mealleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mealleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2024 Salı

A'raf s. 43. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Düşünce

 Kur'an mealini karşılaştırmalı olarak birkaç mealden birden dikkatli okuyanlar, bazı ayetlerin anlam açısından birbirinden farklı şekilde çevrilmiş olduğunu göreceklerdir. Bu durumla karşılaşan meal okuyucusu, hangi anlamın daha isabetli olduğunu haklı olarak araştırmaya gidecektir.

A'raf s. 43. ayeti, bir meal okuyucusunun böyle durumla karşılaşacağı ayetlerden biridir. Bu ayeti okuyan bir kimse, ayetin birbirinden farklı olarak çevrilmiş iki farklı anlama sahip olduğunu görecektir. Yazımızın konusu, bu farklı anlamdan hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde olacaktır.

İlgili ayetin Arapça metni ve iki farklı çeviriden ilkinin mealleri şu şekildedir: 

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ahmet Varol

Gönüllerinde kin adına ne varsa hepsini çıkarmışızdır ve altlarından ırmaklar akmaktadır. "Bizi doğru yola ileterek buraya kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermiş olmasaydı biz doğru yola giremezdik. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirdiler" derler. Onlara: "İşte bu cennete yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındınız" diye seslenilir.

Ali Bulaç

Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: 'Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.' Onlara: ' İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir' diye seslenilecek.

Cemal Külünkoğlu

Onların içlerinde kinden ne varsa söküp atarız. Altlarından ırmaklar akarken derler ki: “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bize doğru yolu göstermeseydi kendiliğimizden hidayete eremezdik. Andolsun ki; Rabbimizin resulleri hakkı getirmiştir.” (Onlara:) “İşte (dünyada yapmış olduğunuz) güzel işlere karşılık, şu cennete vâris kılındınız” diye seslenilir.

Diyanet Vakfı

(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.» Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.

Elmalılı (sadeleştirilmiş)

Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. "Bizi buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler." derler. Onlara şöyle seslenilir: "İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz".

Alıntı yaptığımız mealler, www.kuranmeali.com adlı siteden olup, burada sadece birkaç meali örnek olarak alıntıladık. Alıntı yaptığımız mealler övgü veya yergi amaçlı değildir.

A'raf s. 43. ayetine yukarıda verilen 1. grup meallerin ortak yönü, cennete girmiş olanlar tarafından söylenen "Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz kendimiz doğru yolu bulamazdık" şeklindeki ifadedir.

Şimdi aşağıya aynı ayetin farklı şekilde yapılmış 2. grup meal örneklerinden birkaç tanesini verelim:

Bayraktar Bayraklı

Onların göğüslerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. O cennette altlarından ırmaklar akmaktadır. “Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun. Allah bizi getirmeseydi biz bunu bulamazdık. Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişler” dediler. Onlara, “İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık size miras verildi” diye seslenilecektir.

Hasan Basri Çantay

Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.

Yaşar Nuri Öztürk

Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından. Şöyle derler: "Hamd olsun bizi buraya ulaştıran Allah'a. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size, yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet!"

Elmalılı (orjinal)

Bir halde ki derunlarında kîn kabilinden ne varsa hepsini söküb atmışızdır, altlarından ırmaklar akar «hamdolsun o Allaha ki hidayetile bizi buna muvaffak kıldı, o bize hidayet etmese idi bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamıza imkân yoktu, hakıkat rabbımızın Peygamberleri emri hakk ile geldiler» demektedirler, ve şöyle nidâ olunmaktadırlar: işte bu gördüğünüz o Cennet ki buna amelleriniz sebebiyle vâris kılındınız

2. grupta verdiğimiz meallerin ortak yönü, yine cennete girmiş olanlar tarafından söylenen, "Kendilerini cennete Allah'ın ulaştırdığı, kendilerinin Allah'ın nimeti böyle bir şeye ulaşmalarının imkansız" olduğu yönündeki sözleridir.

Ayetin iki farklı mealini verdikten sonra, aradaki farklı anlama sebep olan duruma geçebiliriz.

Ayete iki farklı anlam verilme sebebi, ayet içinde geçen هَدٰينَا- لِنَهْتَدِيَ-هَدٰينَا 

kelimeleridir. Bu 3 kelime aynı kökten olup sözlük olarak, "Yol göstermek, iletmek, klavuzluk yapmak" anlamına gelmektedir. 

Kanaatimizce aradaki anlam farkı, bu kelimenin ıstılahi anlamda mı yoksa lügat anlamında mı kullanılmış olduğunun tercihi noktasındadır. 1. grupta bulunan mealler, kelimeyi ıstılahi anlamda kullanırken, 2. gruptaki mealler, kelimeyi lügat anlamında kullanmayı tercih etmişlerdir.

Peki bu iki farklı mealden hangisi daha isabetlidir?. Meallerden bir grubun doğru diğer grubun ise yanlış olduğunu söylemediğimizi burada önemle hatırlatmak istiyoruz. 

Konunun başlangıcı bir önceki ayet olan 42. ayetten başlamaktadır.

------A'raf s. 42- Onlar ki inandılar ve bozuculuğu önleyici filler işlediler. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

Bu ayette yaşamını iman ve salih amel üzerine sürdürmüş ve o halde ölmüş olan insanların, ahiretteki alacakları karşılık bildirilmektedir. 

43. ayetin ilk bölümünde, "Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akarbuyurularak onların ahiretteki durumları ve verilecek nimetlerden bir kısmı bildirilmektedir.

Ayetin ikinci bölümünde ise, cennete girenlerin sözleri yer almakta, farklı mealler bu bölümün çevirisinden kaynaklanmaktadır. Diğer bölümlerin çevirilerinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا 

Dediler ki: "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti"

Dikkat edilirse cennet ehlinin ağzından çıkan ve ayet içinde geçen "Li heze" işaret zamiri cenneti işaret etmektedir. Çünkü konuşanlar cennettedir. Yani cennet ehli kendilerini cennete ulaştıran Allah'a hamd etmektedir. Cümlenin devamına verilecek anlam, bu ibareye verilecek anlam ile doğrudan alakalı olup, farklı meallerin bu zamirin cenneti işaret ettiğine dikkat edilmemesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Cennet ehlinin kendilerini cennete yerleştiren Allah'a hamd ettiklerini dikkate alan bir meallendirme yapıldığında ayetin devamı şu şekilde gelecektir: 

"Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi."

Bu durumda, 2. grupta bulunan meal örmeklerinin, 1. gruptaki meal örneklerine nazaran daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat edilirse 1. Elmalılı (sadeleştirilmiş), 2. grupta ise Elmalılı (orjinal) meali örnek verilmiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, 2. grupta bulunan orjinal meal ile, 2. grupta bulunan sadeleştirilmiş mealin birbirleri ile uyumlu olmadığıdır. Maalesef Elmalılı mealini sadeleştirmek için ellerine alanlar, Elmalılı'nın verdiği ayet bazı ayet meallerini anlamadan kendi kafalarınca meal vermeye çalışmışlardır.

A'raf s. 43. ayetine bu şekilde verilen farklı mealler, bazılarımız için önemsiz görülebilir. Ancak bizim amacımız meal yapıcılarını övmek veya yermek değil, yapılan meal örneklerini vererek meal okuyucularının bazılarının kafalarında oluşabilecek soru işaretlerine cevap verebilmektir.

A'raf s. 43. ayetine bizim tarafımızdan verilmeye çalışılan meal ise şu şekildedir:

Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi" dediler. Ve onlara "Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

18 Ocak 2024 Perşembe

Maide s. 93. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı Türkçe mealleri üzerinden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, şayet bu okuma ve anlama faaliyetini, karşılaştırmalı olarak bir kaç meal üzerinden yapmaya çalışıyorsa, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden farklı şekilde anlamlandırılmış olduğunu görecek, bu farklı meallerin hangisinin daha isabetli olabileceğinin cevabını arayacaktır. Biz daha önceki bazı yazılarımızda, bu meal farklılıklarına dikkat çekerek, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise, yine böyle bir farklılığa dikkkat çekmeye ve iki farklı mealden hangisinin daha isabetli olabileceğini görmeye çalışacağız. 

Konumuz ile ilgili ayet Maide s. 93. ayeti olup, orjinal metni ve bazı mealleri şu şekildedir:

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

---Abdulbaki Gölpınarlı---İman edip iyi işlerde bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri, inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları ve iyilik ettikleri takdirde haram edilmeden önce yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik edenleri sever.

---Abdullah Parlıyan---İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah'ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah'ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah'ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

Yukarıda örneğini verdiğimiz ayet meallerininMaide s. 90. ayetinden başlayan bir bağlamı bulunmaktadır. Bu ayette içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının şeytan işi pislik olduğu beyan edilmekte, inananların bunlardan sakınması emredilmektedir.

Genel geçer kanıya göre ise içkinin haram edilmesi, bir defada değil aşamalı olarak gerçekleşmiş, son aşama ise Maide s. 90. ve 91. ayetleri ile gerçekleşmiştir. Bu ayet ile tefsirlerde yazılanlara baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içen Müslümanların durumları Allah'ın elçisine sorulmuş ve 93. ayet bu soruya cevap olarak indirilmiştir.

Ancak çoğu meal yapıcısı bu durumu rivayetlerin ışığında değerlendirdiği için, ayete verdikleri meale, orjinal metinde olmamasına rağmen "Haram edilmeden önce" şeklinde bir ilave yapmış, hatta çoğu meal bu sahibi bu ilaveyi parantez içine dahi almadan, sanki orjinal metnin bir parçasıymış gibi göstermiştir.

