dininin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dininin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Temmuz 2017 Salı

Kendilerine İslam Dininin Sahibi ve Aforoz Yetkisi Biçen Müslümanlar

Aforoz Etmek deyimini işittiğimizde aklımıza, Hristiyan papazları tarafından uygulanan, bir Hristiyanı kilise topluluğu dışına atmak sureti ile onu kafir ilan etmek eylemi gelmektedir. Bu deyimin ifade ettiği anlam yüzlerce yıldır Müslümanlar arasında yaygınlaşmış, bir Müslüman kendisi ile aynı doğrultuda dini anlayışa sahip olmayan diğer bir Müslümanı kolaylıkla dinin dışına atarak onu Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi isimlerle yaftalayabilmektedir.

Bir Müslümanın diğer bir Müslüman üzerinde böyle bir aforoz hakkı olduğunu zannetmesindeki en büyük etken, herkesin kendisini İslam dininin sahibi rolü biçmiş olmasıdır. Halbuki bu dinin bir tek sahibi vardır o da Allah (c.c) den başkası değildir. Kullarından hiç kimseye, elçileri de dahil olmak üzere, kendisinin sahiplik hakkından en küçük bir pay dahi vermeyen Allah (c.c) nin dini üzerinde kendilerinin hak sahibi olduğunu düşünmek sureti ile, diğer düşüncedeki Müslümanları dinden aforoz etmek yetkisine sahip olduğuna inanan Müslümanlar, yüzlerce yıldır bitip tükenmeyen mezhep, meşrep, hizip, cemaat kavgalarının bugünlere taşınmasında en büyük pay sahibidir.

Peki neden bir Müslüman kendisini Allah'ın dininin sahibi sanır da diğer bir Müslümanın da böyle bir hakkı olabileceğini düşünmez?.

Bu sorunun cevabını, Bir insanın kendisini, karşısındaki insanın yerine koyarak onun düşüncelerini anlamaya çalışmak anlamına gelen EMPATİ YOKLUĞUnda aramak gerektiğini düşünmekteyiz. Şayet bir Müslüman kendisini, karşısındaki Müslümanın yerine koyarak onu anlamaya çalışsa idi, onun ile ilgili söylediği bütün olumsuz ifadelerin aynısını, karşısındaki Müslümanın da ona söyleme hakkı olduğunu anlayabilir, dolayısı ile kullanacağı ifadeleri seçmekte daha dikkatli davranabilirdi.

Ne yazık ki durum böyle olmamakta, empati yaparak karşısındaki Müslümanı anlamaya çalışmaya yanaşmayan Müslümanlar, kendilerini bu dinin sahibi zannederek, diğer Müslümanları dinin dışına atmak hakkına sahip oldukları düşünmekte, Hristiyanlıktaki aforozun İslam dinindeki versiyonu olan tekfircilik Müslümanlar arasında hızla yayılarak, herkesin birbirinin tekfir etmek için yarıştığı bir din haline dönüştürülmüştür. 

Bir Müslüman diğer bir Müslüman ile iletişim kurarken nasıl empati kurabilir?.

Müslümanlar birbirleri ile tartışırken din adına konuşma hakkının sadece kendilerine ait olmadığını, savundukları din anlayışının ise tek ve doğrular olmadığını bilmek zorundadırlar. Din adına konuşma hakkına en az kendisi kadar karşısındaki Müslümanın konuşma hakkı olduğunu, savunduğu din anlayışının tek ve nihai doğru olduğunu iddia etmeyen bir Müslüman, karşısındaki Müslüman ile daha rahat ve daha kolay iletişim kurabilecektir.

Bir Müslüman din sahibi rolü üstlenerek dini savunmak gibi bir misyona sahip olmadığını öncelikle bilmelidir. Çünkü kim olursa olsun bütün Müslümanların sahip oldukları dini bilgilerde mutlaka eksik ve hata payı mutlaka bulunmakta, söylediklerinde eksik ve hata ihtimali bulunanların ise, dinin sahibi rolünü üstlenmeye çalışmaları ise asla doğru bir davranış değildir.

