edin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Nisan 2018 Çarşamba

Resule İtaat Edin Emrinin Bugünkü Muhataplar Açısından Anlamı Üzerine

Kur'an'ın bir çok ayetinde Allah (c.c) nin "Allah'a ve Resulüne itaat edin" mealinde verdiği emirler, herkesçe malumdur. Bu emirlerin anlaşılması ve uygulanması ilk muhataplar nezdinde herhangi bir sorun teşkil etmemiş olmasına karşın, sonraki nesillerde değişen din algıları neticesinde, özellikle "Resule itaat edin" emri konusu üzerinde bir takım spekülasyonlara gidildiği, bunun sonucunda ise bu emrin bugün, hadis kitaplarındaki rivayetlere itaat etmek şeklinde anlaşıldığını görmekteyiz. Yazımızda, "Resule itaat edin" emrinin sonraki muhataplar olan bizler nezdinde nasıl bir yere oturması gerektiği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bir insanın Allah (c.c) tarafından Resul olarak görevlendirilmesinin ne anlama geldiğinin bilinmesi, bu görevi yüklenen kişinin görev ve yetki alanının sınırlarının belirlenmesi, bugün bu emrin nasıl anlaşılması konusunda bizlere yardımcı olacaktır.

Allah (c.c) nin Nebi Resul olarak tanımladığı kimseler, onun kullarına dair olan emir ve yasaklarını iletmekle görevli, bizler gibi beşer cinsinden kimseler olmaları nedeniyle de o emirler ile kendilerinin de muhatap ve sorumlu oldukları kişilerdir. Allah (c.c) biz kulları ile Nebi Resul olma görevini yüklediği bazı kullarına vahyetmek sureti ile konuşur. Nebi Resul vasfına sahip olan kimseler, Allah (c.c) nin yetki alanına giren konularda herhangi bir söz söylemek ve hüküm koymak yetkisine sahip değillerdir. Bu durumun bugün farklı bir şekilde anlaşılması, Muhammed (a.s) ın konumunun daha üst bir dereceye, neredeyse ilahlık derecesine yükseltilmesine sebep olmuştur.

[006.050]  De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

Kur'an içinde geçen "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emri içinde geçen "Ve" bağlacının Allah ve elçiyi birbirinden ayırdığı, dolayısı ile elçinin görev ve yetki sınırlarının Allah (c.c) ile eşit olduğu gibi bir düşünceye ilk muhataplar sahip değildi. Çünkü elçi hayatta ve aralarında idi. Elçi, ashabının arasında iken onlara Allah'tan gelen vahyi okumakta, ashap ise onun elçilik görevi dahilindeki emirleri ile, devlet başkanı veya ordu komutanı olma görevi arasındaki farkı bilerek hareket etmekte idi. 

[033.036] Allah ve Resulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim Allah'a ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur.

Ashabı, onun Nebi Resul olarak kullandığı yetkiler konusunda herhangi bir seçim hakkına sahip olmadıklarını bilirken, bu görevinin dışında kullandığı yetkiler konusunda seçim hakkına sahip olabileceklerini düşünerek, bazı karşı tezler ortaya koyabilmekteydi. Uhut harbi öncesinde Muhammed (a.s) tarafından önerilen savaş taktiğine karşı, ashabın da karşı bir tez getirmesi, ve ashabın önerdiği savaş taktiği planının kabul edilmiş olması buna bir örnektir. Şayet Muhammed (a.s) tarafından önerilen savaş taktiğinin vahye dayalı olduğu düşünülmüş olsa idi, ashap tarafından ona böyle bir itiraz asla getirilmez, onun önerisi itiraza uğramadan kabul edilirdi.

Bu ve benzeri örnekler, ashabın bugün bazı Müslümanlar arasında yaygın bir inanç olan, "Onun ağzından çıkan her söz vahiydir" gibi bir inanca sahip olmadıklarını göstermesi açısından ibretli bir örnektir.