Ancak konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımızda durum gerçekten böyle midir? şeklinde bir sorunun cevabının da verilmesi icap etmektedir.

Bakara s. 275. , Nisa s. 22. ve 23. , Maide s. 95, Enfal s. 38. ayetlerine baktığımızda, o ayetler içinde "Gad selefe" ifadesinin geçtiği görülmektedir. Bu ifade ise Bakara s. 275. ayetinde faiz yiyenlerin geçmişte yaptıklarının faizciliği terk ettikleri takdirde cezalandırılmayacağı, Nisa s. 22. ve 23. ayetlerde ise evlenme yasakları ile ilgili emirde, geçmişte yapılan fakat bu ayetlerle yasaklanan evliliklerin cezalandırılmayacağı, Maide s. 95. ayetinde ise, ihram yasaklarından önceki yapılanların cezalandırılmayacağı, Enfal s. 38. ayetinde ise inkarcıların yaptıklarını terk ederlerse geçmişlerinin cezalandırılmayacağı haber verilmektedir. 

Bu ayetleri baz alarak Maide s. 93. ayetine yeniden baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içenlerin yaptıklarının af edildiğine dair buna benzer herhangi bir ifadeye rastlamamaktayız. Bunu söylemekle, Allah'ın bunları af etmediği veya etmeyeceğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz. Öyleyse bu ayette başka bir şeyin kast edilmiş olabileceğini düşünmek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Kanaatimiz o dur ki bu ayet, inanan ve yasaklardan kaçınmaya dayalı bir hayat süren mü'minlerin tatmış olduklarından dolayı sorumlu olmayacaklarını, çünkü sahip oldukları inanç onlara, sakınmayı ve korunmayı emretmekte, dolayısı ile kendilerinin cezalandırılmasına sebep olacak hatalardan otomatikman kaçınacaklarını beyan etmektedir.

Bu noktayı dikkate alarak yapılan ayet mealleri ise şöyledir:

---Bahattin Sağlam---İman edip de amel-i salihte bulunanların tattıklarında onlara bir günah yoktur. Sakındıkları takdirde, inanıp ibadet görevlerini yerine getirdikleri takdirde, sonra daha da sakınıp inandıkları takdirde, sonra daha da sakınıp bütün güzellikleri (ve ibadetleri) yaptıkları takdirde.. Şüphesiz Allah sakınıp da güzel ameller yapanları sever.

---Edip Yüksel--- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.

---Mahmut Özdemir---Sakınıp korundukları, iman ettikleri ve Salih Ameller işledikleri, evet yine sakınıp korundukları ve iman ettikleri, yine sakınıp korundukları ve iyilik yaptıkları zaman, tadıp yedikleri şeylerde, iman eden ve Salih Ameller işleyenlere günah yoktur.
Muhsinler’i / İyilik-Güzellik Edenler’i Allah sever.

---Muhammed Esed---İmana ermiş olup doğru ve yararlı işler yapanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duydukları ve [gerçekten] inanıp doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece her istediklerinden serbestçe yararlanabilirler: ¹⁰⁸ yeter ki Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya ve iman etmeye devam etsinler ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine daha çok varsınlar ¹⁰⁹ ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Allah iyilik yapanları sever.

---Süleymaniye Vakfı---İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar, yiyip içtikleri şeyden dolayı sorumlu tutulmazlar[*]. Bu, çekindikleri, inanıp güvendikleri ve iyi işler yaptıkları, yine çekindikleri, inandıkları yine de çekindikleri ve güzel davrandıkları takdirde böyledir. Allah güzel davrananları sever.

Yukarıdaki Maide s. 93. ayeti ile ilgili yapılan meallerin, Kur'an bütünlüğü açısından daha doğru olduğu kanaatimizi belirtmek isteriz. Hatırlatmak isteriz ki; En başta verdiğimiz meal örnekleri hakkında "bu anlamdaki mealler kesinlikle hatalıdır" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte, bu ayetin, gördüğümüz iki farklı mealinden bir tanesinin daha isabetli olduğunu, meallerin de yine neticede bir yorum olduğunu, meal yapıcısının Kur'an ile ilgili müktesebatının yaptığı meale bir yansıması olduğunu söylemek istiyoruz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

1 Ocak 2019 Salı

Al-i İmran s. 175. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 175. ayetini, karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir okuyucu, bu ayetin iki farklı şekilde yapılmış çevirisini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde bir düşünce içine girecektir. Yazımızda, bu ayetin iki farklı çeviriden hangisinin daha isabetli olduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin, Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

1.  İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

2. O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayınız benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz.

Çevirilerdeki farklılık, altını çizgi ile belirttiğimiz cümlededir.

İki farklı çeviriden birisinin doğru, diğerinin yanlış olduğu şeklinde bir iddiadan öte, hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde fikir belirtmeye çalışacağımızı baştan söylemek isteriz. Çünkü her iki farklı çevirinin de, Arap dili ve tefsir kuralları açısından dayanakları olduğu için, birisine doğru, diğerine yanlış demenin imkanı yoktur.

Kanaatimizce, bu ayetin hangi çevirisinin daha isabetli olduğunun anlaşılabilmesi için, surenin 173. ayetinden itibaren bir okuma yapılması gerekmektedir. 

[003.173]  İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.

[003.174] Bunun üzerine kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

Al-i İmran s. 173. ayetine baktığımızda, Ennas (İnsanlar) olarak ifade edilen şahıslar Müslümanlara, "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" diyerek, onlara korku aşılamak istemektedir. Bu sözü söyleyenlerin amacının, Müslüman toplum üzerinde bir korku yaymayı amaçlayanlar olduğu, ve bu kimselerin ise, Müslümanlardan olmadığı açıktır. Kanaatimizce bu cümle 175. ayeti anlamanın anahtarıdır.

173. ayette geçen bu insanlar, 175. ayette Eşşeytanü olarak ifade edilmektedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insan cinsinden olan Şeytan'ın, Müslümanları bir başka topluluk olan düşmanlarından korkmalarını söylediği anlaşılmaktadır. Bu noktada Müslümanlara korkmalarını söyleyenler ile, korkmaları gerekenler arasında bir yakınlık olduğu unutulmamalıdır. Ayet bu yakınlığı Veli kelimesinin çoğulu ile ifade etmektedir.

175. ayet içinde geçen, "Onlardan korkmayın, benden korkun" cümlesinin, ilk cümlesi olan إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi ile, uyum arz etmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin, "Onlardan korkmayın, benden korkun" şeklinde bir emir vermiş olması, ayetin ilk cümlesinde Müslümanların birilerinden korkutulmaya çalışıldığının anlaşılması için yeterli bir ipucudur. 

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, 1. şıktaki gibi, " İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur" şeklinde çevrildiği zaman, ikinci cümledeki "onlardan korkmayın" emri ile kanaatimizce uyum arz etmemektedir.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, şayet 2. şıktaki gibi, "O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor" şeklinde çevrildiğinde, ikinci cümledeki, "onlardan korkmayın" emri ile uyum arz etmektedir. Çünkü ilk cümlede 173. ayette insan geçen, 175. ayette ise  Şeytan olarak vasıflandırılan kimsenin, Müslümanları birilerinden korkutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlardan sonra kanaatimizce, Al-i İmran s. 175. ayetinin çevirisinin, 2. şıkta verdiğimiz "O şeytan, sizi mutlaka dostlarından korkutuyor. Bina-enaleyh onlardan korkmayınız Benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Eylül 2017 Pazartesi

Şems s. 15. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an'ı Türkçeye çevrilmiş meallerinden okuyan, ve okumayı farklı mealleri karşılaştırmak sureti ile yapanlar, Şems s. 15. ayetinin birbirinden farklı anlama gelen iki şekilde çevrildiğini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olabileceğinin cevabını arayacaklardır. Yazımızda bu ayetin iki farklı çevirisinden hangisinin daha uygun olabileceği üzerindeki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız.

وَلَا يَخَافُ عُقْبَاهَا

1. gurup çeviriler.

[091.015] [Diyanet İşleri] Bu işin sonundan O'nun korkusu yoktur.
[091.015] [Elmalılı Hamdi Yazır] Öyle ya o sonundan korkacak değil ki.
[091.015] [Ömer Nasuhi Bilmen] Ve Allah Teâlâ onların bu ihlak-i akibetinden korkacak değildir.

2. gurup çeviriler.

[091.015] [Bayraktar Bayraklı]Çünkü onların hiç biri başlarına gelecek şeyin korkusunu taşımıyorlardı.
[091.015] [Mustafa İslamoğlu] Çünkü o (kavim) kendi akıbetinden zerrece endişe etmezdi.
[091.015] [Muhammed Esed] Çünkü (onlardan hiçbiri başlarına gelecek olan şeyin korkusunu taşımıyordu.

1. guruptaki çevirilerde Şems s. 15. ayetinin, Allah (c.c) nin Semud kavminin helak etmiş olmasından dolayı herhangi bir sorumluluğu veya o kavmi helak ederken korkacağı herhangi bir merci olmadığını beyan eden bir anlama sahip olduğu anlaşılır iken, 2. guruptaki çevirilerde, Semud kavminin başlarına gelecek olan helaktan korkmadıkları şeklinde bir anlama sahip olduğu anlaşılmaktadır. 