Kendi anlayışını merkeze koymak sureti ile, başka anlayışları merkezin dışına atan, ve onları merkezin dışında gören kimseler, Müslümanlar arasındaki en büyük sorunlardan birisini oluşturmaktadır. Elbette herkesin savunduğu din anlayışını doğru olarak görmek hakkı vardır, ancak bu hak kimseye karşısındaki düşünceyi batıl olarak görerek onu mahkum etmeye çalışmak hakkı vermez.

Kendi düşüncesinin doğru, karşısındaki düşüncenin yanlış olduğunu düşünen bir kimse durum böyle olmuş olsa bile, karşısındaki kimseye söz hakkı vererek onu dinlemek, mevcut yanlışları sahip oldukları ortak payda doğrultusunda konuşmak zorundadırlar. Müslümanların sahip oldukları inanca ilahi bir misyon yüklemeleri, bu inancı Mahalle Baskısı haline getirmek sureti ile herkesi bu inancı kabul etmeye zorlamaları, kabul edilemez bir durumdur. 

Örneğin; Ehli sünnet vel cemaat itikadı adı altında oluşturulan dini anlayış etrafında toplanan Müslümanlar, kendilerini bu dinin sahibi olduklarını, din adına mevcut bütün doğruların bu isim altında toplandığını iddia etmek sureti ile, herkesi kendi anlayışına çağırmakta, bu anlayışı kabul  etmeyenleri aforoz etmek yetkisine sahip olduklarını düşünmektedirler. Halbuki mevcut duruma baktığımızda, kendilerini bu isim ile tanıtan Müslümanların dahi bölük pörçük olduğunu, herkesin kendisini Öz, Hakiki, Gerçek Ehli Sünnet olarak lanse ederek, karşıdakini Sahte olarak gördüğü bilinmektedir.

Din adına sahip olduğu ve doğruluğuna % 100 inandığı düşünceyi karşı taraf ile tartışmaya başladığında, kim olursa olsun bu doğruluk payı otomatikman % 50 ye düşecektir. Çünkü diğer % 50 lik pay, karşı tarafın düşüncesi için geçerli olacaktır. Bunun böyle olduğunu düşünmek, öncelikle karşı taraf ile medenice bir konuşma ortamının oluşmasını sağlayacaktır.

Din adına sahip olduğu düşünceyi tek doğru görmek sureti ile, diğer düşünceye hiç bir şekilde hayat hakkı tanımayan ve onu mahkum eden bir dil kullanan kimseler ile tartışma kapısı baştan kapanmış demektir. Bu kimselerle yapılacak her türlü tartışma havanda su dövmek gibi olacak, hakkı ortaya çıkarmak gibi bir gayeye matuf olmayacak, güreş veya boks karşılaşmasından farkı olmayan bir müsabakaya dönüşecektir.

Birbirleri ile tartışmaya giren Müslümanlar kendilerini Allah'ın dininin sahibi, karşısındakini ise aforoz edilmesi gereken bir düşman olarak gördükleri sürece, konuşmanın hiçbir faydası olmayacak, yapılacak konuşmalar fayda yerine zarar getirecektir.

Birbirleri ile tartışmaya giren Müslümanlar kendilerini Allah'ın dininin sahibi olarak, karşısındaki ise aforoz edilmesi gereken bir düşman olarak görMEdikleri sürece, yapılacak tartışmalar yapıcı olacak, ve farklı düşüncedeki Müslümanların birbirleri ile daha düzgün ilişkiler kurmalarına vesile olacaktır. 

Sonuç olarak; Hiç bir Müslüman kendisinin Allah'ın dininin sahibi, karşısındakini ise Allah'ın dinini savunacak bir düşman olarak görmemelidir. Allah (c.c) kullarına sadece dinini tebliğ etme hakkı vermiş, bu hakkı kullanmayı ise sahip olunan mezhep, meşrep, cemaat ile sınırlandırmamıştır. 