İlk muhataplarca "Allah'a ve Resulüne itaat edin" emri içindeki Ve bağlacının Allah'ı ve Resulü birbirinden ayırdığı, Resulün de hüküm koyma konusunda Allah (c.c) gibi olduğu düşünülmezken, Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı din algıları, bu bağlacın Allah'ı ve Resulü birbirinden ayırdığını iddia etmeye, dolayısı ile Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi teşri yetkisine sahip olduğunu söylemeye başladılar. 

Ancak burada Muhammed (a.s) ın ölmüş olması gerçeği vardı, ve aynı zamanda ölü bir elçiye itaatin nasıl gerçekleşeceği sorusunun cevabının verilmesi gerekmekte idi.

Resul görevini üstlenmiş olan kişilerin en önemli özellikleri onların vahiy sayesinde böyle bir vasfa nail olmuş olmalarıdır. Bu nedenle vahiy olgusu bir kenara bırakılarak onların kimliklerinin öne çıkarılması doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Resul ve vahiy, et ile tırnak gibi birbirinden ayrılmaz parçalar olup, onları vahiyden soyutlayarak kendilerini öne çıkarmak demek, İsa (a.s) örneğinde olduğu gibi insanların şirke düşmeleri demek anlamına gelecektir.

[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

Kur'an ayetlerinde geçen 
Allah'a ve Resulüne itaat edin emrindeki asıl vurgu, Allah'a itaat etmektir. Resule itaat etmek demek, Allah adına konuşmak yetkisine sahip olması bakımından Allah'a itaat etmek demek anlamına gelir. Cümle içindeki ve bağlacının Resule ayrı bir teşri yetkisi tanıdığı bir anlamı yoktur. Aksini iddia etmek demek, Resulü Allah ile aynı kefeye koymak anlamına gelecektir. Allah'a itaat etmenin yolu, Resulü aracılığı ile gönderdiği vahye itaat etmek anlamına gelmesinden, ve Muhammed (a.s) ın da yaşayan bir kimse olmasından ötürü böyle bir emir verilmiş olması söz konusudur.

Bugün artık Muhammed (a.s) aramızda yoktur, onun aramızda olmaması, ona itaat etmenin nasıl gerçekleşeceği sorusunu beraberinde getirmiştir. 

Bugün bu emrin Müslüman hayatında nasıl gerçekleşeceği sorusuna verilen ağırlıklı cevap ise, "Allah'a itaat Kur'an'a itaat, Resule itaat ise hadislere itaattir" şeklindedir. Böyle bir cevap ise bugün karşımıza bir çok problemi çıkarması açısından hatalı bir düşüncedir. Şöyle ki:

"Allah'a ve Resulüne itaat edin" emrinin fıkhi boyutunu düşündüğümüz zaman, bu emrin karşılığı "Farz" hükmündedir. Yani Allah (c.c) kendisine ve elçisine uyulmasını bizlere farz kılmaktadır. Bu farziyetin ilk muhataplar açısından hayata geçirilmesi şu şekilde olmuştur:

Allah'a ve Resule itaati emreden ayetlerin ayetlerin Medine'de nazil olması da ayrıca dikkat çekicidir. Bu emirler genelde vahyi kabul etmeyenleri değil, vahyi kabul eden müminleri muhatap almakta, onlara yol göstericilik yapmakta idi. Muhammed (a.s) artık Medine'de hem elçi, hem devlet başkanı, hem de ordu komutanlığı gibi vazifeleri de yüklenmiş olmasının Resule itaat edin emri ile ilişikli olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır.

Allah (c.c) elçisine bir konuda vahyetmiş, elçi bu vahyi ashabına bildirmiş, ashap ise bu vahye uymuştur. Resulün vahyi uygulama konusundaki herhangi bir hatası olduğunda ise, vahiy ile uyarı gelmiş ve hata düzeltilmiştir. Yani Resulün fiilleri olan sünnet, sözleri olan hadis konusunda eğer bir hatalı davranışta bulunmuş ise, bu hata anında düzeltilmekte idi. Resul hayatta iken bu konuda herhangi bir problem yok iken, resule itaat emrinin yerine getirilmesinin o öldükten sonra hadislere yüklenmiş olması bir takım problemleri beraberinde getirmiştir.

