. ayetinde karşımıza çıkmaktadır. 

[020.120]  Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: «Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülk sana yol göstereyim mi ?».

Yazımızın başında, Mülk kelimesinin Melekeyn kelimesinin anlamının tespit edilmesinde rolü olacağını hatırlatmıştık. Taha s. 120. ayetinde İblis'in Adem'e verdiği vesveseye dikkat ettiğimizde, ona güç ve kuvvet sahibi olmanın yolunu göstereceğini söylemektedir. Araf s. 20. ayetinde ise İblis, Adem ile eşine ağaca yaklaşmamaları emrinin sebebi olarak, onların Melekeyn olmamaları yani güç ve kuvvet sahibi olmamaları için olduğu vesvesesini vermektedir.

Bunları göz önüne alarak, Melekeyn kelimesinin anlamının, GÜÇ VE KUVVET SAHİBİ İKİ KİŞİ olması kuvvet kazanmaktadır. Dikkat edilirse Araf s. 20. ayetinde geçen Melekeyni kelimesine verdiğimiz anlamın delilini, Taha s. 120. ayetinde geçen Mülk kelimesinin anlamından çıkarmaktayız.

Tabi şimdi burada mütevatir kıraat olan Melekeyn şeklinde okumanın yerine, şaz kıraat olarak görülen Melikeyn şeklindeki kıraati tercih ettiğimiz gibi durum anlaşılabilir. 

Hayır, ayetin yine mütevatir olan MELEKEYN şeklindeki kıraatini tercih ettiğimizin altını özellikle çiziyoruz. Ancak bu kelimenin anlamını İki Melek şeklinde verdiğimizde ortaya çözülmesi güç problemler çıkmakta, bu problemlerin çözümü için, bu kelimeye bildiğimiz anlamda gaybi varlıklar olan melekler anlamını yüklemek yerine, gaybi anlamda kullanılan melek kelimesinin, yine Allah'ın gücünün ve kuvvetini temsil etme anlamından dolayı bu kelime ile ifade edilmiş olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Yani Melek kelimesinin gaybi anlamdaki varlıklar şeklindeki tarifinden önce, onların bu kelime ile ifade edilmiş olmasının dikkate alınması gerekmekte, ve onların bu kelime ile isimlendirilmiş olması, güç ve kuvvet sahibi oldukları içindir. 

MELEK ve MELİK kelimeleri kök olarak güç ve kuvvet sahibi olmak bakımından aynı anlama, fakat kullanım alanında işaret ettikleri varlık cinsleri farklıdır. Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu yasa gereği, Allah (c.c) ile kulları arasındaki iletişimi onlara melek elçi ile vahyettiği beşer elçiler ile sağladığı herkesçe malumdur. Melek elçinin bir beşer ile iletişim sağlaması için, o kişinin elçilik görevine sahip olması gerekmektedir.

Bu durumun, İbrahim'in misafirleri kıssasında melek elçilerin onun karısı ile konuşması, veya Meryem'e gelen elçinin beşer kılığında bir melek olması gibi istisnaları olmakla birlikte, genel teamül meleğin beşer elçiler ile iletişim kurması şeklindedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insanlar ile muhatap olanlar yine onlarla aynı varlık cinsinden olanlar, yani beşer elçiler olduğuna göre, Harut ve Marut'un beşer cinsinden iki elçi olmaları daha ağır basmaktadır.

Buraya kadar yazdıklarımızı özetleyecek olursak; Bakara s. 102. ayetinde geçen Harut ve Marut'un bildiğimiz gaybi anlamda melekler değil, beşer cinsinden olan, ve ellerinde hem yönetim gücü hem de elçilik gücü bulunan iki kişi diyebiliriz. Bu iki kişinin kim olabileceğini düşündüğümüzde, İsrailoğularının tarihinde önemli role sahip olan ve Kral Peygamber olarak bilinen baba DAVUD (a.s) ve onun oğlu olan SÜLEYMAN (a.s) olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Davud ve Süleyman (a.s) ların kıssasında baktığımızda, onlara mülk, yani insanlar üzerinde yönetim ile tasarruf etme hakkı verilmiş olduğunu görmekteyiz.

Ayetin bu cümlesi meallerde "Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı" şeklinde çevrilmektedir. Bu çevirilerin, Harut ve Marut'un Babil şehrinde ikamet ediyor gibi bir anlamı çağrıştırmasından dolayı, sıhhatli bir çeviri olduğunu söylemek güçtür. Cümleye verilecek anlamın sihirbazların bu işi Babil'de yapıyor olduklarına dair bir anlamı çağrıştırarak verilmesi gerektiği düşünmekteyiz.

يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّىٰ يَقُولَا إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْ ۖ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ

-----Halbuki bu iki elçi kendilerine indirilenleri, "Bizim size öğrettiklerimiz sizin için bir denemedir, sakın bunları yanlış yönde kullanarak kafir olmayın" diyerek insanlara tebliğ ettikleri halde bu şeytanlaşmış insanlar o bilgileri istismar ederek, karı kocanın arasının bozulmasını sağladılar. 


Ayetin bölümü, Harut ve Marut'un insanlara sihir öğretirken sanki, "Biz size bu sihri öğretiyoruz ama sakın bunu yanlış kullanmayın" dedikten sonra insanlara sihir öğrettiği gibi anlayış hakimdir. Elçiler, vazifeleri gereği sadece kendilerine indirilenleri insanlara tebliğ ederler. Allah'ın insanlara olan emir ve yasaklarını onlara bildirmek için gelen bütün elçiler, insanlar için bir imtihan vesilesidir.

[044.017] And olsun ki, biz onlardan önce Firavun kavmini de denemiştik. Onlara çok kıymetli bir resul gelmişti. 

Burada önemli bir noktayı hatırlatmak yerinde olacaktır; İmtihan için yaratılmış olan insanlara tarih boyunca gelen elçiler, o insanlara inanmak veya inanmamak noktasında bir imtihana tabi tutulduklarını unutmamalarına dair Rablerinin beyanını iletmişler, ve onlara Allah' karşı inkarcı olmamalarını öğütlemişlerdir. Ancak elçilerin bu öğütleri birçok insan tarafından ret edilmiş, pek azı tarafından kabul görmüştür. Harut ve Marut tarafından sanki karşılarındaki birisine söylüyorlarmış gibi anlaşılan bu ifadeler, vahyin bütün insanlara çağrısı olan, "İman edin inkar etmeyin" sözünün, onlar üzerinden anlatılması diyebiliriz.

Fakat insanların bir kısmı diğer insanların üzerinde tahakküm sağlayabilmek için, dini değerleri kullanmış hala da kullanmaktadır. Samiri örneğinde görülebileceği gibi, elçinin öğretilerine bir avuç katarak kendi şirk öğretilerini insanlara bu yolla empoze etmeye çalışmak, şeytanlaşmış insanların kullandığı kadim bir yol olup, Bakara s. 102. ayetinde de bu durumu görmekteyiz. 