Kendisine Allah'ın dininin sahibi rolü biçerek, kendi düşüncesini tasdik etmeyenleri aforoz etme yetkisine sahip olduğunu zanneden Müslümanların yaptığı her türlü eylem sadece onların cehaletlerin göstermesi anlamına gelecektir.

4 Mart 2012 Pazar

İslam Dininin Temel Direği Abdestsiz Namaz mıdır?

Yazı başlığı okununca "yahu abdestsiz namazmı olur?" diye bir itiraz yükselecektir, tabiki abdestsiz namaz olmaz ancak sayın Hakkı Yılmaz'ın yazmış olduğu son kitabı olan" islam dininin temel direkleri" adlı kitapta abdestsiz namaz kılınacağına dair düşünceleri bulmak mümkündür. Biz sayın yazarın bu düşüncesini üzerine oturtmuş olduğu ayetlere kendi verdiği mealler üzerinden giderek çelişkilerini ortaya koyarak sayın yazarın kendisinin bu konuda ne kadar net! olduğunu görmeye çalışacağız. Yeri gelmişken adı geçen kitabı bana kendisini ziyarete gittiğim zaman hediye etme nezaketinde bulunduğu için kendisine teşekkür etmek istiyorum.

Adı geçerin 39. sahifesinde, "NAMAZ/DUA" başlığı altında araf s. 55-56. ayetlerinin mealini şu şekilde vermektedir. " Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin; namaz kılın. Kesinlikle o, sınırı aşanları sevmez.Ve düzeldikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Ona ürpererek verahmetini umarak dua edin. Kesinlikle Allah'ın rahmeti, iyileştirenlere güzelleştirenlere çok yakındır. 

Sayın yazar bu ayet ile ilgili olarak kur'andaki namazın kaynağının bu ayet olduğunu ve "salat" söcüğünün malum namazla bir alakasının olmadığın söylemektedir. Ancak sayın yazar araf s. 55. ayetinin mealini bu eserinde "açıkça göstererek namaz kılın" şeklinde bir ilavede bulunmuştur. Ayetin metninde olmayan bu ilaveyi daha önce yazmış olduğu "tebyin'ül kur'an" adlı eserinde bulamadık. "Tebyinül kur'an" adlı eserinde adı geçen ayete verdiği meal şu şekildedir. "Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Kesinlikle O, haddi aşanları sevmez.
         Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti, muhsinlere [iyileştirenleregüzelleştirenlere]  çok yakındır."

Namaz ibadetinin gizli olarak değil aksine cemaatle eda etmenin daha faziletli olduğunu bile sayın yazar, ayetin metninde olmamasına ve daha önce bu ayete böyle bir meal vermemesine rağmen kitabında ayetin mealine neden böyle bir ilavede bulunmuştur?. Sayın yazar ayete ilave yapmaması halinde namaz ibadetinin gizli olarak yapılmasının yanlış olacağını bildiği için ayetin metninde olmamasına rağmen "açıkça göstererek namaz kılın"  şeklinde ilaveye ihtiyaç duymuştur. Araf s.55. ayetinde geçen "tazarru'an ve hufyeten" kelimelerinin başka ayetlerdede geçmesine rağmen sayın yazar yine son kitabında yaptığı ilaveleri bu ayetlere verdiği meallerdede göremiyoruz.  

------6- 63.        De ki: "Siz, 'bizi bundan kurtarırsa kesinlikle şükür edenlerden olacağız' diye gizli ve yakararak O'na yalvarıp dururken, karanın ve denizin karanlıkların dan sizi kim kurtarır?"
-----7-205.       Ve sabah-akşam [her zaman]  kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma!        

Sayın yazarı bu çelişkili meallerini yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz.
 