Resule itaatin hadislere yüklenmesi ile ortaya ne gibi problemler çıkmıştır?.

Yukarıda Resule itaatin fıkhi açıdan hükmünün farz olduğunu söylemiştik. Şayet bugün Resule itaat demek hadislere itaat demek ise, hadislere itaat etmekte aynı şekilde farz hükmündedir. Hadislere itaatin farz olmasını iddia etmek ise başka problemleri getirmektedir.

Hadislere itaatin farz olduğunu iddia etmek, beşer sözü ile Allah sözünü aynı kefeye koymak anlamına gelmektedir. Sahabe herhangi bir senet zinciri olmadan anında Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bazı sözleri işitmiş olmasına rağmen, bu sözlerin bir kısmına vahiy olmadığı için itiraz etmiş olması, onların beşer sözü ile Allah sözünü aynı kefeye koymadıklarını göstermektedir.

Bugün hadis kitaplarında bulunan ve Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin tamamının, onun tarafından söylendiği asla kesin bir bilgi değildir. Ona atfedilen sözlerin sahih olup olmadığı, hadisçiler tarafından belirlenmiş kriterlere göre yapılmakta, bir hadisin sahih olup olmadığı, kişisel kriterlere göre karar verilmektedir. Buna göre aynı hadis için iki ayrı hadisçinin görüşleri farklılık gösterebilmekte, bir hadisçi tarafından sahih olarak görülen hadis, diğer hadisçiye göre sahih olarak görülmeyebilmektedir.

Kişisel kriterlerin söz konusu olduğu hadisin sahihliği meselesinde ortaya çıkan problem şu dur; Sahih olduğu düşünülen hadise itaatin farz olması, sahih olmadığı düşünülen hadise itaatin farz olmamasını gerektirmektedir. Bu durumun aynı hadis karşısında Sahihtir veya Sahih değildir şeklinde hüküm veren hadisçiler büyük bir kaosa yol  açacağı malumdur. Bu duruma göre bir hadisi sahih kabul etmeyerek ona itaat etmeyen bir hadisçi, aynı hadisi sahih olarak kabul ederek ona itaati farz olarak kabul eden hadisçiye göre Kafir durumuna düşebilecektir.

Elimizdeki mevcut hadis külliyatında hadisçiler tarafından sahih olmadığı düşünülen bir çok hadisin bulunduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, hadislere karşı böyle bir hüküm yüklemenin ne kadar sakıncalı olduğu da böylece ortaya çıkmaktadır.

Öyleyse Resul hayatta iken Resule itaat edin inen emrinin çerçevesinin, onun diri olması ve bulunduğu toplum içinde sadece Resul olmasının haricinde devlet başkanı ve ordu komutanı olması ile yakından ilişkili olduğu hatırdan çıkarılmadan bu ayetler üzerinde düşünülmelidir. 

Bugün ise Resule itaati emreden ayetlere karşı bakışımız onun ölü olmasını dikkate alarak olmalı, yaşamayan bir elçiye itaatin nasıl olabileceği üzerinde düşünülmeli, bu itaatin gerçekleşme şeklinin ancak ona inen vahiy, onun ve diğer elçilerin yaptıklarını beyan eden Kur'an ayetleri dikkate alınarak anlaşılmalıdır.

Muhammed (a.s) ve diğer elçilerin örnek alınması gereken yönleri zaten Kur'an içinde yeterinde bulunmakta, Kur'an içinde olmayan ve bugün bir çok Müslüman tarafından Peygamber Sünneti olarak bilinen bir çok şeyin sünnet ile alakası bile olmadığı, sakal, sarık, misvak, sağ elle yemek v.s gibi sünnet diye ihdas edilen şeylerin ortaya çıkardığı en büyük tehliken asıl sünnet olan elçilerin şirk ile olan mücadele örnekliklerinin önünü kapattığı artık anlaşılmalıdır.