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Şeytanlaşmış insanların kullandığı önemli silahlardan bir tanesi, insanların zihnine sokmak istedikleri şeytanlıklarını o insanların güvenilir olarak gördüğü ve bildiği insanları kullanarak yapmalarıdır. İnsanların güvenini kazanmış kişilerin söylediği iddia edilen sözlerin yani onlara atfen uydurulan iftiraların, o insanlar tarafından kabul görmesi daha kolay olup, şeytanlaşmış insanların halen kullandıkları bir yoldur. Harut ve Marut'un insanlar üzerindeki olan güveni, insan şeytanlarının bu isimleri istismar ederek, insanlar üzerinden çıkar sağlamalarına sebep olmuştur.

Karı kocanın arasının nasıl bozulduğuna gelince, olayı sadece bir karı koca anlaşmazlığı olarak değil, bunu insan şeytanlarının yaptıkları ile diğer insanlara verdikleri zararın boyutunu anlatan bir ifade olarak okumak mümkündür.

وَمَا هُمْ بِضَارِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ
-----O şeytanlar yaptıkları sihir ile bir kimseye zarar vermiş olmasınlar ki, Allah bunu bilmesin.

Ayetin bu cümlesi genellikle, "Oysa Allah'ın izni olmadıkça onlar kimseye zarar veremezlerdi"  şeklinde çevrilmektedir. Ayetin bu cümlesinin, şeytanların yaptığı sihrin Allah (c.c) tarafından bilindiği, yani işledikleri bu cürmün cezasız kalmayacağını haber verecek bir anlama sahip olduğu şeklinde çevirmenin daha uygun olduğunu düşünmekteyiz.

وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ
-----Onlar (bu şeytanlıkları yapmakla) kendilerine fayda vermeyecek, zarar verecek olanı öğreniyorlar. 

وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ
-----And olsun ki bu şeytanlar sihri satın alanın ahirette (cennetten) bir payı olmayacağını bilmektedirler.

Onlara yaptıklarının yanlış olduğunu, yaptıkları bu yanlışın onlara ileride pahalıya mal olacağı bildirilmesine rağmen, bu yanlışta ısrar ediyorlardı.

وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
-----Kendilerini (cehennem) karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi.

Bakara s. 102-- (Onlar Allah'ın hükmüne tabi olmak yerine insan cinsinden olan) Şeytanların Süleyman'ın sahip olduğu hükümdarlık konusunda söylediklerine (onun bir sihirbaz olduğu yalanına) uydular. (Bu şeytanlar Süleyman'ın sihir yaparak kafir olduğunu iddia etmelerine rağmen) Süleyman kafir değil, o (insan cinsinden olan) şeytanlar kafirdi. (Bu şeytanlar) Babil'de insanlara sihri ve, iki güç sahibi elçi olan Harut ve Marut'a indirileni (şeytanlık karıştırarak) öğretiyorlardı. Halbuki bu iki elçi kendilerine indirilenleri, "bizim size öğrettiklerimiz sizin için bir denemedir, sakın bunları yanlış yönde kullanarak kafir olmayın" diyerek insanlara tebliğ ettikleri halde bu şeytanlar o bilgileri istismar ederek, karı kocanın arasının bozulmasını sağladılar. O şeytanlar yaptıkları sihir ile bir kimseye zarar vermiş olmasınlar ki, Allah bunu bilmesin. Onlar (bu şeytanlıkları yapmakla) kendilerine fayda vermeyecek, zarar verecek olanı öğreniyorlar. And olsun ki bu şeytanlar sihri satın alanın ahirette (cennetten) bir payı olmayacağını bilmektedirler. Kendilerini (cehennem) karşılığında sattıkları şeyin ne kötü olduğunu keşke bilselerdi.

103- Eğer onlar iman etmiş ve sakınmış olsalardı, Allah katında alacakları karşılık daha hayırlı olurdu, keşke bunu bilselerdi.

Ayetin ilk muhataplarına olan mesajı konusunda şunları söyleyebiliriz:

Medine'de ikamet eden Yahudilerin, yanlarında olan Tevrat'ı onaylayıcı olarak gelen Muhammed (a.s) a şeksiz şüphesiz iman etmeleri gerekirken bunu yapmayıp, insanları saptırmayı amaç edinen ve nedenle "Şeytan" olarak vasıflandırılan insanların sözlerine tabi oldukları, bu insanların sahip olduğu söylemin, Süleyman (a.s) hakkında yalan yanlış iftiralar uyduranlar olduğu bildirilmektedir.

Bu şeytanların insanlara Harut ve Marut'a indirileni öğretmelerine gelince: Bu konudaki ayet içinde geçen "Ma" edatının iki farklı anlamda kullanıldığı meallere rastlamaktayız. Kanaat olarak bu edatın ismi mevsul anlamını taşıdığını düşünenlere  katılmakla birlikte, olumsuz anlamda kullananlara karşı herhangi bir söz söylemek hakkımız olmadığını da bilmekteyiz. Neticede herkes ayet hakkında yorum yapmakta, ve bu yorumu yaparken isabet etme veya edememe durumuna da düşebilmektedir.

Harut ve Marut'un kim oldukları konusunda tefsirlerde izahların olduğu, konu ile ilgili araştırma yapanların malumudur. Harut ve Marut'un Davut ve Süleyman (a.s) lar olduğu şeklinde ortaya attığımız iddia, dikkat edilirse bazı Kur'an ayetlerinin delaleti iledir. Bizim ortaya attığımız bu düşüncenin kesin doğrular olduğunu iddia etmediğimizin bilinmesi gerektiğini tekrar hatırlatmak isteriz.

Çünkü bu konuda bir çok kimsenin kafasında doğru olarak bildiği bir düşünce mevcut bulunmaktadır. Yine bir çok kimse bizim bu konuda yazdıklarımızı da kendi sahip oldukları doğrular çerçevesinde değerlendirecektir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


5 Kasım 2017 Pazar

Nisa s. 1. Ayeti Hakkında Bir Düşünce Denemesi

İnsan neslinin nasıl çoğaldığı sorusu, Kur'an'dan cevabı aranan ve üzerinde bir takım fikirler yürütülen bir konu olup, bu sorunun cevabının Nisa s. 1. ayetinden çıkarılmaya çalışıldığı, konu ile alakalı olanların malumudur. Bu ayet üzerinde yapılan yorumlara göre, İnsan nesli Adem adı verilen ilk insandan ve ondan eşinin yaratılması ile çoğalmıştır. Fakat burada insan neslinin, Kur'an tarafından haram kılınmış olan kardeş evliliği ile mi çoğaldığı sorusu ortaya atılmış, ve böyle bir cevap itirazlara neden olmuştur. 