İlerleyen sahifelerde namaz ibadetinin gereksiz ilmihal bilgileri ile dolduulmasından şikayet eden sayın yazar ( bu şikayetlerin bir kısmına haklılık payı vermemek mümkün değildir) bu ilmihal koşullarını tahlilini yapmaya şu şekilde devam eder. "HÜKMİ PİSLİKTEN(HADESTEN) TAHARET/ TEMİZLİK" başlığı altında cünüplük abdestsizlik hayız ve nifas durumlarında namaz kılınamayacağına dair kuralı birilerinin koymuş olduğu kuralar olduğunu iddia ederek bu hallarin namaz kılmaya engel olamayacağını iddia eder. Burada hayız ve nifas halinde namaz kılınamayacağına dair düşüncelerin yanlış olduğunu düşündüğümüzüde belirterek cünüplük ve abdestsizlik durumlarının namaza engel olacağına katıldığımızı sayın yazarın bu düşüncesinin yanlış olduğunu belirtmek isteriz. "KIBLEYE DÖNMEK" başlığı altında , namazda kabeye dönmek emrinin islamı yozlaştıran bir emir olduğunu iddia eden sayın yazar böyle bir emrin olmadığı iddiasında bulunur. Bakara s. 115 . ayetine dayanarak doğu ve batının Allahın olduğunu onun için namazda yönelinmesi gereken belli bir yer olmadığını söyleyen sayın yazar ancak cemaatle kılınan namazlarda kargaşayı önlemek için belli bir istikametin gerekli olduğunu söyler. Kargaşayı önlemek için belli bir yönünü cemaatle kılınan namazlar için gerekliliğini iddia eden sayın yazar aynı kargaşa kaygısını tek olarak kılınan namazlar için neden duymamaktadır , düşününki bir mescidde ferdi namaz kılınıyor ve herkes canı istediği bir yöne dönüyor ve bu kargaşa olmuyor. 

"NAMAZ KAÇ REKAT OLMALIDIR?" başlığı altında , "özellikle resulullahtan tevatüren bize ulaşan  uygulamalar dikkate alındığında" cümlesini yazan yazar bu tevatür uygulamalarının içinde en önemli bir yer tutan 5 vakit namazın olmadığını kabul ederek kendisi ile çelişen  sayın yazar (salat ile namazı ayırmaktadır) öğle ve ikindi vakitlerinin salat vakti olmadığını salat vaktinin "sabah,akşam,yatsı" vakitleri olduğunu söyler. Tevatüren uygulamaları kabul ettiğini gördüğümüz sayın yazarın hem kabul ettiğini söylemesi hemde 5 vakit olarak tevatürle gelen namazdan öğle ve ikindiyi kaldırmasını nasıl izah edebilir? "Resulullah toplu namazı , genellikle salat vakitlerinde ve salatın icrasından önce yapmıştır" şeklinde yazan sayın yazar madem resulullahın yaptığı uygulamalar hakkında gelen rivayetlere itibar ediyor neden öğle ve ikindi vakti bu ibadetlerin icra edildiği konusundaki tevatüren gelen rivayetlere itibar etmiyor? bu  çifte standarttan başka bir şey değildir.  

Kitabının "SALAT" dlı bölümünde bu kavramın lügat anlamları üzerinde durduktan sonra salat kavramının "zihni" ve "mali"olarak iki yönü olduğu kararına varır. 75. sahifede bakara s. 3. ayetindeki "bilgaybi" kelimesine "ıssız yerlerde iman eden" anlamı vermesinide pek doğru bulmadığımızıda belirtelim. "Salatı ikame edin" emrinin geçtiği bütün ayetlere parantez açarak "zihni ve mali destek kurumları oluşturun" anlamı veren sayın yazar bu ayetlerdeki "zekatı verin" şeklinde geçen emirleri salata mali destek anlamı verme konusundaki kararını , hem mali destek verin hem zekatı verin şeklindeki emirlerin bir ayet içinde bulunmasının ne kadar uygun olduğunu gözden geçirmesini tavsiye ediyoruz.  