Hatırdan çıkarılmaması gereken nokta, Kur'an ayetlerinin ilk muhataplarının Muhammed (a.s) ve onun etrafında olan iman eden ve etmeyenler olduğudur. Bizler bu ayetler ile ilk muhatap değil, dolaylı muhataplarız. Kendimizi ilk muhataplar yerine koyarak okuduğumuz bir Kur'an, bazı yerlerde bizlerin bir takım problemlere düşmemizi beraberinde getirecektir. 

Sonuç olarak: Allah (c.c) nin Resule itaat etmeyi emrettiği ayetlerin ne anlama geldiği öncelikle, ilk muhataplar açısından okunmalı ve anlaşılmalı, sonrasında ise bize dair ne gibi mesajları olabileceği üzerinde düşünülmelidir. 

Resule itaati emreden ayetlerin anlama çalışmalarında onun ölü ve aramızda olmadığı gerçeği göz önünde bulundurulmalı, diri iken inen ona itaati emreden ayetlerin onun devlet başkanı ve ordu komutanı olmasına da dikkat çektiği bilinmelidir. 

Resule itaat etme emrini, bugün rivayet kitaplarına itaat etmek olarak anlamak, Allah sözünü beşer sözüne indirmek anlamına gelecektir.

Bugün Resul vasfına sahip olmayan bir kişiye itaatin nasıl olabileceği ise, o kişiye Allah (c.c) tarafından yüklenen Resul olma görevi çerçevesinde bakılmalıdır. Böyle bir göreve sahip olan kimseye itaat etmeyi, onun adına söylenen sözlerin toplandığı rivayet kitaplarında değil, ona inen vahyin içinde aramalıdır.

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Nisan 2017 Çarşamba

Nisa s. 80: Resule İtaat Edin Emirlerinin Doğru Anlaşılmasında Anahtar Ayet

Allah (c.c) alemlere rahmet ve hidayet olarak gönderdiği kitabının bir çok yerinde bizlere Allah'a ve resulüne itaat edin şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerde geçen ve bağlacının Allah ve resulü birbirinden ayırdığı, Allah'a itaat edin emri ile Kur'an'a itaatin emredildiği, Resule itaat edin emri ile onun söylediği rivayet edilen hadislere itaat etmenin emredildiği yönündeki düşüncelerin ağırlıkta olduğu bilinmektedir. 

Fakat Allah (c.c) nin itaat konusunda kendisine ait yetkilerin bir kısmını, beşer cinsinden hiç bir kul ile paylaşmayacağı, beşer cinsinden elçi olarak  seçtiği insanlara yüklediği vazifenin kendi emirlerini tebliğ etmek ve yaşamak ile sınırlı olduğunu dikkate aldığımızda, Muhammed (a.s) a yüklenen bu görev bazı sakıncalar doğurmaktadır.

İslam dünyasında Ehli Hadis  düşüncesinin hakim olması, elçi merkezli din anlayışının öne çıkmasına sebep olmuş, elçi ile onu gönderen aynı kefeye konulmak sureti ile Kur'an'ın din de belirleyici olarak görülmediği bir din anlayışı geliştirilmiştir. Bu konuda en büyük yanlışlık, itaatin asıl kime olması gerektiği noktasında yapılmaktadır. Allah (c.c) kendisine itaat edilmesi için gerekli olan emirleri, biz insanlar içinden seçtiği elçiler yolu ile bildirmektedir. Elçilerin bu noktadaki görevi, elçi olmaları bakımından Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ etmeleri, insan olmaları bakımında ise aynı emir ve yasaklara uymanın nasıl gerçekleşmesi gerektiği insanlara yaşayışı ile örnek olmaktır.

Hal böyle iken Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan farklı algılar, mesajın değil mesajı getirenin öne çıkarılmasına sebep olmuş, ve bu noktada bazı ayetlein delil olarak sunulma ihtiyacı doğmuş ve Allah ve elçisine itaat edilmesine emredilen ayetlerin, elçinin ayrı bir hüküm koyucu konumuna sahip olduğu, ve aynı Allah (c.c) gibi haklara sahip olduğunun, bu ayetler ile beyan edildiği yönünde iddialar ortaya atılmıştır. 