Bu itirazlara cevabın ise insan neslinin bu şekilde çoğalmadığı, birden fazla Adem yaratılmak sureti ile insan neslinin çoğaldığı şeklinde verilmeye çalışıldığı, yine konu ile alakalı olanların malumudur. Biz yazımızda insan neslinin nasıl çoğaldığı üzerinde fikir yürütmeye çalışmak değil, Nisa s. 1. ayetinden nasıl mesajlar çıkabileceği üzerinde bir düşünce denemesi yapmaya çalışacağız.

Kur'an ayetleri ile ilgili yapılan okumalarda, kafalarda oluşan sorulara cevap aramak yerine, okunan ayetin ne gibi mesajlar ihtiva etmiş olabileceği üzerinde yoğunlaşmaya çalışmak, bizleri daha sağlıklı sonuçlara götürecektir. İnsan neslinin nasıl çoğaldığı sorusuna Nisa s. 1. ayeti üzerinden cevaplar aramaya çalışmanın, başka soruları da beraberinde getirmekte olduğu malumdur. Öyleyse bu ayetten böyle bir sorunun cevabını aramaya çalışmak yerine, içermiş olabileceği mesajları okumaya çalışmak daha sağlıklı olacaktır. 

Kanaatimizce Nisa s. 1. ayeti, bizlere insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunda bilgi vermek yerine, insanları yaratan Allah'tan sakınmayı tavsiye etmektedir. Yine kanaatimizce Kur'an, insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunda net bir bilgi vermemekte, bu konuda Kur'an içinden aranmaya çalışılan cevaplar ise kişisel yorumlardan öteye geçmemektedir.

[004.001] (Elmalılı meali) Ey o bütün insan kömeleri! Sakının o Rabbınıza karşı gelmekten ki sizleri bir tek nefisten yarattı, ondan eşini yarattı da ikisinden bir çok erkekler ve dişiler üretti, sakının o Allaha karşı gelmekten ki siz onun ve o rahimlerin hurmetine biribirinizden dilek dilersiniz, çünkü o Allah üzerinizde gözcü bulunuyor.

Kanaatimizce bu ayette merkeze alınması gereken kelime, ettuqu (sakının) kelimesidir. Onun insanları yaratmış olması, ondan sakınmamız için bir gerekçe olarak gösterilmektedir. Surenin devamındaki ayetler yetim hakları ile ilgili olup, yetim hakkını yemekten sakındıran Allah (c.c) nin nasıl bir kudret sahip olduğunun önceden hatırlatılmış olması, yetim malları üzerinde yetki sahibi olanların daha dikkatli davranmasına yönelik mesajlar olarak ta okunabilir.

İnsanların yaratılışını ifade eden Nefsin Vahidetin (Bir tek nefis) deyimini, insan neslinin Adem'den çoğalması olarak aldığımızda karşımıza şöyle bir problem daha çıkmaktadır.

[007.189]  O, o zattır ki sizi bir tek nefisten (min nefsin vahidetin) yarattı, eşini de ondan yarattı ki gönlü buna ısınsın. Onun için eşine yaklaşınca o hafif bir yükle hamile kaldı, bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden kendilerini yetiştiren Allah'a şöyle dua ettiler: «Bize salih bir çocuk ihsan edersen, yemin ederiz ki, kesinlikle şükreden kullarından oluruz!»
[007.190] Allah onlara salih bir çocuk verince; kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeyden münezzeh tir.

Nisa s. 1. ayetinde geçen Nefsin Vahidetin deyiminin aynısını Araf s. 189. ayetinde de görmekteyiz. Bu ayetlerde geçen kişiyi ayet içinde geçen bu deyimden ötürü Adem olarak anlayan bazı tefsirciler, Adem ve eşinin Allah'a şirk koşup koşmadığı üzerinde tartışmaya girmişlerdir. Adem, eğer Allah (c.c) tarafından elçi olarak seçilmiş bir kişi ise, onun böyle bir cürmü işlemiş olması kanaatimizce asla mümkün gözükmemektedir. 

Nisa s. 1. ayetinde geçen deyimin başka ayetlerde geçişleri ise şu şekildedir.

[006.098] O ki, sizi bir tek nefisten oluşturdu. Arkasından sizin için bir barınma ve bir geçiş yeri belirledi. Biz anlayanlar için ayetleri ayrıntılı biçimde açıkladık.

[031.028] (İnsanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir nefsin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Unutulmasın ki, Allah her şeyi bilen ve görendir.

[039.006] Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?

Bu ayetleri de dikkate alarak Nefsin Vahidetin deyimini, Erkek ve Kadın olarak yaratılmış olan insan cinsinin hamurunun aynı olduğunu ifade etmekte kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum ise bizi şöyle bir düşünceye götürebilir.

 Kadın ve Erkek olarak yaratılmış insan cinsinin aynı hamurdan yaratıldığı, tarihin her devrinde özellikle kadınların aşağılık yaratıklar olduğu üzerine kurulan düşüncelerin batıllığı, renk, dil, ırk v.s gibi farklılıkları olsa da dahi herkesin ortak paydasının önce insan olmak üzere kurulan ilişkilere dayanması gerektiğini, Nisa s. 1. ayetinden okumak mümkündür. Bu ayet bizi aynı zamanda Hucurat s. 13. ayetine götürecek, iki ayet ile arasında sıkı bir bağ olduğu da görülecektir.

[049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

Hucurat s. 13. ayetinde de insanların bir erkek ile bir dişiden yaratılmış olmasının fizyolojik bilgi vermekten öte, Allah'ın yaratıcı kudreti, bu kudretin yarattığı insanların bazı farklılıkları olsa da, bu farklılıkların bir insanın diğer bir insan üzerinde üstünlük vesilesi olamayacağı vurgusu yapılmaktadır.

İnsanların birbirleri ile yakın ilişkiler kurmasındaki önemli etkenlerden bir tanesinin akrabalık bağları olduğunu düşündüğümüzde, insanlığın bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olduğunun beyan edilmesinin bizleri Kardeş kardeşe evlenerek mi çoğaldık? sorusunu sormak yerine, böyle bir yaratılış şeklinin ifade edilmiş olmasından, insanların birbirleri ile olan yakınlığının hatırlatılmak istenildiğini, böylelikle insanların birbirlerine karşı üstünlük kozlarının ortadan kalktığını ve birbirleri ile  aynı hamurdan yaratılmış olmanın bir yakınlık vesilesi olarak görülmesi gerektiğini anlayabiliriz.

Nisa s. 1. ayetinde geçen Zevcehe Kelimesinin anlamı genel olarak bir erkeğin eşi anlamında kullanıldığı için bir takım yanlışlara kapı aralayabilmektedir. Bu kelimenin Birbirinin benzeri şeklinde bir anlama sahip olması dikkate alınarak, Nisa s. 1. ayetinde geçen kelimeye anlam verilmiş olsaydı, yanlış anlamaların büyük ölçüde önü alınabilirdi.