Kanaatimizin, 1. guruptaki mealler doğrultusunda yapılan meallerin daha isabetli olduğu yönünde olduğunu baştan söyleyerek, bu kanaatimizi dayandırdığımız delillerimiz de şöyledir;


Ayetin bağlamı Şems s. 11. ayetinden itibaren başlayan Salih (a.s) kıssası ile alakalıdır, ve 15. ayetin anlamını tespit etmekte kıssanın bağlamı bize yol gösterecektir.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَاهَا
Semûd, azgınlığıyle yalanlamıştı. 
[091.011] Semud, azgınlığı yüzünden yalanladı

إِذِ انْبَعَثَ أَشْقَاهَا 
[091.012] En azgınları ileri atıldığında.

فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَاهَا
[091.013]  Allah'ın resulü onlara: Allah'ın devesi ve onun su hakkı, demişti.

فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوَّاهَا
[091.014] Onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onların üzerine katmerli azap indirdi; yerle bir etti onları.

وَلَا يَخَافُ عُقْبَاهَا
[091.015] (Allah, asla) Bunun sonucundan korkmaz.

Şems s. 13. ve 14. ayet içindeki bazı ibareler, 15. ayete nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere yol gösterecektir. 13. ayet içindeki  لَهُمْ ibaresinin çoğul bir ifade, 14. ayet içindeki kelimelerin de çoğul ifadeler olduğunu dikkate aldığımızda, 15. ayete 2. guruptaki mealler yönünde bir anlam verilebilmesi için ayet içindeki وَلَا يَخَافُ  (ve la yehafu) korkmaz ibaresinin tekil olarak değil çoğul, yani وَلَا يَخَافُونَ (ve la yehafune) korkmazlar şeklinde gelmesi gerekirdi ki, Semud kavminin kafirlerinin başlarına gelecek akıbetten korkmadıklarını ifade etmiş olsun, ama kelime tekil olarak ifade edilmektedir.

وَلَا يَخَافُ ibaresinin tekil olarak gelmiş olması, kavmin başına gelecek olan akıbetten korkmaması anlamına değil, Allah'ın bu konuda korkacak ve hesap verecek bir durumda olmadığını ifade etmesi bakımından anlaşılmasının, bağlama daha uygun olduğunu düşünmekteyiz.

Ayrıca Buruc s. 16. ayetinde فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ ve diğer ayetlerde Allah'ın irade ettiğini yapacağını buyurmuş olması, kendisinin sorumlu olacağı herhangi bir merci olmadığını beyan etmesi açısından dikkate alınabilecek ayetlerdendir.

Katılmadığımız 2. gurup çevirileri yanlış olarak nitelememekle birlikte, bağlamı dikkate almayan çeviriler olduğunu söyleyebiliriz.

                                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


Abdullah Parlıyan:
Çünkü Allah bu işin sonundan korkmazdı ki.

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Zariyat s. 59. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Bazı ayet mealleri ile ilgili olarak yazmaya çalıştığımız yazılarda tekrarladığımız, bir ayetin çeviri ve yorumunda dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesinin, o ayetin bağlı olduğu ayet gurubu ile olan anlam bağına (siyak- Sibak) dikkat edilerek çevrilmesi olduğunu yine tekrarlayarak, bu yazımızda Zariyat s. 59. ayetinin mealini, karşılaştırmalı olarak okuyan kimselerin karşılaştığı farklı anlamlardan hangisinin daha uygun olduğu konusu üzerinde düşünmeye çalışacağız.

Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.

Bu ayetin mealleri iki farklı şekilde yapılan çevirileri şu şekildedir; 

[051.059] Zulmedenlerin, geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır; cezalarını Benden acele istemesinler.

[051.059] Muhakkak ki bu zulmedenlerin de, geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır. Acele etmesinler.

Türkçe Kur'an çevirilerinde Zariyat s. 59. ayetine verilen anlamlar genel olarak yukarıda verdiğimiz iki farklı anlam şeklindedir. Dikkat edilirse bu meallerdeki farklılık, "geçmiş arkadaşlarının suçlarına benzer suçları vardır" ve "geçmiş arkadaşlarının payı gibi bir azab payı vardır" şeklindedir. Bu çevirilerdeki farklılık, ayet içindeki Zenuben misle zenubi   ibaresine verilen anlamlardan kaynaklanmaktadır.

Zenb; Kuyruk anlamına gelen bir kelimedir. Kişinin işlediği hatalar onun peşine takılıp, tevbe etmediği sürece ondan ayrılmadığı için, kişinin hesap gününde sorumlu olduğu hataları bu kelime ile ifade edilmektedir.

Bu kelime ayrıca Pay, Hisse, Akıbet, kötü sonuç anlamına da gelmektedir. 

Konuyu kelimelerin çok anlamlılığı çerçevesinde düşündüğümüzde, Kur'an içindeki bazı kelimelerin, eğer birden fazla anlama sahip olabilme ihtimali var ise, bu anlamlardan hangisinin daha uygun olabileceği, ayet ve sure bütünlüğü göz önüne alınarak bulunabilir.

Zenb kelimesi, Kur'an içinde geçtiği diğer ayetlerde Suç, Hata, Günah gibi anlamlara sahip olduğu için, Zariyat s. 59. ayetinin bazı çevirilerinde bu kelimeye, Suç anlamının verildiğini görmekteyiz. Fakat Zenb kelimesinin sahip olduğu Suç anlamının Zariyat s. 59. ayetinde geçen kelimeye verilmesinin uygun olmadığını düşünmekteyiz. Bu kelimeye suç anlamı verenlerin, kelimeyi çoğul olarak Suçlar, Günahlar olarak  çevirmesine karşın, kelime tekil anlamda olup, çoğul eki bulunmamaktadır.

Zariyat suresini okuduğumuzda, Lut, Firavun, Ad, Semud ve Nuh kavimlerinin helak edildiklerini haber veren ayetleri görmekteyiz. Bu haberlerden sonra surenin 52. 53. ayetlerinde, Mekke müşriklerine dönülerek helak edilen kavimlerin elçilerine karşı yaptıkları ile Mekke müşriklerinin elçilerine karşı yaptıkları yanlışın aynı olduğu vurgulanmaktadır. 

Bu ayetleri dikkate aldığımızda, Zariyat s. 59. ayetinin, helak edilen kavimlerle aynı akıbete uğrayacaklarını haber verdiğini anlayabiliriz. Bu ayetin çevirisinde Zenb kelimesine suç anlamının değil Pay, Hisse anlamının verildiği çevirilerin daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Zenb kelimesinin aynı zamanda Akıbet anlamına da sahip olduğunu düşünerek, ayetin çevirisini bu kelimeyi kullanarak, "Onun için muhakkak o zulmedenlere (aynı yolda giden geçmişteki) arkadaşlarının akıbeti gibi,  bir akıbet vardır, şimdi onu acele istemesinler!" şeklinde yapmanın da mümkün olduğunu söyleyebiliriz. 


Muhammed Esed Meali

Gerçek şu ki, zulüm işleyenler, [geçmişteki] arkadaşları gibi [kötülükten] paylarını alacaklardır: öyleyse [akibetlerini] çabuklaştırmayı benden istemesinler!


                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


6 Nisan 2017 Perşembe

Nisa s. 135. Ayetinin Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Nisa s. 135. ayetinde, Rabbimiz bizlere şöyle buyurmaktadır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيًّا أَوْ فَقَيرًا فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا

Bu ayetin Türkçe Kur'an meallerinde yapılan çevirileri genellikle şu şekildedir.

Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.

Ayetin yukarıda verdiğimiz mealinde altı çizilen olan cümlenin, metnin anlamının meale yansıtılmasında problem arz ettiğini düşünmekteyiz. Arapça metindeki Evla kelimesinin Daha yakın anlamı verilerek çevrilmesinin, çevirilerdeki problemi oluşturduğunu düşünmekteyiz.

Evla; sözlükte daha uygun, münasip, ehil, layık anlamındadır.

Evla kelimesinin geçtiği diğer ayetlere baktığımızda bu kelimeye Daha layık - Daha uygun- Daha münasip-öncelikli şeklinde mealler verildiğini görmekteyiz. 

[008.075]  Bundan sonra iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar da sizdendir. Akrabalar (mirasta) Allah'ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta) önceliklidir(evla). Doğrusu Allah her şeyi bilendir.

[019.070] Sonra biz ona (cehenneme) girmeye kimlerin en çok uygun (evla) olduğunu daha iyi bilmekteyiz.

[033.006]  Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir(evla). O'nun hanımları da onların analarıdır. Akraba da Allah'ın kitabında birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmanız müstesnâdır. Bu, kitapta yazılıdır.

Evla kelimesine verilen Daha yakın şeklinde bir anlam, ayetin mesajını yansıtma noktasında eksiklik arz ettiğinden dolayı, bu kelimeye Öncelikli şeklinde bir anlamın verilmesi, hem kelimenin sahip olduğu anlamın meale yansıtılması, hem de ayetin daha kolay anlaşılması için uygun olacaktır.

Ayetin mesajını kısaca özetleyecek olursak; Rabbimiz bu ayette bizlere şahitliği doğru yapmak noktasında emirler vermektedir. Hakkında şahitlik yaptığımız kimseler bizim anne ve babamız, yakınlarımız, zengin veya fakir olsa dahi, yani zenginlere karşı duyulan bazı çekincelerin, veya fakire karşı duyulan merhametin bile, bizi hakkı söylemekten geri bırakmaması, Allah'ın bu konudaki emirlerinin dikkate alınarak hareket edilmesi gerektiği emredilmektedir.