Kitabının 101. sahifesinde, "SALAT EN ZOR ŞARTLAR ALTINDA İHMAL EDİLMEZ" başlığı altında namaz ibadetinin salatın ritüel bir kısmı olduğu yolundaki red düşüncesini devam ettiren sayın yazar salatın ritüel kısmının bir delili olan bakara s. 238-239 ve nisa 101. ayetlerinin mealinide çarpıtmak zorunda kalmıştır. Namazın her türlü şart altında eda edilmesini emreden bu ayetler korkulu bir durumda iken yaya veya binekte iken dahi terkedilmeyeceği yolundaki bir emre delalet eden bu ayeti yaya veya binekte iken mali ve zihni destek kurumlarının nasıl oluşturulacağı izahı sayın yazar tarafından kapalı bırakılmıştır. Sayın yazarın nisa s. 101-102. ayetlerini şu şekilde vermiştir. 

"Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfir kimselerin sizi fitnelendirmesinden [size bir kötülük yapacağından] korkarsanız, salâttan kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar.
      Ve sen onların içinde bulunup da onlar için salât ikâme ettiğin zaman [eğitim-öğretim verdiğin zaman] içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar]. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında] arka tarafınıza geçsinler. Sonra salâta katılmamış [eğitim-öğretim almamış] diğer bir kısmı gelsin seninle beraber salât etsinler [eğitim-öğretim yapsınlar] ve tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Kâfirler, silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da size ani bir baskın yapsınlar isterler. Eğer size yağmurdan bir eziyet erişir veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Tedbirinizi de alın. Şüphesiz Allah, kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır

 Parantez içi meal,kendi düşüncesini kur'ana kabul ettirmek isteyenlerin en büyük silahıdır  ayetin metnini açtıkları parantezlerle bozarak hevasına alet edenler büyük bir vebal kazandıklarının farkında olmalıdırlar. Sayın yazarda  parantez içi yorumu en çok kullananlardan birisidir. 101. 102 .ayette normal zamandakinden daha kısa eda edilmesi gereken bir ibadetin nasıl yapılacağı yolunda bilgiler verilmektedir. 102 ayette namazın rukünundan olan secde etmekten bahsedilir ancak bu kelimeye "boyun eğdiklerinde ikna olduklarında" şeklinde çevirmiştir, adama sormazlarmı, "yahu hocam ayette bahsedilen kişiler zaten boyun eğmiş ikna olmuş Allah için cihad eden insanlar bunların nesi ikna olacak boyun eğecek? ayette bahsedilen secdeli bir salattır sen secdeyi ne kadar yazmasanda o kelime ayetin içindedir o zaman şunun cevabını ver, secdeli salatın adı nedir?" 


"ALLAHIN PEYGAMBERE VE İNSANLARA SALAT'I "başlığı altında ahzab s. 56. ayetinin meali üzerinden , yozlaştırılan ve namaza indirgendiğini iddia ettiği salatın namaz demek olmadığı iddiasını bu ayetteki " yusallune" ( salat ederler) kelimesinin nasıl " allah ve meleklerinin resule ve mü'minlere namaz kıldığını çözememişlerdir" demektedir. Ahzab s. 56. ayetini şimdiye kadar  hangi meal yapıcısı o şekilde vermiştirki sayın yazar bunu çözememişlerdir" demektedir. Bu ayet ile ilgili yanlış mealler "yusallune" kelimesine "salavat getirirler" şeklinde yapılagelmiştir o şekilde bir mealin yanlış olduğu muhakkaktır ama " Allah ve melekleri resul ve mü'minlere namaz kılarlar" şeklinde hiç bir şekilde meal yapılmamıştır. Sayın yazara acizane tavsiyemiz, bu ayetin mealindeki "melaiketü" (melekler) kelimesine verdiği "doğadaki güçler indirdiği kur'an ayetleri" şeklindeki meali gözden geçirmesidir.   