Sonuç olarak; Nisa s. 1. ayeti insan neslinin nasıl çoğaldığı sorusunun cevabını öğrenmek için okunmak yerine, insanların yaratılış hamurunun aynı olduğu, insanları yaratma gücüne sahip olan Allah (c.c) den sakınılması gerektiği gibi mesajlar dahilinde okunduğunda bizleri daha doğru sonuçlara götürecektir.

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Şubat 2014 Perşembe

ERİKE HADİSİ:Allah ve Elçisine Atılmış Bir İftira

İslam kültüründe "Hadis" denilince akla, Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözler akla gelir. Hadislerin sahihliğinin hangi kritere göre yapılması gerektiği konusunda, Müslümanlar arasında tartışma konusu olduğu'da bir gerçektir. Muhammed as ın söylemiş olduğu rivayet edilen sözlerin, nasıl bir temele oturtulacağı ayrı bir tartışma konusu olup bugün Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarının başında gelen bir konu olduğu herkesin malumudur.

"Uydurma hadis" terimi, hadis usulu içinde yer alan bir terim olup, Muhammed as a atfedilen fakat onun söylediği kabul edilmeyen sözler için kullanılan bir terimdir. Bir hadisin uydurma olup  olmadığı konusunda kriter belirleyen hadisçiler , bir hadisin uydurma olduğunun kuvvetli bir ihtimal olmasının şartlarının en başında sayılabilecek olarak hadisin gayb'tan haber vermesi şeklinde bir kriter belirlemişlerdir.  

Hadislerin sahih olup olmadığı konusunda kullanılan yöntemi 2 ana başlıkta incelemek mümkündür. 1- sened tenkidi 2- metin tenkidi , senet tenkidi metodu ile bir hadisin sahih olup olmadığını belirleyen yöntem, o hadisin senet zincirindeki ravilerin cerh ve ta'dil metodu ile araştırılması sonucu varılan karar sonucunda oluşmaktadır, metin tenkidi metodu ile bir hadisin sahihliğinin belirlenmesi daha sağlıklı bir yöntem olup bizimde tercih ettiğimiz bir metotdur.  

Yazımızın başlığında adını vermiş olduğumuz hadisi bu yönteme göre bir tenkid süzgecinden geçirmek istiyoruz, "erike hadisi" olarak bilinen hadis şöyledir.  

   “Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”[Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5]   

" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; TahaviŞerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"

 Rivayet kitaplarında bu hadisin farklı versiyonları olmasına rağmen rivayet özet olarak , gelecekte hadisi ve sünneti red edecek insanların bu reddiyelerini kur'ana dayandırmak sureti ile yapacaklarına işaret etmektedir.

Bu rivayetin senedine baktığımız zaman , 1- Ebu rafi 2- Mikdam bin ma'dikerib' adında iki sahabeyi görmekteyiz. Rivayetin hayber gününde söylenmiş olduğuna dair rivayetler olup bu iki sahabeden birincisinin, haybere iştirak etmediği yönünde tabakat kitablarında bilgiler vardır , 2. sahabenin ise Hayber fethinde küçük bir çocuk olması gerektiği yönünde rivayetlerin olması rivayetin senet tenkidi yönünden bile tartışmalı olduğu açıktır . ( bu konu ile ilgili olarak islamiyat dergisi 1998 yıl sayı 3 Mehmet Emin Özavşar'ın "polemik türü rivayetlerin gerçek mahiyeti" adlı makalesine bakılabilir). 

Gelelim rivayetin metin tenkidi ile okunmasına; 

Muhammed as ın vefatı sonrası gelişen fitne olayları ve siyasi düşüncelerin itikadlaşması , her fırkayı kendisinin haklılığının, Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yada karşı fırkanın haksızlığının yine Muhammed as tarafından haber verilmiş olduğu yönünde destek arayışına götürmüş ,ve bunun sonucunda bir çok uydurma hadis ortaya çıkmıştır. Haricilerin büyük günah işleyeni kafir görmeleri mürcienin büyük günah işleyenin kafir olmadığı yolunda hadis uydurmasına sebeb olmuş ve " şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenin üzerinedir" gibi büyük günah işleyenin kafir olmadığına delil teşkil edebilecek hadis uydurulmasına sebeb olmuştur.   

"Ehli Hadis" ekolünun hadisleri vahiy sayıp ,onlara Kur'anın yanında hatta ondan daha fazla bir değer atfetmesi, bugün bile yerleşik din algılarında tezahürü görülen bir durumdur. Hadis ve Kur'an ehli çekişmesinin başlangıcı kökü eskilere giden bir çekişme olduğu " Erike hadisi" adı verilen rivayetten anlaşılmaktadır.   

                                       "Biliniz ki bana Kur'an ile bir misli daha verildi"  

Rivayetin bu cümlesi üzerinde biraz duralım; Muhammed a.s ın söylemiş olduğu rivayet edilen söze göre, kendisine Kur'anla birlikte onun bir benzeri verilmiştir. Bunun ne  olduğunu soracak olursak hemen "Hadis ve Sünnet" karşılığını alırız. Bu rivayeti kur'an içinden ayetle desteklemek için, hemen Necm s. ilk ayetlerinden olan " o hevasından konuşmaz onun konuştuğu vahiydir" veya " sana Kitap ve Hikmet'i indirdik" şeklindeki ayetler delil olarak sunulmaktadır. 

Kur'anın bir çok ayetinde " sana indirilen" şeklinde ibarenin tek bir şeyi anlatmış olması bu kişiler hiç bir şey ifade etmemekte olup, Hikmet'in Kur'andan ayrı olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bununda sünnet ve hadisler olduğu yerleştirilmeye çalışılmıştır. Kur'an eğer önkabulsuz ve bütüncül bir metodla okunacak olursa sünnet ve hadis'in vahiy olduğuna dair tek bir delil bile bulunamaz aksine bu tür iddiaların iftira olduğu açıkça görülecektir.   


                              "Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir"  

 Bu cümle üzerinde'de biraz durmak gerekmektedir.Muhammed a.s Allah c.c nin elçisi olması nedeniyle, onun kullarına olan emir ne yasaklarını bildirmek şeklinde bir görevinin olduğu malumdur. Helaller ve haramların anlatıldığı ayetler, kur'an içinde yer bulan ayetler topluluğundan olması nedeniyle elçinin de haram veya helal kıldıkları sayılır ama bu haram kılma , Allah c.c den asla bağımsız olmayıp sıkıntılar bu çerçevede düğümlenmektedir.   

Muhammed a.s ın konumunu farklı algılayan "Ehli Hadis" fırkası , ona Kur'anın vermediği bir görev olan kur'an harici helal ve haram koyma yetkisini tanıyarak, elçilik vazifesinin dışında ayrı bir görev yüklemeye çalışmıştır. Muhammed a.s ın elçiliği ile birlikte yürüttüğü yöneticilik yani devlet başkanlığı sıfatıyla, o gün bazı uygulamalar yapması doğal ve gerekli bir durumdur. 