Nisa s. 80. ayeti, Allah ve resulüne itaat etmenin ne anlama geldiğini açık ve net olarak gösteren ve bu konudaki diğer ayetleri anlamanın anahtar bir ayetidir. Bu ayet doğru olarak anlaşıldığında, elçinin konumu hakkında ortaya atılan düşüncelerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünülecektir.

[004.080] Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına gözcü olarak göndermedik!

Bu ayet, din de asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğunu, bu itaatin yolunun ise, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden resulden geçtiğini beyan etmektedir. Allah'a itaatın yolunun resul den geçmesi ise, onun aracılığı ile Allah tarafından vahyedilen emir ve yasaklara itaat etmekten geçmektedir. Elçilerin asıl görevlerinin Allah (c.c) tarafından kendilerine yüklenen görevi yerine getirmek olduğu anlaşıldığı zaman, ona yüklenen ilave görevlerin ne kadar yanlış olduğu da anlaşılacaktır.

Sonuç olarak; Yüzlerce yıl öncesi Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinden iki başlı bir din anlayışı çıkarmak hatasına düşülmesinden ötürü, elçinin dinde ortak duruma gelmesi gerektiği gibi bir ön yargıya varılmış, bazı ayetleri bu yönde tevil etmekle ile, belki kıyamete kadar sürecek bir kargaşanın temelleri atılmıştır. 

Nisa s. 80. ayeti, Kur'an içinde bir çok yerde geçen, Allah'a ve resulüne itaat edin ayetlerinin doğru anlaşılmasında anahtar konumda bir ayettir. Bu ayet, kul için asıl olanın Allah'a itaat etmek olduğu, bu itaatin yolunun ise onun seçtiği beşer elçiler ile kullarına ilettiği vahye uymaktan geçtiğini bildirmektedir. 

Beşer cinsinden seçilmiş olan elçilerin Allah (c.c) ile herhangi bir görev ve yetki paylaşımı gibi bir durumda olmadıklarının anlaşılmadığı sürece, yüzlerce yıldır devam eden ve büyük sıkıntıların doğmasına sebep olan yanlış elçi anlayışının düzelmesi ancak hesap gününe kalacaktır. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

10 Ekim 2012 Çarşamba

"Allah'a ve Resulune İtaat Edin" Ayetlerini Nasıl Anlamalıyız?

Allah azze ve celle kulu ve elçisi muhammed sav e indirdiği alemler için rahmet ve hidayet olan kitabı, kur'anı kerim deki birçok ayette bizlere "Allah'a ve resulune itaat edin" şeklinde emirler vermektedir (3.132/4.59/5.92/8.46/24.56/47.33/58.13/64.12) . Bu  ayetler üzerinde düşünce üreten insanların bir kısmı bu ayetleri , " Allah'a itaat kitabına itaat, elçisine itaat hadislere itaattır" şeklinde anlayarak müslümanlar arasında telafisi güç fikir ayrılıkları meydana getirmiştir.

Müslümanların tamamı , "Allaha itaat kitabına itaattır" sözü üzerinde herhangi bir ihtilaf içinde olmamışlar , olmalarıda mümkün değildir. Ancak, "resulune itaat hadislere itaattır" düşüncesi üzerinde haklı olarak ihtilaf içindedirler. Allah cc nin indirmiş olduğu kitabın tahrif ve değişime uğramadan elimizde olduğu muhakkaktır. Onun elçisi muhammed sav in bizlere "hadis" adı altında ulaşan sözlerinin sahih olup olmadığı üzerinde müslümanların tamamının aynı düşüncede olmaması hasebiyle kendilerine gelen bir hadisi bir kısım müslümanlar "sahih" olduğu  gerekçesiyle kabul ederken bir kısım müslümanlar aynı hadisi "sahih olmadığı" gerekçesi ile red etmişlerdir. İslam dünyasının hadisler üzerindeki geçerli olan durumunun özeti kısaca bu haldedir.