Fallahu evla bihima cümlesine verilmesi gereken anlam, ayet içinde anne baba, akraba, zengin, fakir olarak sayılan guruplara değil Allah'a öncelik tanınması, Allah'ın emrinin yerine getirilmesinin daha uygun olması, Allah'ın bu konudaki emrinin dikkate alınarak önceliğin bu emre verilmesi şeklinde olması gerektiğini düşünmekteyiz.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz Türkçe Kur'an mealleri içinde Elmalılı Hamdi Yazır'ın bu ayete daha uygun ve anlaşılır bir meal verdiğini görmekteyiz. 

Elmalılı Hamdi Yazır :
Ey o bütün iyman edenler! Hakkaniyyetle durub adaleti yerine getirmeğe uğraşır hâkimler, Allah için şahidler olunuz, gerekse nefislerinizin, veya ebeveyninizin veya en yakınlarınızın aleyhine olsun, gerek zengin ve gerek fakır bulunsun, çünkü Allah ikisinden de akdemdir, onun için haktan udul edib de nefsin arzusuna tabi' olmayın ve eğer dilinizi eğer veya çekinirseniz şüphe yok ki Allah her ne yaparsanız habîr bulunur

Elmalılı ayet içindeki Evla kelimesine Akdem şeklinde bir anlam vermek sureti ile daha uygun bir anlam vermiştir. Akdem kelimesi , Daha önce, daha mühim, daha öncelikli anlamlarına gelmektedir. 

Onun mealinin internet ortamında bulunan sadeleştirilmişlerinin bir tanesi, onun verdiği anlamı sadeleştirmeye yansıtırken, bir diğeri ise maalesef yansıtamamıştır.

Elmalılı (sadeleştirilmiş) :
Ey iman edenler, hak ölçülerle hareket edip adaleti yerine getirmeye uğraşan hakimler, Allah için şahitlik yapan kişiler olunuz. Gerek kendileriniz veya ana-babanız yahut en yakınlarınız aleyhine olsun; gerek zengin, gerek fakir olsun. Çünkü Allah, ikisinden de önceliklidir. Bundan dolayı adaletten uzaklaşıp da nefsinize uymayın. Şahitlik yaparken dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana - babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Sonuç olarak; Türkçe Kur'an meallerinde sıkça rastladığımız bir durum olan, bazı meal yapıcılarının ayet bütünlüğünü meale tam yansıtamama durumu, Nisa s. 135. ayetinde geçen, Evla kelimesinde de göze çarpmaktadır. Bu kelimeye çoğunluk meallerde verilen Daha yakın anlamı yerine, hem kelimenin anlamına hem de ayetin mesajına daha uygun olan Öncelikli veya bu anlamı çağrıştıran anlamlar verilerek meal yapıldığında, bu ayet meal okuyucuları tarafından daha kolay anlaşılacaktır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Haziran 2016 Cuma

Neml s. 66. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Düşünce

Kur'an meali okuyucusunun karşılaştığı sorunlardan bir tanesi , aynı ayetin farklı meal yapıcıları tarafından yapılmış, birbiri ile zıtlık arz eden mealleridir. Bu durumun farklı sebepleri olup ,bir kaç tanesini sıralayacak olursak ; Meal yapıcısının bakış açısından kaynaklanan ayet yorumu , bir ayetin gramatik yapısının farklı çevirilere müsait oluşu , kıraat farklılıkları, bağlam , siyak sibak gözetilmeden çevrilmesi gibi sebepleri sıralayabiliriz. 

Neml s. 66. ayetini okuyan bir meal okuyucusu , bir kaç mealden karşılaştırmalı olarak okuduğunda, bu ayetin farklı çevirilerine şahit olabilecek ve bu çevirilerin hangisinin daha doğru olabileceğini düşünecektir.

بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ

Bu ayetin , ulaşma imkanı bulduğumuz meallerdeki çevirilerini 2 gurupta toplayabiliriz.

1. guruptaki çeviriler

Abdulbaki Gölpınarlı :
Hayır, onların bilgileri, bu dünyâdayken, âhirete ulaşamaz; hayır, onlar, âhiret hakkında şüphe içindedir; hayır, onlar âhiret husûsunda kördür.

Bayraktar Bayraklı :
Açıkçası, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar âhiretten yana cahildirler.


Bekir Sadak :
Ahirete dair bilgileri yeterli midir? hayir; ondan suphe etmemektedirler. Hayir; ona karsi kordurler. *

Celal Yıldırım :
De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez ve onlar da ne zaman diriltilip kaldırılacaklarının bilincinde değillerdir. Hayır, onların Âhiret hakkındaki bilgisi kıt ve yetersizdir. Hayır, Âhiret hakkında (devamlı) şüphe içindedirler. Hayır, onlar Âhiret'ten yana (o hususta) kördürler.

Diyanet Vakfi :
Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

Edip Yüksel :
Doğrusu, onların ahiret hakkındaki bilgileri derme-çatmadır. Aslında ondan kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana tümüyle kördürler.

Fizilal-il Kuran :
Onların bilgileri ahirete erememiş, o alemin berisinde kalmıştır. Aslında onlar ahiret konusunda kuşku içindedirler. Hatta ondan yana kördürler.

Hasan Basri Çantay :
Hayır, onların bilgileri âhiret hakkında (ki bilgiye kadar uzanıb) erişememişdir. Hayır, onlar bundan şek (ve şübhe) içindedirler. Hayır, onlar bundan kördürler.

İbni Kesir :
Hayır, ahiret ile ilgili bilgileri de yetersizdir. Hayır, ondan şüphe etmektedirler. Hayır, ona karşı kördürler.

Muhammed Esed :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri gerçeğin berisinde kalmaktadır; zaten (çoğu zaman) onun gerçekliğinden yana şüphe içindedirler; hayır, ondan yana kördürler.

Ömer Öngüt :
Hayır! Onların ahiret hakkındaki bilgileri de yetersiz kalmıştır (bu hususta bilgi edinilecek seviyeye erişmemiştir). Hayır! Ondan şüphe etmektedirler. Hayır! Onlar ahiretten yana kördürler.

Yaşar Nuri Öztürk :
Hayır, onların bilgileri âhiret konusunda yetersiz kalmıştı. Daha doğrusu onlar ondan kuşku duymaktadırlar. Hayır, hayır! Onlar, onu göremeyecek kadar kördürler.

2. guruptaki çeviriler;

Ahmet Tekin :
Doğrusu âhiret ile, ebedî yurt ile ilgili bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Buna rağmen onlar, bu konuda hâlâ şüphe içindedirler. Aslında onlar, âhiretten yana kör kesilerek baktıkları için anlamıyorlar.

Ahmet Varol :
Hayır, onların ahiretle ilgili bilgileri ardarda gelip toplandı. Hayır onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır onlar buna karşı kördürler.

Ali Bulaç :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ali Fikri Yavuz :
Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (peygamberler vasıtasıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içerisindedirler, daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler (delillerini anlıyamazlar).

Diyanet İşleri :
Ahiret (gününün gerçekleşeceği) hakkında bilgi (peygamberler aracılığı ile) onlara peş peşe gelmiştir. Fakat onlar bu konuda şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ahiretten yana kördürler.

Elmalılı Hamdi Yazır :
Fakat Âhıret hakkında ılimleri tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler

Gültekin Onan :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi', hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ömer Nasuhi Bilmen :
Onların bilgileri, ahiret hakkında, yetişip nihâyet buldu! Fakat onlar ondan şekk içindedirler. Hayır, onlar, ondan kördürler.

Şaban Piriş :
Oysa onlara ahiret hakkında bilgi verilmiştir. Ama onlar, şüphe içindedirler ve belki de ona karşı kördürler.

Suat Yıldırım :
Fakat âhiretin varlığına dair bilgiler, kendilerine resulleri vasıtasıyla ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır, hayır onlar âhiretten yana kördürler.

Süleyman Ateş :
Doğrusu onların âhiret hakkındaki bilgileri, ardarda gelip bir araya toplandı. Fakat onlar (hâlâ) ondan bir kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana kördürler.

Ümit Şimşek :
Aslında âhirete dair bilgiler, peş peşe kendilerine ulaşmıştır. Fakat onlar bundan şüphe içindedirler. Hattâ bu konuda kördürler.

Erhan Aktaş
Aslında onlar ahiret hakkında yeterince bilgilendirildiler. Fakat hala şüphe içindeler. Doğrusu bundan yana kördürler

2 guruba ayırdığımız meallerin , 1. guruba dahil olanında , müşriklerin ahiret hakkındaki bilgilerinin YETERSİZ , 2. guruba dahil olan meallerin ise, YETERLİ olduğu şeklinde bir anlam çerçevesinde olduğunu görmekteyiz. Bu farklılıkları gören bir meal okuyucusu haklı olarak, "Bu çevirilerin hangisi doğru ?" sorusunun cevabını arayacaktır. 

Bu sorunun cevabından önce , neden böyle farklı bir çeviri yapıldığının üzerinde durmak istiyoruz. Farklı çeviriye sebep ,  ayet içindeki "İddereke" sözcüğüne farklı anlamlar yüklenmesidir

Edreke ; "Bir nesnenin en son noktasına varması" anlamındadır. 

Bugün bizim dilimizde de kullanılan ve " birbirine veya en sondakinin en öndekine yetişmesi , ulaşması , ard arda olması , ihtiyacın giderilmesi anlamındaki "Tedarik" kelimesi bu kökten türemiştir.

Kurtubi , Razi , Taberi gibi tefsirciler , bu ayetin 2 farklı şekilde yorumlanmasına sebep olarak kıraat farklılıkları olduğunu söylemektedirler. 