Bu durumun bir yansımasını Hayber gününde'de görmekteyiz. Sahabe darda kaldığı için yük taşımada kullanılan eşekleri keserek yemeye başlaması üzerine  bu durumun ordu üzerinde stratejik açıdan ters bir durum doğurucağını bilen Muhammed a.s eşeklerin kesilmesini yasaklamıştır. Bu yasaklama bazıları tarafından yanlış algılanarak bu yasaklamanın kıyamete kadar geçerli olduğu ve eşek etlerinin haramlılığının domuz eti gibi dini bir hüküm olduğunu zannetmişlerdir. Halbuki "Haram" kelimesi yasaklama anlamında olup elçinin haram etmesi demek, onun yasaklaması anlamında ve kur'an gibi bir haram değeri taşımamaktadır.   

Muhammed as'ın helal ve haram koyma yetkisi meselesi araf s. 157. ayeti ve benzeri bir kaç ayetin baz alınarak delillendirilmeye çalışılsa da, ayetlerin bütünlük içinde okuması sonucunda böyle bir durumu anlatmadığı ortaya çıkacaktır.   

 "Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır."  

 Bu ibare işin vehametini ortaya çıkarması açısından ibret verici bir cümledir. Öncelikle birçok Kur'an ayetinin "Ben gaybı bilmem" şeklindeki cümlesi gözardı edilerek Muhammed a.s a gaybı bildirten rivayetlerin sahipleri acaba bunun hesabını nasıl vereceklerdir?.  

Bu cümle, rivayetin neye kılıf olarak hazırlandığının ipuçlarına içermesi açısından dikkat çekicidir. Yüzlerce yıl öncesinden dahi hadis ehlinin rivayetleri din edinme yoluna karşı Kur'anı din edinmeyi savunan Kur'an ehlinin olduğu bu rivayetin söylenme sebebinden açıkça ortaya çıkmaktadır. 

Kur'anı arkaya atarak hadisleri öne çıkaran ehli hadis fırkasının karşısına Kur'an ehli ne güya Muhammed a.s şöyle demektedir.  "Benden sonra Kur'anı öncelleyelim diyen bir cemaat gelecektir sakın bunlara inanmayın ve benim hadislerime ve sünnetime sarılın" bunu desteklemek için başka rivayetlerde hazırdır " ümmetimin fesada uğradığı zamanda kim benim sünnetime yapışırsa, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanır.” veya " size iki şey bıraktım " şeklindeki rivayetler olup, bir versiyonunda kur'an+sünnet , diğer versiyonunda Kur'an + Ehli Beyt şeklinde olması bizlere rivayetlerin yardımı ile oluşturulmak istenen din algısı hakkında bilgi vermektedir.

Hadis ve sünnet'in dindeki konumunu bundan önceki bazı yazılarımızda ele almaya çalışıp toptan ret etme gibi bir düşünce içinde olmadığımızı burada belirtmek isteriz.  

Burada yeri gelmişken şunu da belirtelim; "Hadis Ehli" ve "Kur'an Ehli" çatışmasının hadis uydurma boyutu kur'an ehlinin de uyguladığı bir yöntemdir. Kur'an Ehli bu yarışa Kur'an okumanın faziletleri ile ilgili bir çok hadis uydurarak katılmıştır. Hadis usulunde uydurma hadisler kategorisinin içine dahil olan konulardan  birisi de " Surelerin fazileti" olup bunları da Kur'an ehli olanlar , Hadis ehline karşı olarak uydurma yoluna gitmiştir.  

Erike hadisi olarak bilinen rivayetin Hayber günü ehli eşeklerin yenmesinin, onların stratejik önemi açısından ordu komutanı olan Muhammed a.s tarafından yasaklanması konusunun içine uydurma olarak idraç edilmiş rivayet , metin açısından incelendiğinde birçok sorunlar oluşturduğu görülmektedir.  

Sonuç olarak; Hadis ehlinin, Kur'an ehlinin karşısına hadis ve sünneti çıkarmak olarak tezahür eden din algısını desteklemek amacı ile böyle bir rivayeti uydurduğu ortadadır. Gaybı bilen ve kendi tebliğ ettiği "Kur'anı öne çıkarın" diyenlere karşı "sakın haa bunlara kanmayın" dedirtilen bir peygamber algısı, ancak Kur'anı arkaya atıp hadisi öne çıkarmak isteyen Hadis ehlinin harcıdır. Sened zinciri açısından bile tartışmalı olan böyle bir rivayet, metin tenkidi açısından bakıldığında neresinden tutsanız elinizde kalan bir rivayet olup bunun Muhammed as atfedilmesi düpedüz bir iftiradan başka değildir. 

Bugün rivayet kitablarında, "Hadis" adı altında bizlere gelen birçok bilginin arka planında Muhammed as ın vefatı sonrası oluşmuş olan fırkaların kendi düşüncelerinin doğru , karşı düşüncenin yanlış olduğunun delilini hadise dayamak şeklindeki bir tezahürü Ehli hadis fırksının gayet güzel kullandığı bir gerçektir. 

Hadis usulunde metin tenkidi metodu ile yapılacak bir elemeden, bugün aşırı bir kutsiyet atfedilmiş olan Buhari , Müslim vs gibi kitaplardaki hadislerin bir kısmının geçemeyecek olması, ehli hadisi metin tenkidine karşı aşırı bir tepki vermeye zorlamakta olup bu metoda olanca güçleri ile karşı çıkmaktadırlar. 

Ancak hadis adı altında gelen bir çok rivayetin uydurma olduğu Kur'an ile sağlaması yapıldığında ortaya çıkınca uydurmaları müdafaa etmek için karşı tarafa hakaret ve sapkınlık suçlamalarından başka bir delil getiremedikleri de herkesin malumudur. Kur'an ehli olduklarını iddia edenlerin, "Hadis adı altında gelen ne varsa atalım" şeklindeki düşünceleri, karşı tarafın "Ne varsa alalım" şeklindeki düşüncesinden farklı bir yanlış olmayıp, hadis adı gelen müktesebatı göz ardı edilemeyeceğini, elimizdeki kitaplardaki hadislerin sahih olup olmadığını Kur'an yardımıyla anlaşılabileceği gerçeğini de artık bilmeleri gerekmektedir.  

