mesaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mesaj etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2018 Perşembe

Süleyman (a.s) ın Hüdhüd İle Yaptığı Konuşma Nasıl Bir Mesaj İçeriyor?

Kur'an'ın, muhatabına vermek istediği mesajı iletme yollarından birisi de, kıssa yollu anlatım yöntemidir. Kur'an içinde geçen çeşitli kıssalar içinde anlatılan olaylar, muhatabına bazı mesajlar vermeyi amaçlamaktadır. Okuyucu, şayet bu olay ile nasıl bir mesaj verildiğini öğrenmeyi amaçlamak yerine, kıssa içinde geçen bazı aktör veya objelere takılı kalacak olursa, verilmek istenilen mesaj anlaşılamayacak, kıssa buharlaşacaktır. Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen Hüdhüd ile olan konuşma ile ilgili yapılan bazı yorumları bu söylediklerimize örnek olarak göstermek mümkündür.

Bu konuda yapılan bazı yorumlara bakıldığında, Hüdhüd'ün kuş değil, bir insan olduğu şeklinde olup, onun insan olduğu şeklinde varılan bir sonuçla, kıssadan hasıl olması gereken payın çıkarıldığı zannı bazı kimselerde hakim olmaktadır. Halbuki böyle bir haberin bir insan tarafından da getirilebileceğini, ama bu haberi bir kuşun getirdiğinden neden bahsedilme ihtiyacı duyulduğu üzerinde bir tefekkür çalışması yapılabilseydi, kıssa daha doğru anlaşılmış olabilirdi.

Neml suresindeki Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen Hüdhüd ile yapılan konuşma, verilmek istenilen mesaja değil, Hüdhüd'ün kimliği, yani kuş mu yoksa bir insan mı olduğu noktasında yoğunlaşmış olmasından ötürü kanaatimizce bu olay üzerinden verilmek istenilen mesaj  anlaşılamamıştır.

Bazı yazılarımızda özellikle vurgulamaya çalıştığımız, Kur'an'ın ilk muhataplarına olan mesajının anlaşılması, bizim bu kitabı daha kolay anlamamızı sağlayacağına dair olan hatırlatmayı tekrar yaparak, Süleyman (a.s) ile Hüdhüd arasında geçen konuşmanın, önce ilk muhataplara olan mesajı, sonra ise bizlere ne gibi mesajları olabileceğine dair düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

Bilindiği üzere Kur'an, yaklaşık 1500 sene önce Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan bir topluma inmiştir. Bu kitabın ayetlerinin büyük çoğunluğu ise, bu iki şehirde yaşayan inanan ve inanmayan insanların bazı söz ve eylemleri üzerine inmiştir. Yani Kur'an ayetlerinin büyük çoğunluğunun inişinde arka plan sebebi bulunmaktadır. Süleyman (a.s) kıssasında geçen Hüdhüd ile olan konuşmasını konu alan ayetleri, bu durumu dikkate alarak okumaya çalışmak, bizleri daha sağlıklı sonuçlara götüreceğini düşünmekteyiz.

Mekke müşrikleri tarafından Muhammed (a.s) ın elçiliğine getirilen itirazları hatırlayacak olursak, neden onun gibi birisinin elçiliğe seçilmiş olduğu,  onun bir beşer olduğu, veya neden yanında bir melek bulunmadığıdır. 

[043.031] Ve dediler ki: «Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?»

[038.008] (Müşrikler) "Biz bu kadar eşraf dururken, kitap gönderilecek bir o mu kalmış!" (dediler) Hayır, hayır! Onlar Benim buyruklarım hakkında tam bir şüphe içindedirler, doğrusu onlar azabımı henüz tatmadılar.

[011.012] Belki de sen (müşriklerin:) «Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!» demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.

[025.007] Ve dediler ki: Bu peygambere ne oluyor ki; yemek yiyor, sokaklarda geziyor? Onun beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilmeli değil miydi?

[017.093]  «Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.

Bu ve benzeri ayetler bizlere, asıl öne çıkması ve dikkate alınması gereken Muhammed (a.s) a inen vahyin dikkate alınmayarak, onun kişiliğinin öne çıkarıldığını, ve bir takım sudan bahaneler ile vahyin ret edildiğini göstermektedir. Mekke'li müşriklerin Muhammed (a.s) ın elçiliği konusundaki bu tür çekincelerini dikkate alarak okuyacağımız Süleyman (a.s) ve Hüdhüd arasında geçen konuşmanın, ilk muhataplar açısından içerdiği mesajı şöyle okuyabiliriz.