Ayetin iki farklı şekilde çeviri ve yorum yapılmasına sebebin , kıraat farkı ve gramatik okumadan kaynaklanmasına karşın , bu tür ikilimlerde ayetin siyak ve sibakına bakıldığında hangi çevirinin doğru olabileceği konusunda bilgi sahibi olmak kolaylaşacaktır.


Ayrıca "İddereke" kelimesinin başka ayet içindeki geçişi bizi bu konuda aydınlatabilir. 

[007.038] Buyurdu ki: Sizden önce geçmiş cinn ve insan topluluklarıyla girin ateşe. Her ümmet girdikçe; yoldaşına la'net eder. Nihayet hepsi birbiri ardından orada toplanınca (eddereku); sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbımız; işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara katmerli azab ver. Buyurur ki: Hepiniz Evet, dediler. Bunun üzerine aralarında bir münadi: Allah'ın la'neti; zalimlerin üzerinedir, diye seslendi.

İlgili ayetin bağlamı şu şekildedir. 

[027.059] De ki: «Hamdolsun Allah'a ve selam olsun O'nun seçtiği kullarına!' Allah mı daha hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı?
[027.060] (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.
[027.061] (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.
[027.062]  (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
[027.063] (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
[027.064] (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler.
[027.066] Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.
[027.067]  Kâfirler dediler ki; «Bizler ve atalarımız, toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?»
[027.068]  Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.
[027.069]  De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»

59. ayette Allah (c.c), kendisinin mi yoksa müşriklerin ortak koştuklarının mı daha hayırlı olduğunu sorduktan sonra sonra , 60-61-62-63-64. ayetlerde kendisinin hayırlı olduğunu deliller ile açıklamaktadır. 65. ayette ise gayb konusunda sadece Allah'ın bilgi sahibi olduğu , kulların ise bu konuda  özellikle yeniden dirilmenin zamanı konusunda bilgi sahibi olmadıkları , ancak yeniden diriliş haberlerinin elçiler aracılığı ile bildirilmiş olmasına rağmen (66) , müşriklerin bu konuda kuşku ve körlük içinde oldukları haber verilmektedir. 67 ve 68. ayetlerde ise, onların dilinden bu şüpheler bildirilerek , bu şüphelerin yanlışlığı , geçmiş kavimlerin sonları hatırlatılarak , ibret olması istenmektedir.

Sonuç olarak ; Neml s. 66. ayetinin elimizdeki meallerde iki farklı çevirisi yapılmakta olup , bu farklı çeviriden hangisinin daha doğru olabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştığımız yazımızda , 2. gurupta toplanan ve müşriklere ahiret hakkında bilgilerin yeterli derecede verilmiş olduğu yönünde yapılan çevirilerin , bağlam gözetilerek okunduğunda daha doğru çeviri ve yorumlar olduğunu söyleyebiliriz. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


17 Ağustos 2015 Pazartesi

Enam s. 108. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Türkiye de çevrilmiş Kur'an meallerine baktığımız zaman bazı ayetlerin birbiri ile çelişen bir şekilde meallendirildiğini müşahede etmekteyiz. Dikkatli bir okuyucu bir ayette yapılmış çevirinin , başka bir çeviri de farklı bir şekilde çevrilmiş olduğunu gördüğünde, hangisini tercih etmesi gerektiği konusunda tereddüt içinde kalmaktadır. 

Enam suresi 108. ayetini farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu bu ayetin iki farklı şekilde çevrilmiş olduğunu görecektir. 

 Ve lâ tesubbûllezîne yed’ûne min dûnillâhi fe yesubbûllâhe adven bi gayri ilm(ilmin), kezâlike zeyyennâ li kulli ummetin amelehum summe ilâ rabbihim merciuhum fe yunebbiuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Örnek 1 - Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir.

Örnek 2-  Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

Enam suresi 108. ayetinin  , altını çizdiğimiz 1- yalvardıklarına , 2- yalvaranlara şeklinde iki farklı şekilde çevrildiğini görmekteyiz. 1. örnekte , sövülmemesi istenen şey , Allah (c.c) nin dışında dua edilen putlar iken , 2. örnekte , Allah (c.c) den başkasına dua eden kişiler olmaktadır. 

İki farklı anlamdan hangisinin doğru olabileceği, ilgili ayetin arapça metnine baktığmızda anlaşılacaktır. 

 ve lâ tesubbû:  ve sövmeyin
 ellezîne:  onlara
 yed'ûne:  tapıyorlar, dua ediyorlar
 min dûni allâhi:   Allah'tan başka
fe yesubbû allâhe:  o taktirde, aksi halde onlar Allah'a söverler
 adven:  düşmanlıkla haddi aşıp
 bi gayri ilm:  bir ilmi olmadan
 kezâlike:   işte böyle
 zeyyennâ:  süsledik
 li kulli ummetin:  her ümmete
 amele-hum:  onların amellerini
 summe:   sonra
 ilâ rabbi-him:  Rab'lerine
 merciu-hum:   onların dönüşleri
 fe yunebbiu-hum:   o zaman onlara haber verecek
 bi-mâ:   o şey(ler)i
 kânû:  oldular
 ya'melûne:  yapıyorlar

Ayetin kelime kelime yapılmış çevirisine göre , 2. örnekte ki " Allah'tan başkasına yalvaranlara sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir." şeklinde yapılan çevirilerin daha doğru olduğu görülmektedir.  

"Bu kadar fark'ın ne gibi bir zararı olabilir ?" denilirse şunları söyleyebiliriz ; 1. ve yanlış olduğunu düşündüğümüz çeviride, sövülmemesi istenen Allah (c.c) nin dışında yalvarılan put ve benzerlerinin bu sefer konuşarak Allaha sövmeleri gibi bir durum meydana gelmektedir. Halbuki bir çok ayette müşriklerin Allahın dışında yalvardıklarının , konuşma gibi bir yetenekleri olmadığı vurgusu yapılmaktadır.

2. ve doğru olduğumuz çeviride , sövülmemesi istenenler Allahın dışındakilere yalvaran müşrikler olup , bunların konuşma yetenekleri insan oldukları için bulunmaktadır. 

Ayet ile ilgili olarak Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirine baktığımızda , karşılaştığımız ilginç vir durumu paylaşmak istiyoruz. Merhum'un orjinal tefsirinde ilgili ayetin çevirisi yanlış olduğunu düşündüğümüz 1. örnekteki şekli doğrultusunda şöyle yapılmıştır; 

"Maamafih onların Allahdan başka taptıklarına sebb de etmeyin ki , cehaletle tecavüz ederek Allah sebbetmesinler. Her ümmete amellerini böyle tezyin etmişizdir , sonra ise hep dönüp Allah varacaklar , o vakit kendilerine temamen haber verecek ne yapıyorlardı "

Merhum ilgili ayeti böyle çevirmesine karşın , bu ayetin tefsirini doğru bir şekilde yaparak yaptığı çeviri ile tefsiri arasında bir çelişki oluşmasına sebep olmuştur.Merhum Elmalılı Hamdi Yazır , mealinde şaştığı ayetin , tefsirinde doğru söyleyerek şunları yazmaktadır;

"Ey mü'minler , Allahtan başkasına yalvaranlara, tapanlara sebbedib de cahillikle atılarak Allaha sebbetmelerine sebeb olmayın yani onlara , taptıkları kendilerince hurmet ettikleri şeyleri karıştırarak mesela , «kahrolsun taptığınız veya "dini şöyle böyle" gibi bir sebb-ü şetmile hıtab ederek söverseniz , vicdanlarına , hissiyatlarına basmış olursunuz. Onlar da hiddetlenerek cehaletlerinden dolayı mukabele bilmisil yaptıkları zu'münde bulunarak "bizde sizinkine" diye sizin söylediklerinizi iade eder , ve bunun ona mümasil olmadığını bilmezler ve bu suretle hakkı tecavüz ederek Allaha sebbetmiş olurlar."

Sonuç olarak ; Meallerde karşımıza çıkan aynı ayetin farklı çevirileri sorunu , Enam s. 108. ayetinde de karşımıza çıkmaktadır. Meal yapıcılarının bir kısmında arız olan durum şu dur ki ; yaptıkları hatalı bir çevirinin nasıl bir duruma yol açacağını düşünmeden birbirinin kopyası şeklinde bir çeviri yapmaya çalışmalarıdır. Enam s 108. ayetinde yapılan hatalı çeviri , Allah tan başka tapılanların konuşması gibi bir durum oluşturmaktadır ki , müşriklerin taptıkları putları eleştiren ayetlere baktığımızda onların konuşamadıkları özellikle vurgulanmasına rağmen yapılan hatalı çeviri sonucu maalesef putların konuşması gibi bir durum oluşmuştur. Bu ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz çevirisi "Allah tan başkasına tapanlara sövmeyin" şeklinde olmasının daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


15 Nisan 2014 Salı

Saffat s. 24. Ayeti'nin Mealleri İle İlgili Bir Çalışma

Saffat s. 19. ayetinden itibaren başlayan kıyamet ve sonrası ile ilgili anlatımların 24. ayetinde şöyle buyurulmaktadır. 

"Vakıfûhum innehum mes’ûlûn(mes’ûlûne)".  

Bu ayetin mealleri ise genelde, " Durdurun onları; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir" şeklinde yapılmaktadır. 

Saffat s. 24. ayet öncesinde olan 22 ve 23. ayete baktığımızda ise mealen şöyle buyurulmaktadır. 

 Zulmetmiş olanları ve onların eşlerini toplayın. Onların taptıklarını da;«Allah'tan başka (taptıklarını) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»

Saffat s. 22 ve 23. ayetlere baktığımız zaman, zalimlerin cehennem yoluna sevk edildikleri görülmektedir yani hesapları görülmüş ve haklarında hüküm verilmiştir. 24. ayete gelince yapılan meallerin " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde olduğu görülmektedir.  