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

9 Mayıs 2013 Perşembe

Kitabı Tahrif Teknikleri Konusunda Bir İroni Denemesi (Geleneksel Metod)

Allah cc nin alemlere rahmet ve hidayet olarak göndermiş olduğu kitaplar zaman içinde şeytan ve askerleri vasıtası ile değişime uğratılıp insanların hevalarına uygun olarak yeniden tanzim edilmeye çalışıldığı bilinen  bir gerçekliktir. Adını bildiğimiz iki kitab olan tevrat ve incil bu uygulamadan nasibini almış ve tabileri olduğunu iddia eden insanlar tarafından tahrif edilerek "Allah cc nin kitabı budur" denilerek az bir pahaya satılmaya çalışılmıştır. Konumuz tevrat ve incilin tahrifi değil kur'anın tahrifi olup bu yazı başlıktanda'da anlaşılacağı üzere bir ironi denemesidir. İroni anlam olarak "söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir. Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farkı olarak, ironi daha eleştirel yaklaşır. İroni mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin altını, dolaylı çizer." şeklinde tarif edilmiş olup bizde bu tarife uygun tahrif tekniklerini sıralamaya çalışacağız.

                      1- NASİH-MENSUH TEORİSİ İLE TAHRİF TEKNİĞİ

Önce bakara s. 106. ayeti,nahl s 101-102. ayeti ve ala s.6-7. ayetleri bağlamlarından koparılarak, kur'anda bazı ayetlerin yürürlükten kaldırıldığı düşüncesi ortaya atılır. Sonra bu teori kategorilere ayrılır. 1-metni baki hükmü mensuh ayetler, 2-metni mensuh hükmü baki ayetler, 3- metni ve hükmü mensuh ayetler gibi. Daha sonra kur'andaki zina cezasının evli ve bekar ayrımı yapmadan aynı olduğu kapatılır, 2. kategoriye uygun olarak recm cezasının evliler için taşlayarak öldürme şeklinde olduğunu belirten ayetin nazil olduğu fakat muhammed as ın vefatı sırasındaki karışıklıkta ayeti mübarek bir keçinin yediği rivayet kitaplarına sokulur ve böylelikle 2. kategoriye uygun olan bir ayet bulunmuş olur. Elimizdeki kur'anın içine alınmayan bir çok ayet olduğu aynı rivayet kitaplarına sokuşturularak 3. kategori oluşturulmuş olur. Bunları okuyan bir gayri müslim " yahu bu müslümanlar ne antika hem ellerindeki kitaplarının Allah'tan indirildiği gibi aynı derler hemde kur'ana alınmayan bir çok ayetten bahsederler" dedirtip bir taraflarıyla gülmeleri sağlanır.    

Zina cezasının evliler için ayrı olduğu ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılıp bunu kabul edenlerin KUR'AN İNKARCISI olduğu gizlenip, etmeyenlerin HADİS-SÜNNET İNKARCISI oldukları yaygaraları koparılır.

       2. OLUŞTURULAN KUR'AN DIŞI İTİKADLARA UYGUN TAHRİF TEKNİĞİ

Cahiliye döneminden beri süregelen emevi- haşimi çekişmesinin adı, şia ve ehlisünnet olarak değiştirilip itikadi bir alana çekilip müslümanların kıyamete kadar birbirlerine düşman olmaları sağlanır.    

Kur'an, yunan, hint, iran düşüncelerinden alınan felsefe ve tasavvuf düşünceleri ile yeniden yorumlanır. Artık kur'an Allahın indirdiği amacın dışına çıkarılmış ve herkesin kendi düşüncesini onaylayan bir noter olmuştur.

Şirk kavramı özellikle tasavvufçular tarafından mecraıından çıkarılarak insanlara hoş gösterilir ve din maskesi altında mekke müşriklerini aratacak müşrikler türetilir.  

İtikadi mezhepler adı altında kur'an ile ilgisi olmayan meseleler üretilir ve bunların kur'andan delilleri çıkartılmaya çalışılarak kur'ani bir mesele olduğu zannı verilir.     

          3. KUR'ANA EŞDEĞER KİTAPLAR ÜRETİLEREK TAHRİF TEKNİĞİ 

Muhammed as ın söylediği sözler önce necm suresi ayetleri bektaşi misali okunarak üsütü kapatılır ve "onun her söylediği vahiydir" teorisi üretilerek sözlerininde kur'an ile aynı olduğu dayatması yaplır. Bunlar yapılırken yine muhammed as a uygun sözler söyletilerek onun desteği sağlanır. Erike hadisi gibi rivayeler üretilerek " Süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.`" gibi sözler söyletilir.     

Tevratın içine dahil edildiği gibi kur'an mushafına harici sözlerin ilave edilmesine gerek yoktur. Kütübü sitte adı altında oluşmuş olan külliyatı özellikle buhari ve müslimi "la yus'el" (sorgulanamaz) kitaplar haline getirerek gerektiği yerde onları kur'anın önüne geçirmek.
"Hadisleri kur'ana arz edelim" diyenleri sapkınlıkla suçlayalım ve "sahih hadisin kur'ana arzına gerek olmaz" tarzında bahaneler uyduralım, "sahih dediğiniz hadisin sahihliğinini deliline dair vahiymi var?" gibi soru soranları "hadis inkarcısı" veya "sünnet inkarcısı" gibi sözlerle damgalayalım. Çünkü  "hadis" adı altında üretilen bir çok husus bu hadislerin sahih olmadığı anlaşıldığında temelinden sarsılacaktır.    

4. KUR'AN MEALLERİNE GEREKLİ PARANTEZLER AÇARAK TAHRİF METODU

Kur'anın asıl metninde olmayıp hadis olduğunu söylediğimiz sözlerle oluşmuş olan din kurallarını kur'andanmış gibi göstermek için ayet aralarına parantezler açılarak oluşturmuş olduğumuz kurala uygun hale getirebiliriz. Örnek parantezler aşağıda verilmiştir. Mesela isa as ın yeniden dünyaya inmesi düşüncesi hıristiyan düşüncesi olmakla birlikte bu düşünceyi müslümanlar için bir inanç konusu haline getirip uygun rivayetlerle destekleyip bazı ayetlere parantez içi tahrif metodu yolu ile sanki ayet öyle diyormuş gibi bir hava verdirebiliriz örnek bir meal denemesini  olarak zuhruf s. 61. ayeti üzerinde uygulayabiliriz .  
" Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur."   

 Aynı metod ile müslümanların kur'an ile bağlarını koparabilmek için onu canları istediği zaman ellerine alamayacaklarını empoze edip "abdestsiz kur'ana el sürmek haramdır" şeklinde bir düşünceyi yayalım buna destek içinde vakıa suresi 79. ayetini bektaşi misali okumalarını sağlayarak sanki kur'andanmış gibi anlamalarını sağlayalım örnek bir tahrifi şu şekilde yapabiliriz. "Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz."