"SALAT'IN (ZİHNİ VE MALİ DESTEĞİN) VAKİTLERİ" adlı açtığı başlıkta, salatın (namazın değil) sabah, akşam,yatsı olarak 3 vakit olarak belirlendiğini söyler . Salatın vakiterinin belirlendiğini ancak namazı salattan saymadığı için onun herhangi bir vakti olmadığını iddia eden sayın yazar , resulullah sav den gelen tevatürlü uygulamaları kabul etmesine rağmen namazı salattan saymaması ve salatı 3 vakit olarak anlaması ve o 3 vaktin içinde gündüz salat vaktinin olmayışı sayın yazarın bu konudaki taassubunun bir sonucudur. Savaşların daha ziyade gündüz yapılmasından hareketle nisa s. 102. ayetinde tarif edilen secdeli salatın gündüz olma ihtimalini hesaba katmış olsaydı gündüz vakti içinde olan bir salat vaktini bulabilirdi . Salatların neden geceye tahsis edildiği ile ilgili açtığı başlık altında, " gündüz iş güç borç harç gibi dünyevi meşakketlerin salata engel teşkil edeceği iddiasındandır. Mealini verdiği müzzemil s. 20 ayetini okumuş olsaydı gündüz vakti içinde sayılan Allah yolunda savaşmanın ve nisa s. 102 de tarif edilen salatın gündüz vaktinde olmasını anlayabilirdi.  

172. sahifede, "CÜNÜBLÜK VE CENABET" başlığı altında bu konuda bilinen bütün ilmihal bilgilerinin yanlış olduğu iddiasını dile getirir. Sayın yazarın bu konu ile ilgili olduğu halde kitabına almadığı nisa s.43 ve maide s.6 ayetlerinin mealini kendi eserinden naklediyoruz.  

-----4-43      Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, Cünüp iken de –yolcu olanlar müstesna– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
------5-6     Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer cünüp [kopuk/şehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız [cinsel ilişkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin. Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.


Maide s. 6. ayetine verdiği meali açtığı parantezleri kapatarak okuduğumuzda herhangi bir problem teşkil etmemektedir. Sayın yazarın iddia ettiği şekilde salat için cünüplükten yıkanılması gerekir ama namaz için böyle bir gereksinim yoktur ve cünüb halde namaz kılınabilir. Sayın yazarın ilmihal bilgileri doğrultusunda hareket eden birisi abdestsiz ve cünüb olarak namaz kılabilir.

"KIBLE" başlığı ile ilgili olarak açtığı başlıkta ise, bu kavramında salat kavramı gibi içinin boşaltıldığını ve yönelişte birliği sağlamak için namazda kabeye yönelme esasının  getirildiği iddiasındadır. "Kıble" kavramının içinin boşaltıldığı görüşü genel olarak doğrudur, ancak sayın yazarın iddia ettiği gibi kabeye yönelmek namaz gibi tevhidi bir eylem için gerekmeyecekte ne için gerekecek? . Namaz ve kabe ikisi birbirini tamamlayan ritüel ve sembollerdir. Bu konu ile ilgili olarak daha geniş bir bir yazımız olduğu için konuyu uzatmak istemiyoruz.

Sonuç olarak, sayın yazarın islam dininin temel direği olarak anladığı şeyler 1- salat namaz değildir, 2-namaz için kıbleye yönelme mecburiyeti yoktur,3- abdest salat için gereklidir namaz için abdest gerekli değildir,4-cünüplük salata mani bir haldir namaza mani değildir,5- salat için 3 vakit emir vardır,6- namaz için belirli bir vakit yoktur. Sayın yazarın düşüncesini oturtmuş olduğu ana fikir "namaz salat değildir" şeklindedir. Kur'anda namaz ibadetinin salattan ayrı bir ismi olmadığına göre arapların günlük dilde bizim namaz adını verdiğimiz ibadete verdikleri isim nedir? sayın yazar bunun cevabını düşünüp yazdıklarını yeniden gözden geçirmelidir aksi takdirde ankebut s. 13. ayetinde buyurulduğu üzere hem kendi yükünü hemde bilgisizce saptırdığı başkalarının günah yükünü yüklenecektir.  


                    EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.