Durum böyle iken önlerine gelen herhangi bir  hadisi kendi oluşturdukları yöntemler ile  red edenlerin , "elçiye itaat hadislere itaattır" söylemine göre durumları nedir? sorusu akla gelmektedir. Allah cc bizlere "elçiye itaat edin" emrinden kastının "onun söylemiş olduğu sözlere itaat edin" şeklinde anlayanlara göre bazı hadisleri sahih olmadığı gerekçesi ile kabul etmeyenlerin durumu "elçiye itaat etmemesidir". Elçiye itaat edilmemesinin sonucu kur'ana göre küfür sayıldığı için bir kısım hadisleri sahih olmadığı gerekçesi ile red edenler ile aynı hadisi sahih olduğu gerekçesi ile kabul edenlere göre, o hadisi kabul etmeyenin kafir olduğuna hükmetmeleridir. İşte durum islam dünyasında telafisi güç olan bir yara açmış olup hala kapatılmamakta direnilmektedir.

Kur'anın bir çok ayetinde Allah cc bizlere birlik ve beraberliğin önemini ve gerekliliğini vurgulamasına rağmen, "elçiye itaat hadislere itaattır" iddiasının bir sonucu olarak birine göre sahih olan bir hadisi kabul etmeyen bir kişinin durumu onun kafir olmasını gerektirir . Bu iddianın savunucuları bile bugün "hadis"adı altında elimizde olan sözlerin tamamını sahih olarak görmemekte olup kendi söylemleri ile kendilerini kafir ilan etmektedirler. Bu yaman bir çelişki olup aşılması gereken bir durumdur. Bugün herhangi bir dayanağı olmadan oluşturulmuş olan "ehli sünnet" inancı adı altında yine hiçbir dayanak olmadan üretilmiş olan "4 hak mezhep!!" savunucularının dayandıkları farklı mezhebi görüşlerinin temelleri kendilerine gelen hadisleri kabul veya red ederek oluşturdukları düşüncelerdir. Misal vermek gerekirse şafii mezhebinde namazın ruünlerinden biri olan "ref'ul yedeyn" (ruku' a giderken ve kalkarken elleri kaldrımak) hanefi mezhebinde uygulanmamaktadır. Bu gibi misallere çoğaltmak mümkündür, o zaman şunu sormak gerekmektedir şafiinin mezhebinde resul sav in yaptığı bir sünnet ebu hanifenin mezhebinde uygulanmaması ebu hanifenin bu konuda elçiye itaat etmemesi demektir öyleyse ebu hanifenin durumu nedir? sorusunun cevabı nasıl verilecektir.

Ebu hanifenin hadisler konusundaki düşünceleri bilindiği gibi"hadis ehli" fırkası tarafından şiddetli bir biçimde tenkid edilmiş olup onların sahih olarak kabul ettikleri bazı hadisleri kabul etmemiş olması dolayısı ile kafir olduğu ve tevbeye davet edildiği bir gerçektir. Ebu hanifenin hadis anayışı hakkında kendisinden naklediliği söylenen şu sözler bizler içinde geçerli olmasının gerektiğini düşünmekteyiz.