Kendi kafalarınca düşünce üretmemeleri ve kafalarını başkalarına kiraya vererek onların doğrultusunda düşünmeleri için ayet meallerini ona göre ayarlayalım yine örnek bir çalışma olarak enbiya s. 7 ve nahl s.43. ayetlerinin meallerini şu şekilde ayarlayalım. 
----- Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.
----- Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz.
Uyanık ve kur'andan haberi olanlar bu iki ayetin öncesinide okuyun derlerse o zaman işimiz yaş çünkü bu iki ayetin öncesi "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik." şeklinde olup sonrasının doğru meali ""Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." şeklindedir, ama içiniz müsterih olsun müslümanların çoğu kur'anın adına inanır içindekilerden iyiki haberi olmaz.

Müslümanlar arasında , kitaplarınındaki şefaat konusunun müşrik inancı olduğunun belirtilmesine rağmen onlara Allah cc den başka kimselerin şefaatçi olabileceklerine dair bir inancı yayarsak "garanti affedileceğiz" veya "bana ....... şefaat edecek nasıl olsa" diyerek onların günah işlemelerini kolaylaştırabiliriz. Bu inancı yaymamızda gerekli olan uydurmaların yanısıra kur'andaki şefaati red eden ayetler üzerinde gereki teviller veya meallerinde gerekli oynamalar yapılarak kur'anın red ettiği bu inancın müslümanlar arsında bir akide konusu olmasını sağlayabiliriz.

               5. ALİMLERE TABİ OLMAK  YOLU İLE TAHRİF METODU

Aklı çalıştırmamak için gerekli önlemler alındıktan sonra artık sıra düşünceleri tektip hale getirmek kolay olur. Özellikle dini hurafe anlatmaktan başka bir şekilde anlamayan alimleri! öne çıkarıp onların din tariflerinden başka tarifin olamayacağına inandırıp artık rahat rahat köşemize çekilebiliriz. "Sen ....... dan dahamı iyi biliyorsun?" şeklindeki sözlerle  o kişilerin sorgulanamaz oldukları yayılmalıdır. Artık  kendini müslüman zanneden ancak kur'andaki dini reddeden bir islam toplumu oluşmuştur şimdiden sizi tebrik ederim.  
                                                                                                                         İmza  
                                                                                                                        Şeytan

21 Nisan 2013 Pazar

Beyt ve Beytullah Kelimelerine Sosyolojik Bir Bakış Denemesi

Bu yazımızda, "Beyt" kelimesi üzerinden Kabe'nin sosyolojik anlamda nasıl bir yer işgal ettiği hususundaki düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. 

"Beyt" kelimesi lügatta , "insanın gece sığındığı yer " anlamına gelmektedir. Bu anlam üzerinden , Kabe adı verilen beyt'in insanlar için ne ifade ettiğini Kur'an üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.    

Al-i imran s. 96. ayetinde, " Doğrusu insanlar için vaz'olunan ilk beyt, elbette Bekkedeki o çok mübarek ve bütün âlemîne hidayet olan Beyttir" mealinde buyurulmuş olması , insaoğlunun yaratılışı icabı barınma ve sığınma ihtiyacının bir gerçeği olarak tesis edildiğinin bir gerçeği olup bu beyt herhangi bir beyt olmayıp Allah cc nin emri ile tesis ettirilmiştir. 97. ayetin devamı bu durumun bir anlatımıdır. "Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.". Hacc s.29.30 da "elbeytil atik" (eski ev) deyimi ile ifade edilmesi bu evin ibrahim as dan daha eski bir geçmişi olduğu yolundaki düşünceleri desteklemektedir.İbrahim as ile oğlu ismail as ın beyt ile ilgili yaptıklarının, bakara s. 127. ayetinde " Ve o zaman ki, İbrahim Beyt'in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!" şeklinde anlatılması beyt'in onlar tarafından ilk defa değil olan bir mekanı yeniden inşa anlamında anlaşılması daha doğru olacağını düşünmekteyiz.    

Kişilerin birlikte yaşama olgusunun bir gereği olan belirli kurallar dahilinde yaşama durumu taa ilk insandan beridir süregelmiştir. Mesela Maide s. 27-31. ayetler'de anlatılan Adem'in iki oğlunun kıssası konulmuş kurala karşı çıkmanın bir örneğidir. Konulmuş kurallar olmadan birlikte yaşamanın imkansız olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu insanları yaratan Allah cc kural koyma hakkını kendisinde görerek yarattığı insana kurallarını elçileri vasıtası ile  bildirmiştir. İnsanlar kural koyma hakkını Allah cc den alarak kendilerinde görmeleri onların "tağutlaşması" anlamına gelir'ki bu şekil bir hakkı kendisinde gören veya kendisinde göreni destekleyenlerin dahi sonlarının neresi olduğu kur'anda açıkça bildirilmiştir.

"Ev" kelimesi bizlerin günlük hayatının ayrılmaz bir parçası olarak hayatımızda yer eden bir kelimedir. "Hükümet konağı", "vali konağı" , "cumhurbaşkanlığı konutu" ," adliye sarayı" gibi deyimler yine aynı şekilde günlük hayatımızda kullanılan deyimler olup bu deyimlerin ifade etmiş olduğu anlamlar malumdur. "Hükümet konağı" tabiri hepimizin bir şekilde işinin düştüğü resmi işlerimizin orada halledildiği bir mekan olması itibarı ile "ev" kelimesi ile irtibatlıdır.

Kişiler, bu deyimler ile ifade edilen evlerin yönetimi altında günlük hayatlarını idame ettirmek zorunda olup bu evlerin ortaya koyduğu kanunlara muhalefet etmek kişinin ceza görmesini gerektirir. Bu evlerin içinde yönetim amiri durumunda olanların tabi oldukları belirli bir kurallar zinciri vardır.Bu evlerin tabi olmak zorunda olduğu Allah cc nin hükümlerinin yerine kulların yapmış oldukları kanunların bu evlerin kuralları olması bu evlerin tağut kavramı ile birlikte anılmasını gerektirir.

Mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği veya gelmesi gerektiği konusu "Beyt" kelimesinin insanın sosyal hayatında ifade ettiği anlam ile eşdeğer olarak hayat bulur. Allah cc yaratmış olduğu insanlara "abd" yani kul vasfını layık görmesi kendisini'de "ilah ve rab" olarak bizlere tanıtması, kul durumunda olan insanın, ilah ve rab durumunda olan varlığa karşı her an "ruku ve secde" halinde olmasını gerektirir . Ruku ve secde halinde olması bilinen şekilsel anlamın dışında daha geniş bir anlama sahip olmasını kastetmekteyiz. Allah cc ye ruku ve secde etmeyi red eden insan ya kendi tağutlaşmış yada kendi cinsinden bir tağutu rab edinmiş olur. 

"Beyt" kelimesinin. "geceleri sığınılan yer" olma anlamından hareketle mekke'deki beyt'in ne anlama geldiği konusunu kur'anın "gece" kelimesine yüklediği mecazi anlamdan hareket ederek izah edebiliriz. 

-----002.257 Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
-----005.016Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola iletir.