Şimdi dikkatli bir Kur'an okuyucusu haklı olarak , " Saffat s. 22. ve 23. ayetlerde haklarında hüküm verilmiş olanlara neden " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." denilmektedir , halbuki onların hükmü verilmemişmiydiki böyle deniliyor? ,sorguya çekilmeden cehennem hükmü nasıl verilmiş?" diyecektir.

Bu sorunun cevabını , "Saffat s.24. ayet'in o şekilde yapılan mealleri yanlıştır" şeklinde verebiliriz, bu seferde yine haklı olarak , " bu ayetin doğru meali hangisidir?" sorusu ile karşılaşılacaktır. 

"Vakafe" kelimesi "durmak" anlamında bir kelime olup , "birşeyi vakfetmek demek" , o şeyin süresiz olarak kullanıma açık olması, "tevkif etmek" demek hakkında hüküm kesinleşmiş olan birisini o hükmün gerçekleşmesi için durdurmak demektir. 

Saffat s. 24. ayetteki "vakıfuhum" kelimesinin , haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar için kullanılan anlama uygun olarak tevkif edilmeleri yani "haklarındaki hükmün gerçekleşeceği ebedi hapishanede tutmak" şeklinde anlaşılması gerekmektedir.  

Saffat s. 24. ayetteki çevirinin problemli olduğu ikinci kelime "mes'ulune" kelimesidir. Bu kelimenin genellikle " sorguya çekilecekler" şeklinde çevrilmiş olduğu görülmektedir. 

Kur'anda 4 ayette geçen "mes'ul" kelimesinin anlamı bize bu kelime hakkında doğru bilgiyi verecektir.  

[017.034]  Yetimin malına da yaklaşmayın. Ancak rüşdüne erişinceye kadar en güzel şekilde yaklaşma başka; verdiğiniz sözü yerine getirin; çünkü verilen sözde muhakkak bir sorumluluk(mes'ulen) vardır.
[017.036]  Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur (mes'ulen).
 25.16 Onlar için orada, diledikleri herşey sürekli vardır. Bu, Rabbin üzerinde sorumluluğu(mes'ulen) üstlenilen bir vaattir.
[033.015]  Halbuki bundan evvel Allaha ahid vermişlerdi: arkalarını dönmiyeceklerdi, Allahın ahdi ise mes'uliyyetlidir(mes'ulen)
 

Yukarıdaki ayetlerde , Saffat s. 24. ayetindeki "mes'ulune" kelimesinin ,"mes'ulen" kelimesinin anlamına uygun olarak çevrilmediğini görmekteyiz. Bu kelimenin, "yaptığı bir işten veya verdiği bir sözden ötürü sorumluluk altına girmek" şeklinde bir anlama uygun olarak çevrilmesinin daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; Saffat s. 24. ayetinin, " Durdurun onları, çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." şeklinde meallendirilmesinin, haklı olarak bazı soruları beraberinde getireceği için isabetli bir çeviri olmadığını düşünmekteyiz.

Bu ayetin , "VE ONLARI HAPSEDİN  MUHAKKAK ONLAR SORUMLUDURLAR!" şeklinde yapılan meallendirmelerin daha isabetli olacağını düşünmekteyiz. Çünkü bu şekilde yapılan meallerin 22. ve 23. ayetlerin siyak ve sibakına daha uygun olarak çevrildiğini, haklarında cehennem hükmü verilmiş olanların, artık haklarındaki hükmün ebedi olarak uygulanması için TEVKİF edilerek cehennem yoluna sevkedilmeleri emredilmekte olup, buna sebeb olarak onların SORUMLU oldukları yani cehenneme atılmalarının bir gerekçesi olduğu beyan edilmektedir.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Haziran 2013 Cuma

Meryem s. 24. Ayetinin Bazı Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Meryem s. 16-34. ayetler arasında anlatılan İsa as ın doğumu ile ilgili olarak 24. ayette şu şekilde buyurulmuştur. 

" Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
"Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi"   

Birçok Kur'an mealinde yukarıdaki meal benzerinin yapılmış olmasına rağmen bir kaç tane mealde farklı çeviriler olduğuna şahid olduğumuz ve bu meallere katılmadığımız için bu meallerdeki hata olduğunu düşündüğümüz noktalara bu yazımızda değinmek istiyoruz. Önce hatalı olduğunu düşündüğümüz mealleri görelim.    

Diyanet işleri meali
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır.

Ahmet Tekin
İçinden bir ses Meryem’e:
'Sakın bir çocuk doğuracağım diye üzülme, Rabbin rahmindekini en itibarlı bir şahsiyet olarak görevlendirecek, alt tarafından da bir su kanalı, bir çay akıtacak.' diye seslendi.

Bekir Sadak
(24-25) Onun altindan bir ses kendisine soyle seslendi: «Sakin uzulme, Rabbin icinde bulunani serefli kilmistir. Hurma agacini kendine dogru silkele, ustune taze hurma dokulsun.

Mustafa İslamoğlu
bunun ardından o (hurma ağacının )alt tarafından ona hitaben bir ses geldi sakın üzülme işte rabbin senin (rahminde ) olanı şerefli kılmıştır.  

Mustafa Öztürk
Bu sırasa ona birisi (isa)alt tarafından şöyle seslendi: (anacığım) üzülme artık,rabbin dünyaya getirdiğin çocuğu değerli /şerefli kıldı.Şimdi sen hurma dalını kendine  doğru çekip silkele de sana taze hurmalar dökülsün.   

Örneklerini verdiğimiz farklı mealler ayetin metnindeki "seriyyen" kelimesinin anlamı üzerindeki tercihten kaynaklanmaktadır. 

"Se-re-ye" kelimesi sözlükte ,gece yola çıkmak,yürümek anlamındadır. "Seriyyen" kelimesi ise, gece akıp giden nehir veya yüksek bir paye,asalet,saygınlık, onur ve cömertliğe sahip olan adam anlamındadır (el müfredat).  "Seriyyen" kelimesine hangi anlamın verilebileceği kelimenin diğer kelimeler veya diğer ayetler ile bağlantısından anlamak mümkündür.  

"Tahte" kelimesi anlam olarak "alt" demek olduğuna göre "tahteki" kelimesi "senin altında" anlamına gelir. "Tahteki seriyyen" (senin altından nehir) veya (senin altındakini şerefli kıldık) bu iki anlamdan birisi kur'an bütünlüğüne uygun diğeri değildir. Arapça bilmenin sadece Kur'an meali yapmaya yeterli olmadığı arapça bilmekten önce meal yapma durumunda olan kişinin kur'an bütünlüğüne vakıf olması gerektiğini bu konular ile ilgili yazılarımızda vurgulamıştık ve yine vurguluyoruz. 

İslamoğlu hoca veya Ahmet Tekin hocanın bu şekilde meal vermelerini eleştirmemizi bazılarına garip gelebilir "sen kimsin ki onları eleştirebiliyorsun?" gibi ama biz şahısların karizmasına değil onların yazdıklarına bakıp doğru veya yanlış yapıp yapmadıklarına bakmak zorundayız.   

Meryem'in çocuğunu doğurması anında bu olayın vaki olduğu açıktır, sayın Öztürk hoca konuşanın parantez içinde isa olduğunu söylemekte ama buna katılmadığımızı ifade edelim . Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde "tahtike" kelimesi "içinde" veya "rahminde" şeklinde çevrilmiş olup "tahte" kelimesinin  "alt" anlamı ile uyuşmamaktadır. Şimdi anne karnında olan bir çocuğa "annesinin altında" demek ne kadar doğrudur?. Annesinin altında olan İsa as değil "seriyyen" kelimesinin daha uygun anlamı olan" su arkı " anlamı daha doğrudur.

Al-i imran s. 35. ayetine baktığımız zaman Meryemin doğum öncesi annesinin onu adaması ile ilgili olarak söylediği sözler Meryem s. 24. ayetine verilen sıra dışı anlamın doğru olup olmadığı yönünde bizlere bilgi verebilir. 

  "İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu)."

 (Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.) 

Ayette dikkat edecek olursak İmranın karısı" karnımda olanı"  (bi batni) kelimesi ile ifade etmektedir. "Tahteki" kelimesine," karnında" anlamı verilmesi kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında uygun düşmediği görülmektedir. Eğer ayette "karnındakini şerefli kıldık" anlamının verilmesi doğru  olsaydı "tahteki"kelimesi yerine "batnıke" (senin karnındaki) kelimesi kullanılması gerekirdi.   

Tahte kelimesinin anlamını değiştirerek "alt" anlamı yerine "içinde" anlamı verilmesinin doğru bir çeviri olmadığını düşünüyoruz. Sayın Mustafa Öztürk hocanın konuşanın İsa as olduğunu parantez içi belirtmesi ve sanki çocuk dünyaya geldiği zaman konuşması gibi bir çeviri yapması gariptir. Daha doğum anı gerçekleşmeden olan bu olayın doğum sonrasını ve İsa as ın konuştuğunu belirtmesi İsa as ın annesi tarafından kavmine getirildiği zaman konuştuğuna dair olan bilgimiz ile  uyuşmamaktadır. Belki "o zamanda konuştu " diye bir itiraz gelebilir ama ayetin metin çevirisi bunu kabul etmemekte olup Öztürk hocanın "yorum meal" tarzı çeviri metodunun pek sağlıklı olmadığını maalesef göstermektedir.   