Kanaatimizce Hüdhüd isminin kıssa içinde bir insan olarak değil, kuş olarak geçmiş olması, Mekke müşriklerinin elçinin kim veya ne olduğuna değil, onun getirdiği mesaja yoğunlaşmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Kur'an okuyucusu da aynı şekilde bu kıssayı okurken, "Kuş nasıl konuşabilir, Süleyman (a.s) verdiği haber ile ilgili bilgileri bir kuş nasıl bilebilir?" gibi soruları bir kenara bırakarak, kıssada geçen sözleri kimin söylediğine değil, neden söylendiğine dikkatlerini yoğunlaştırmalıdır.

[027.020] (Süleyman) kuşları gözden geçirdi ve şöyle dedi: Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?
[027.021] Ya bana (mazeretini gösteren) apaçık bir delil getirecek ya da onun canını iyice yakacağım yahut onu boğazlayacağım!
[027.022] Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip: Ben, dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe'den sana çok doğru (ve önemli) bir haber getirdim.
[027.023] Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım.
[027.024] Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.
[027.025] Allah'a secde etmemeleri için (böyle yapmış). O Allah'a ki, göklerdeki ve yerdeki her gizliyi (meydana) çıkarır ve neyi gizlediğinizi ve neyi de âşikâre yaptığınızı bilir.
[027.026] Halbuki o en geniş hükümranlığın ve o en büyük arşın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur.
[027.027] (Süleyman:) «Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?» dedi.
[027.028] «Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak, sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?»
[027.029] Kadın dedi ki: «Ey ileri gelenler bana çok önemli ve saygıdeğer bir mektup bırakıldı.
[027.030] Gerçekten o; Süleyman'dandır ve gerçekten o; Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyladır.
[027.031]  «Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)».

Bu ayetleri bütüncül olarak okuduğumuzda, anlatımda öne çıkması gereken tarafın Hüdhüd isminin kuş olup olmadığı meselesi değil, onun Sebe hükümdarına elçi olarak gönderilmiş olmasıdır. Hüdhüd ile ilgili ayetleri,  onun kuş olup olmadığı üzerinden değil, elçi olarak gönderilmek ile ilgisini kurarak okuduğumuz zaman şöyle bir durum karşımıza çıkmaktadır.


Daha önce verdiğimiz ayet meallerine dikkat edecek olursak, Mekke'li müşriklerin Muhammed (a.s) ın elçiliği konusunda onun kişiliğini öne çıkarmak sureti ile, bir takım itirazlarda bulunduğunu görmekteyiz. Süleyman (a.s) ile Hüdhüd arasında geçen konuşmanın anlatıldığı ayetlerde ana mesaj, elçilerin kimliklerine değil, onlar tarafından gelen mesajın içeriğine dikkatlerin çevrilmesi gerektiğidir. Şöyle ki:

Süleyman (a.s) Hüdhüd'e, haber getirdiği Sebe ülkesinin Hükümdarına bir mesaj götürmesini emreder, Hüdhüd bu mesajı Sebe hükümdarına götürür, ve gelen mesaja Sebe hükümdarının tepkisi dikkat çekicidir. Hüdhüd ile ilgili ayetlerin asıl mesajı da işte buradadır. 

Sebe hükümdarı kendisine gelen mesajın kimin tarafından bırakıldığı tarafına hiç takılmadan, direk mesajı okumuş MESAJI KİMİN GETİRDİĞİNE DEĞİL, KİMİN GÖNDERDİĞİNE BAKMIŞTIR. Neml s. 30. ayetindeki sözleri, onun bu durumunu işaret etmektedir. Hükümdarın, "Ey ileri gelenler bana kuşun biri mesaj bıraktı" şeklinde bir ifade kullanmamış olması, dikkat çekmesi gereken bir yöndür.

Bu noktayı dikkate aldığımızda konu ile ilgili ayetlerin ilk muhataplara olan mesajı zımnen şu şöyledir: Ey Mekke'liler, size gönderdiğim elçinin kim olup olmadığına bakmayın. Bakmanız gereken taraf o elçi ile size gönderdiğim vahiydir. Sebe hükümdarı kendisine gönderilen mektubu nasıl kimin getirdiğine bakmadan, önce kimin gönderdiğine baktı ise, siz de aynı şekilde size gelen mesajı önce kimin getirdiğine bakmadan, kimin gönderdiğine bakın.

Konu ile ilgili ayetlerin ilk muhataplara olan mesajını bu şekilde okuduktan sonra, bu ayetlerin bizlere dönük olarak nasıl bir mesaj içermiş olabileceği sorusu daha kolay cevap bulacaktır. 


Yeniden hatırlayacak olursak, konu ile ilgili ayetlerin ana mesajı, dikkatlerin gelen vahye yönelmesi gerektiği, getirenin değil gönderenin merkeze alınmasıdır. Bu düşünceyi ortaya atarken, elçinin yok sayılması gerektiği gibi bir düşünce olduğumuzu dile getirmeye çalıştığımız anlaşılmamalıdır.