Karanlıkta olan insanı elçileri vasıtası ile gönderdiği vahiy ile aydınlığa çıkaran Allah cc, gönderdiği vahiy ile emin bir duruma geçileceğini mekke'de sembolik olarak elçileri ile yaptırmış olduğu beytinde kullarına göstermek istemektedir. Mekke'nin emin bir belde olarak değer bulması içinde olduğu "Beytullah" yani Kabe'den ötürüdür.   

-----002.126 İbrahim: «Rabbim! Burasını emin bir şehir kıl, halkından, Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır» demişti. Allah da: «İnkar edeni de az bir müddet geçindirir, sonra da onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakırım, ne kötü sonuç» buyurmuştu.
----- 003.097 Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için Beyt'i haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden müstağnidir.
-----014.035  İbrahim şöyle demişti: «Rabbim! Bu şehri güvenli kıl; beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.»
-----029.067 Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

 "Beytullah" ın "Kabe" adı ile anılmasına sebeb yapılmış olan binanın köşeli olması nedeniyledir. Beytullah yani Allah'ın evi bir deyim olup içinde Allah cc nin olduğu ev anlamında olmayıp kendisine iman edenlerin emin olduğunu oraya girenlerin her türlü tehlikeden uzak olduğunu sembolik bir göstergesidir. Beytullah deyiminin kur'anda bu şekilde geçmemesi bazı kişilerin kafasında soru işareti olduğuna şahid olduğumuz için, bakara 125. ve hacc 26. ayetlerinde "beyti" (evimi) denilmesi o evin Allah cc tarafından sahiplenildiğini gösterir , dolayısı ile oraya "BEYTULLAH" demek kadar doğru bir şey olamaz.      

Hacc ibadeti yılda bir kez beytullah'a gelerek orada tavaf etmek ve diğer ritüelleri gerçekleştirmek ile eda edilir, bunu yapmaktaki kasıt kulun bu tavafı ile Allah cc nin emirleri dairesi içinde dönüp durduğunu yani hiç dışarı çıkmadığını sembolik olan evini ziyaret ederek ona yine sembolik olarak göstermesi ile olur.   

Kulun ruku , kıyam ve secde etmesi , Allah cc ye olan itaatinin  yine sembolik ve ritüel olarak göstermesi şeklinde adına günlük dilimizde namaz denilen ibadetin rükünlerindendir. Ruku,  kıyam ve secde kavramları bir itaat göstergesi olarak kişinin itaatının dışa vurumudur. Kişi eğer itaatını Allah cc ye yapıyor ise bunu namaz dediğimiz vakitli ibadeti eda ederek rabbine gösterir. Kişinin günlük hayatında şekilsel olarak yaptığı bu hareketlerin sembolik olarak gösterilmesi hayatın tamamını kapsaması gerekir. Kişi hayatının her safhasında Allah cc ye kul olduğunu günün belli vakitlerinde diğer insanlarla birlikte eda ettiklerinde namazında gösterir. Eğer kişi sadece namaz vakitlerinde bu şekilleri yapıp diğer vakitlerinde tağuta kulluğunu sergileyecek eylemlerde bulunuyorsa bu namaz sadece kuru bir ibadet olarak karşısına çıkacaktır.   

Beytullah etrafında, hacc,tavaf ve namaz gibi ritüeller kulun Allah cc ye olan kulluk bilincinin dışa vurumu olup kuru bir ibadet kasdı ile yapılamaz. Kişi hayatının diğer vakitlerinde Allah cc nin dışındakilere tabi oluyorsa onların etrafında tavaf edip onlara ruku,kıyam ve secde ediyor demektir. Bugün kendisine "müslümanım" diyenlerin bir çoğu bu şuurdan yoksun olarak bu ritüelleri eda etmekte olup bunun yanlışlığını gören diğer bir kısım kendine "kur'an müslüman!!" diyen kişiler bu ibadetlerin "şirk" olduğunu iddia etmeleri onların bu sözleri, bilgisizliklerinin eseri değilse hiyanet ve dalaletlerinin bir eserinden başak bir şey değildir. Onca ilgili ayete rağmen kur'anı okuduğunu iddia edip bu ritüellerin ne anlama gelmesi gerektiğinin bilincinden yoksun olunması bizleri derin düşünceye sevketmekte olup kur'an ile bağ kurmuş olanların başkalarının yanlışını kalkan edinerek yanlış olanın yerine doğruyu ikame ettirme çabası yerine "hepsini kaldır at" mantığı ile hareket etmelerinin kimlerin ekmeğine yağ sürdürüğünü çok iyi düşünmeleri gerekir.    

"Beyt" kelimesi , sığınılan yer anlamının bir karşılığı olarak , kulun kendisini yaratan Allah cc den başkasına sığınmasının şirk olduğu, o beyt etrafında oluşturulan din hükümlerinin kabul edildiğinin göstergesi olarak namazlarında her nerede olursa olsun yüzünü oraya dönmesi mecburiyetindedir. Yine üzülerek müşahede ettiğimiz ve "kur'an müslümanı !!" olma iddiasında olan bazı kişilerin namaz kıldıkları halde namazda beytullah'a yönelmek gibi bir mecburiyet olmadığı düşünceleri "beyt" kelimesinin kur'ani karşılığını anlamadıklarının bir göstergesidir. İman iddiasında bulunan bir kişinin dünyanın neresinde bulunursa bulunsun o beyt'in ifade ettiği anlama uygun olarak kitaba uygun bir yaşam sürmesi onun beyt'i tavaf etmesi anlamında olup bunun aksi bir durum yani tavaf veya yüzünü beyt'e dönmeyi red etmesi Allah cc ye kulluğu red anlamına gelir.    

Bugün uygulamadaki yanlışlıklar Allah cc nin bize emrettiği bu ritüelleri red etmek şeklinde bir tefrite varmamalıdır. Beytullah,hacc, tavaf, salat kavramlarının kur'ani karşılığının önce bizler tarafından içi doldurulup dinin Allah cc ye has  kılınması sonra bu doğru dinin başkalarına tebliğ edilmesi şeklinde olmalıdır. Kabe'ye put namaza şirk diyen bazı sözde çakma kur'an müslümanlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumlar önünde ruku secde ve kıyam etmeleri onların ilahlarının TC yi oluşturan kişi ve kurumların olduğu dolayısı ile kendi dinlerinin dışındaki dinlerin ibadetlerinin ve mekanlarının şirk veya put olarak yaftalamaları normal bir durumdur. Eğer tevhid isteniyorsa bu tevhid Allah cc nin dini ve o dinin sembolleri etrafında olması ve diğer dinin sembol ve ritüellerinin şirk olduğu ATAMIZ İBRAHİM AS misali haykırılmalıdır ."Kur'an Müslümanıyım " deyip kur'anın şirk dediği şekillere secde etmek bu iddiada bulunanların samimi olmadıklarının göstergesidir.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.