"“Ebu Hanife: “Eğer bir kimse, ‘Peygamber (a.s.)in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebi haksız (cevren) konuşmaz ve Kur’an’a muhalefet etmez’ derse, bu, onun, Peygamber’i tasdik ettiğini ve Peygamberi Kur’an’a muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber Kur’an’a muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah Teala, “Eğer Muhammed, bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık, hiç biriniz de onu koruyamazdınız” (Hakka 44-47), sözüne uygun olarak, onu kuvvetle yakalar ve şahdamarını koparırdı. Allah’ın Resûlü, Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden de Allah’ın Resûlü olamaz… Nebi’den Kur’an’a aykırı olarak hadis rivayet eden kimseyi red, Peygamber’i red ve onu yalanlama değildir. Bu, ancak, Peygamber’den batıl rivayette bulunan kimseyi reddir. Töhmet bu kimseyedir, Peygamber’e değil. Onun için Peygamber’in söylediği her şey, işitelim, işitmeyelim, başımız gözümüz üstünedir. Buna iman eder, ve Allah’ın Resûlünün söylediğine, olduğu gibi şehadet ederiz. Ve yine şehadet ederiz ki O, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmez. Allah’ın bağladığı bir şeyi koparmaz. Allah’ın nitelediği bir şeyi ona aykırı bir şekilde nitelemez. Şehadet ederiz ki O bütün işlerde Allah’la muvafıktır. Bidat olabilecek hiç bir şey yapmamış, Allah’ın söylediği söze hiç bir şey katmamış ve zorlayıcılardan olmamıştır. Onun için Allah Teala; “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa 80), buyurmuştur. ( el-Alim 26-27) s.84-85

Resule itaat meselesi müslümanlar arasında telafisi güç ayrılıklar meydana getirmiş olmasına rağmen bu ayrılıkların en aza indirilmesi imkansız değildir. Bu ayrılıkları en aza indirmek için bütün müslümanların üzerinde ihtilaf etmedikleri tek kaynağın yani kur'anın hakemliğine başvurulması gerekmektedir.

Öncelikle kur'anın, muhammed sav e nasıl bir konum verdiği üzerinde fikir birliği sağlanması gerekmektedir.Bir çok kendisine vahyedilen uyması ve kendisininde ben bana vahyedilene uyarım şeklindeki ayetlerden bizler için ölçü olması gerekli olan kıstasın ne olduğu ortaya çıkmaktadır (6.50/7.203/10.15/33.2/38.70/46.9/53.4) kendisine iletilen vahyin doğrultusunda konuşan bir elçinin vefatından yıllar sonra derlenen sözlerinin sahih olup olmadığı yolundaki ortaya konması gereken kıstas yine kur'andan başka bir şey olamaz.

Kur'anın hiçbir ayeti Allah ile elçisini ayırarak "Allah ayrı ,elçisi ayrı hüküm verebilir" dememiştir. Kur'an ayetlerinde "elçiye itaat edin" emri o elçiyi gönderen rabbe yani onun mesajına itaat edin şeklinde anlaşılmak durumundadır. Elçi olmak demek birisinin mesajını birisine ulaştırmak demek olduğuna göre muhammed sav elçi olarak Allah cc den aldığı mesajı kullarına iletmek o mesajları yaşamak zorundadır.   İsa as ın , al-i imran s. 50 . ayetindeki şu sözleri  elçinin görevini açıklaması bakımından önemlidir . "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim.. Artık Allah'tan korkup sakının ve bana itaat edin.» İsa as için geçerli olan bu durum muhammed sav içinde geçerlidir , bir resul Allah cc nin kulları için neyi helal ve haram kıldığını ancak getirdiği ayetle onun kullarına tebliğ eder.

------[004.100]  Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve resulune hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.
------[048.010]  Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.

Nisa s. 100. ayetinde  Allah'a ve resulune hicret etmenin nasıl olacağı sorusuna Allah ve resulunun arasını ayırarak cevap verecek olursak Allah'a hicret etmenin nasıl olacağı cevabını ne şekilde verebiliriz? . Fetih s. 10. ayetinde resule biat edenlerin Allah'a biat etmiş olacağı,resul ile ahid yapanların Allah ile ahid yapmış sayıldığını görmekteyiz. yine nisa s. nin 80. ayeti Alah ve resule itaat ayetlerinin ne şekilde anlaşılması gerektiğini bizlere öğreten bir ayettir.
-----[004.080]  Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!
Bu ayet bizlere, Allah cc nin kendisine itaat edilmesi amacı ile elçi göndermiş olduğunu ona itaatın resule itaat edilmesi yani ona gönderdiği mesaja itaat edilmesinden geçtiğini bildirmektedir.

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.