26. ayette " Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de.»"" buyurulması "tahteki seriyyen" kelimesinin su arkı olduğu düşüncesini dahada kuvvetlendirmektedir, çünkü içilecek bir şeyin orada bulunması ve ondan iç denilmesi "seriyyen" kelimesinin su arkı anlamı şeklinde çevrilmesini gerekli kıldığını düşünmekteyiz.    

Ayrıca , Mü'minun s. 50. ayetinde "Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." buyurulması Meryem s. 24. ayetindeki "seriyyen" kelimesinin "akarsu" anlamını pekiştirmektedir. 

Eğer , bu ayetin çevirisi yapılırken , konu bütünlüğü dikkate alınarak , Mü'minun s. 50. ayeti dikkate alınsaydı hatalı bir meale imza atılmamış olurdu.

Sonuç olarak, Meryem s. 24. ayetinin  diyanet işleri ,Mustafa İslamoğlu,Ahmet Tekin,Bekir Sadak ve Mustafa Öztürk hocalar tarafından yapılan çevirileri  hem Arapça metin karşılıkları hemde kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında doğru bir çeviri olarak görülmemektedir. Doğru olan bir çok çevirideki "Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, Rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklindeki çeviridir. 

Doğru şekilde çeviri yapmadıklarını düşündüğümüz sayın hocalara saygımız olmakla beraber her ne kadar arapça önemli ise kur'an bütünlüğüne vakıf olmakta Arapçaya vakıf olmaktan daha fazla gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

24 Nisan 2012 Salı

Mümtahine s. 13. Ayetinin Farklı Mealleri ve Elmalılı Mealinin Katli

Son yıllarda kur'ana olan yönelişlerin sevinç verici olan olumlu yanları ile birlikte, piyasada görülen kur'an çevirileri maalesef bu sevince gölge düşürecek mahiyettedir. Kur'an çevirisi yapmanın ilk şartı arap dilini bilmek olduğu kadar çeviri yapan kişinin kur'an bütünlüğüne olan hakimiyeti bu çeviriyi yaparken belkide arapça bilgisinden dahada önemlidir. Pazara mal yetiştirmek gayesi içinde ve sadece ticari kaygılar hesab edilerek yapılan kur'an çevirilerinin bazısı hem türkçeyi güzel kullanma yönünden yetersiz hemde arapçadan çeviri yönünden bazı yanlışların yapılmasına sebebiyet vermiştir.Masa üzerine daha önceden yapılmış olan mealleri koyarak her mealden bir tutam alarak yapılan kur'an çevirileri o mealdeki aynı hatayı tekrarlamaktan başka bir işe yaramamaktadır. Bu düşüncemiz bütün mealler için geçerli olmamasına rağmen önemli bir kısım meallerin bu metodla yapıldığı maalesef ortadadır. Bu konu ile ilgili olarak daha önceden enbiya s. 95. ayetinin elmalılı tefsirindeki orjinali o tefsiri sadeleştirme adına yola çıkanların o ayetini mealinin elmalılıın orjinal tefsiri doğrultusunda değil başka meallerden alınan diğer mealle nasıl değiştirdiklerini görmüştük.  


Aynı hata maalesef bu seferde mümtahine s. 13. ayetinde yapılarak, merhum elmalılı hamdi yazır'ın orjinal tefsirinde bu ayet ile ilgili yaptığı meal onun mealini sadeleştrime adına yola çıkanlar tarafından başka bir mealden alıntı yapılarak onun meali olarak sunulmuştur. Önce bu ayet ile ilgili diğer meallerden örnekler verip sonra bu ayet ile ilgili elmalılı tefsirindeki orjinal metni ,sonrada sadeleştirenlerin onun adına vermiş olduğu meali vereceğiz.


 -----Ey iman edenler, Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinmeyin; ki onlar, kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi ahiretten umut kesmişlerdir. (ALİ BULAÇ MEALİ)
-----Ey imân edenler! Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir milleti, bir topluluğu dost ve arkadaş edinmeyin ; kâfirler kabirlerdeki kimselerden nasıl umutlarını kesmişlerse, onlar da Âhiret'ten öylece umutlarını kesmişlerdir. (CELAL YILDIRIM MEALİ)
-----Ey inananlar! Allah'ın gazabına uğramış milleti dost edinmeyin; inkarcıların kabirde bulunan kimselerden umutlarını kestikleri gibi, onlar da, ahiretten umutlarını kesmişlerdir. (DİYANET MEALİ)
------Ey iman edenler, Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir toplumu dost edinmeyin. Onlar, kabirdeki kafirlerden ümitlerini kestikleri gibi, ahiretten ümitlerini kesmişlerdir. (ŞABAN PİRİŞ MEALİ)
-----Ey inananlar, ALLAH'ın kendilerine kızgın olduğu bir topluluğu dost edinmeyin. İnkarcılar, mezardakilerden nasıl umut kesmişlerse onlar da ahiretten öylesine umut kesmişlerdir.(EDİP YÜKSEL MEALİ)

Bu meallerdeki ortak yön  " kafirlerin mezar halkından ümit kesmeleri" şeklinde yapılmasıdır, ancak aynı ayetin farklı bir mealide şu şekildedir .


----- Ey îman edenler, üzerlerine Allahın gazab etdiği o kavm ile dost olmayın ki mezarların yaranından olan kâfirler nasıl ümidlerini kesdilerse onlar da öylece âhiretden ümidlerini kesmişlerdir.(H. B. ÇANTAY MEALİ)
-----Ey iman edenler! Öyle bir kavmi dost edinmeyin ki, Allah onlara gazab etmiş, ahiretten ümidi kesmişler ve mezarlıklarda yatan kâfirlerin ümidsiz halleri gibi, ümidsizliğe düşmüşlerdir, (Allah’ın rahmetinden ümidlerini kesmişlerdir). (A.F YAVUZ MEALİ)
-----Ey o bütün iyman edenler! Öyle bir kavmı dost tanımayın ki Allah kendilerine gazabetmiş, Âhıretten ümidi kesmişler, eshabı kuburdan olan kâfirlerin me'yusiyyetleri gibi ye'se düşmüşlerdir.(ELMALILI ORJİNAL)

Bu meallerdeki ortak taraf ise "ölmüş olan kafirlerin Allah cc nin rahmetinden ümit kesmiş olmalarıdır. 


Mümtahine s. 13. ayetinin iki farklı meali böyle yapılmasına rağmen ilk olarak örneklerini vermiş olduğumuz, " kafirlerin mezar halkından ümit kesmeleri" şeklindeki meallerin doğru bir şekilde yapılmadığı kanaatindeyiz.

Ayetin kelime kelime mealine bakarsak doğru meal kolayca anlaşılacaktır. 
 "yâ eyyuhâ (ey) ellezîne âmenû (iman edenler) lâ tetevellev(dost edinmeyin , dönmeyin) kavmen (kavim)
gadıbe allâhu aleyhim (Allahın onlara gazaplandığı) kad yeisû min el âhireti (ahiretten ümidini kesenler) kemâ yeise (ümid kestiği gibi) el kuffâru min ashâbi el kubûri (kabir ashabından olan kafirler )

Bu ayetin yukarıda vermiş olduğumuz h.b. çantay- a.f. yavuz- elmalılı nın yaptığı gibi yapılan mealler ayetin metnin daha uygun düşmektedir. Ayet mealen, iman edenlere seslenmekte ve kafir olarak ölerek Allah cc nin rahmetinden ümidini kesmiş olan kafirler gibi olan dünyadaki kafirleri dost edinmememizi emretmektedir .  


Bu ayetin mealini doğru bir şekilde veren elmalılı hamdi yazır tefsirini sadeleştrimek adına yola çıkanlardan bir kısmının yaptıkları sedeleştirme orjinal ile aynı değildir. Elmalılı tefsiri dil yönünden anlaşılması zor olması nedeniyle böyle bir yola başvurulmuş ancak bu yola çıkanların bırakın kur'anı anlamak elmalılının dilini bile anlamakta zorlandıkları görülmektedir. Bu şekilde yapılan bir sadeleştirmenin adı ancak tahrif olabilir ve hem ilmi açıdan hemde etik açısından affedilmezdir.  
İnternet ortamında elmalılı sadeleştrime adında 2 adet meal vardır ve bu meallerden bir tanesi orjinale sadık kalmış diğeri maalesef kalmamıştır.
[060.013] [E0] Ey o bütün iyman edenler! Öyle bir kavmı dost tanımayın ki Allah kendilerine gazabetmiş, Âhıretten ümidi kesmişler, eshabı kuburdan olan kâfirlerin me'yusiyyetleri gibi ye'se düşmüşlerdir.
[060.013] [E1] Ey iman edenler, Allah'ın kendilerine gazap etmiş olduğu ve kabirlerdeki kafirlerin ümidini kestiği gibi ahiretten ümidini kesmiş olan bir topluluğu dost tanımayın!
[060.013] [E2] Ey inananlar, Allah'ın gazab ettiği kimselerle dostluk etmeyin. Kâfirler, mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse, onlar da ahiretten öyle ümidi kesmişlerdi.

Yukarda mümtahine s. 13 . ayetinin elmalılı orjinal ve 2 tane sadeleştirilmiş mealini verdik, dikkat edecek olursak orjinal metin " kabirlerdeki kafirlerin ümidini kesmeleri" şeklindedir.( E1) deki meal orjinal metne sadık kalarak sadeleştirlmesine rağmen, (E2) deki meal, " kafirlerin mezarlık halkından ümit kesmeleri " olarak orjinale sadık aklınmadan yapılmıştır. 


Yukarda görmüş olduğumuz mümtahine suresi 13. ayeti ile ilgili olarak yapılan farklı meallerden anlaşılacağı üzere kur'an meali yapmak tabiri caizse her babayiğid'in harcı değildir, bu işe soyunacak olanların arapça bilgisinden daha fazla kur'an bütünlüğüne hakim olmaları gerekmektedir hele hele türkçe yazılmış bir tefsiri yine türkçeye çevirmek adına yola çıkacak olanların öncelikle türkçeye hakim olmaları ve orjinal metne sadık kalmaları gerekmektedir bu hem ilmi hemde etik açısından gerekli bir durumdur çünkü kur'an herahngi bir kitap değil Allah cc nin kitabıdır.  
                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.




19 Ekim 2011 Çarşamba

Enbiya s. 95. Ayetinin Farklı Mealleri ve Elmalılı Mealinin Katli

Türkiyede yapılan meallerin bazılarında dikkatimizi çeken fazla hata kur'an bütünlüğüne riayet edilmeden yapılan ayet mealleridir. Kur'anı türkçe meallendirmek için sadece arpaça bilmenin yeterli olmadığı , arapça bilgisinden daha gerekli olan meal yapan kişinin kur'an bütünlüğüne olan hakimiyetidir. Bu hakimiyet noksan olunca bazı hataların yapılması kaçınılmazdır. Yazımızda konu edeceğimiz enbiya s. 95. ayetinin farklı mealleride kur'an bütünlüğüne hakimiyet eksikliğinden kaynaklanan bir durumdan ötürü farklı olarak meallendirlmiştir. Gördüğümüz mealler içinde kur'an bütünlüğüne uygun olan meali merhum elmalılı kendisinin "hak dini kur'an dili" adlı eserinin orjinalinde vermiş ancak bu mealide onun bu eserini sadeleştirenler maalesef katletmişlerdir. Önce ayet ile farklı mealleri verip elmalılının bu ayet hakkındaki orjinal tefsirinden ilgili ayetin tefsirini verip sadeleştirilen meal ile aradaki farkı görelim. 


1- Bizim helak ettiğimiz bir şehre artık (dünya) hayatı artık haramdır. Şüphesiz onlar bir daha dünyaya dönemezler.
 2-Yok ettiğimiz kasaba halkının ahirete ceza görmek üzere bize dönmemesi imkansızdır.
3-İhlak ettiğimiz karyeye dahi haramdırki rucu etmiyecek olsunlar. (elmalılının orjinal meali) 


Yapılan meallerin hepsi 1. ve 2. şıktaki mealler doğrultusundadır. 1. şıktaki meale göre, helak edilen bir şehrin dünyaya dönmesi imkansızdır.2. şıktaki meale göre ise helak edilen bir şehir halkı mutlaka ahirette ceza görecektir. Bunların neresi yanlış diye bir soru akla gelebilir. evet helak bir şehir halkı  bir daha dünyaya geri dönemez, yine helak edilen bir şehir halkı ahirette mutlaka hesaba çekilecektir. Ancak enbiya s. 95. ayeti bize acaba bunlardanmı bahsediyor?.  


Bu ayetin nasıl bir konudan bahsettiğini anlamak için yine siyak ve sibaka ayrıca sure bütünlüğüne bakmak gerekmektedir. Surenin 96. ve 97. ayet meallerine bakarak nasıl bir meseleden bahsettiği konusunda fikir sahibi olmak mümkündür. 

[021.096] [E0]- Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc açılıb da her tepeden saldırdıkları.
[021.097] [E0] ve hak va'd yaklaştığı vakıt, o zaman işte o küfredenlerin derhal gözleri belerecek «eyvah bizlere biz bundan gaflet ettik, hayır kendimize zulmetmiş olduk» diyecekler.

97. ayete baktığımız zaman kıyamet zamanı kafirlerin yaptıklarından bir pişmanlık duydukları ve zalimliklerini kendi ağızları ile itiraf etmeleri dile getirilmektedir. Bu pişmanlık aynı surenin 6. ve 15 ayetleri arasına baktığımız o ayetlerde helak edilen şehir halklarının bu helaklerine küfürlerinin sebeb olduğu ve helak anında ise 14. ayette " yazıklar bize dediler. Gerçekten biz zalimlermişiz" şeklinde pişmanlıkları dile getirilmektedir. Kafirlerin helak anındaki pişmanlıkları diğer ayetlerdede dile getirilmektedir.  


-021.046-Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa: «Vah bize! Doğrusu biz haksızdık» derler.
-007.005- Zorlu azabımız onlara geliverince yakarabildikleri: «Biz gerçekten zulme sapanlardandık» demelerinden başka olmadı.
-010.090-91- İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O'na teslim olanlardanım» dedi.O'na: «Şimdi mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin» dendi.
-040.084-85 Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama, Bizim şiddetli azabımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah'ın kulları hakkında, öteden beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar.

Ayetlerde kafirlerin helak olma anındaki pişmanlıkları dile getirilmiştir , mümin (40) 85. ayetindeki " bu Allahın kulları hakkında öteden beri yüyülükte olan yasasıdır" cümlesinden anlaşılmaktadırki , helak anında kafirlerin pişmanlık göstermeleri ve bu pişmanlığın fayda etmediği Allahın sünnetidir

Enbiya s. 95. ayetini de bu çerçeve içinde anlamak gerekmektedir  devam eden 96. 97. ayetler ile birlikte anlaşılması gerektiği için bu ayeti , kafir olupta helaki hakeden bir şehir halkının o helak anında pişman olup imana dönmemelerinin imkansız olduğu , o kafirlerin mutlaka pişman olup imana döneceklerini,  siyak ve sibak, sure ve kuran bütünlüğü içindeki bağlantısının kurularak anlaşılmaya çalışıldığı takdirde elmalılının verdiği meal üzerinden anlamak daha doğru olduğu kananatindeyiz. Ancak merhumun bu mealini onu sadeleştirme adına yola çıkanlar anlayamamıştır. Şimdi elmalılı merhumun tefsirindeki bu ayet ile ilgili kısmı ve sadeleştirlmiş hali arasındaki farkı görelim.  


ELMALILI TEFSİRİNDE ENBİYA S. 95 AYETİ VE SADELEŞTİRİLMİŞİNDEKİ HATA

Merhum elmalılı hamdi yazır "hak dini kur'an dili" adlı tefsirinde enbiya s. 95. ayetini "İhlak ettiğimiz karyeye haramdırki rucu etmeyecek olsunlar" şeklinde meallendirerek şunları yazar ( orjinal metninden alıntıdır): 

" Yani surenin başlarında geçtiği üzere helake mahkum ettiğimiz memleket ahalisinede dönün bakalım denildiği zaman inkarlarından dönecekler dönmemeleri mümkün değildir." Eyvah,bizler zalim idik " diyerek feryad ede ede biçilip söneceklerdir." 

Orjinal metne sadık kalarak yapılacak bir sadeleştirme şu şekilde olmalıdır. " helak anı geldiği  zaman o helakı haketmiş olan o kavim mutlaka imana dönecektir. imana dönmemesi imkansızdır " 

Gördüğümüz mealler içinde tek doğru meal olarak verebileceğimiz merhumun meali ancak onu "sadeleştirme" adına yola çıkanlar tarafından anlaşılamamış ve iki ayrı sadeleşmiş elmalılı meali şu şekildedir. 

[021.095] [E1] Helak ettiğimiz bir belde (halkı) nın Bize dönmemesi imkansızdır.
[021.095] [E2] Yok ettiğimiz bir memleket (ahalisinin ahiretteki cezasını da çekmek üzere) bize dönmemesi gerçekten imkansızdır.

Merhumun sadeleştrilmiş tefsirinde bu ayet ile ilgili yazılanlar şunlardır. "95- Yok ettiğimiz bir memleket halkının da bize dönmemesi gerçekten imkansızdır. Yani sûrenin baş taraflarında geçtiği üzere, yok olmaya mahkum ettiğimiz bir memleket halkına da "dönün bakalım" denildiği zaman, inkârlarından dönecekler, dönmemeleri mümkün değildir. "Eyvah bizler zalim idik!..." diye itiraf ederek feryat ede ede biçilip söneceklerdir.
Merhumun tefsirini bu şekilde sadeleştirenler, tefsirin sadeleştirilmesindeki ibare ile meal arasında bir bağlantı kurmayarak ayetin meali ile tefsirindeki bağı koparmışlardır. Böylece enbiya s. 95. ayetini sadece, elmalılı merhum sure bütünlüğünde anlamış ve o şekilde bir meal vermiş olmasına rağmen onu sadeleştirenler bunu anlamayarak başka meallerden aldıkları herhangi bir meali elmalılı mealine koymuşlardır. 


Sonuç olarak , enbiya s. 95 ayeti ile ilgili yapaılan meallere baktığımız zaman ağırlıklı olarak 2 farklı meal gözümüze çarpmakta, ancak bu 2 mealden hiçbiri sure bütünlüğü ile bir uygunluk arzetmemektedir.Mrehum elmalılı hamdi yazırın "hak dini kur'an dili" adlı eserinde bu ayete doğru meal verilmesine rağmen bu eserin sadeleştirilmişinde yapılan tefsir ile mealin birlikteliği koparılarak yanlış bir sadeleştirme yapılmıştır. Sadeleştirmeyi yapanların bırakın kur'an bilgisini elmalılının yazdıklarını anlayacak kapasiteden yoksun oldukları aşikardır. Umariz bu yanlış düzeltilir ilmi ahlaka uygun olan bir şekilde eserin orjinalinden kopuk olmayan bir sadeleştirme yapılır. 

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH  CC BİLİR.