Bugün İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların çoğunluğunda hakim olan din anlayışına baktığımızda, sahip olunan din anlayışının vahiy merkezli değil, elçi merkezli olduğu görülmektedir. Halbuki o elçinin getirdiği kitabın ana mesajı muhatapların vahyi merkeze almaları gerektiği olmasına rağmen bu böyle olmamakta, vahiy ötelenmekte hatta rivayetler ile eşdeğer görülerek ayağa düşürülmektedir.

  İsa (a.s) ile ilgili ayetlerin ana mesajının bir elçinin kendisinin değil, onun ilettiği vahyin öne çıkarılması olduğu, tersi bir durumun kişileri ne gibi durumları düşüreceği olduğu halde, bu mesaj maalesef kale alınmamakta, İsa (a.s) a yapılan yanlış muamelenin aynısı hatta daha beteri, Muhammed (a.s) için uygulanmaktadır.

Bugün İslam coğrafyasının büyük çoğunluğunda hakim olan din algısına Kur'an bir çok yerde itiraz etmekte, itiraz ettiği yerlerden bir tanesi de Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen Hüdhüd ile olan konuşmanın geçtiği ayetlerdir.

Bu ayetler bizlere zımnen şöyle bir mesaj içermektedir: Ey Müslümanlar size gelen elçinin kimliğini onun getirdiği vahyin önüne geçirmek sureti ile büyük bir hata yapmaktasınız. Elçilerin vazifesi sadece getirdikleri vahyi iletmek ve örnek olmaktır. Vahyi kimin getirdiğine değil, kimin gönderdiğine bakın.

Sonuç olarak: Kıssa yollu anlatımlarda asıl olan, o kıssa ile muhataba bir takım mesajlar vermeyi amaçlamak olmasına rağmen, mesajın içeriğini anlamaya yönelik olmayan kıssa okumaları bekleneni vermekten uzak okuma örnekleri olacaktır.

Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen Hüdhüd ile ilgili ayetleri okuma yöntemi bu şekilde yapılmak yerine Hüdhüd'ün ne veya kim olduğu yönünde yoğunlaştığında verilmek istenilen mesaj anlaşılamayacaktır. 

Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir yöntem ile Hüdhüd ile ilgili ayetleri okumaya çalıştığımızda, bizlere bir mesaj verildiğini ve bu mesajın merkezinde ise, elçilerin kim olduklarının önemi olmaması gerektiği, asıl önemli olanın onlar aracılığı ile gelen vahiy olması gerektiği hatırlatmasının yapıldığı anlaşılabilir.

Fabl olarak bilinen insan haricindeki canlıları konuşturan edebiyat sanatı örneklerini okuduğumuz zaman nasıl ki Hayvan nasıl konuşur? meselesine takılmadan verilmek istenilen mesaj odaklanıyor isek, bu konuya da bu şekilde bakmak daha doğru sonuçlar verecektir.

                                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

28 Haziran 2016 Salı

Süleyman (a.s) ın Asasını Kemiren Kurtları Mesaj İçerikli Okuma Çalışması

Süleyman (a.s) kıssası , özellikle ellerinde yönetim , askeri ve maddi güç bulunanların bu güçleri hak ve adalet ölçülerinde nasıl kullanması gerektiğini öğreten bir kıssadır. Eğer bu kıssa , "Bu kıssadaki anlatımların günümüze dönük mesajı nedir?" sorusunun cevabını aramak maksatlı okunacak olursa , yaşanan ve yaşanacak olan tüm zamanlara dair mesajlar taşıyan bilgileri ihtiva eden bir kıssa olduğu anlaşılacaktır. Bu yazımızda , Onun kıssasının anlatıldığı Sebe s. 14. ayetini ele alarak, o ayet içinde anlatılmaya çalışılan mesajı okumaya gayret edeceğiz. 

[034.014] Onun ölümüne hükmettiğimiz zaman; ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı farkettirdi. Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer cinler gaybı bilselerdi, horlayıcı azab içinde kalmazlardı.

Bu ayeti literal bir anlama hapsederek okumaya çalıştığımızda ortaya çıkan anlam şu şekildedir ; 

Süleyman (a.s) ölmüş olduğu halde asasına dayalı bir vaziyette yıllarca ölü olarak kalmış , bunu kimse anlamamış , onun asası bir kurt tarafından kemirilmek sureti ile kırılınca o da yere düşmüş ve öldüğü cinler tarafından böylece anlaşılmıştır.   

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında, lafızcı yaklaşımın etkilerine rastlamaktayız , ancak bu tür tefsirlerin, ayetin içerdiği mesajı anlamakta engel teşkil ettiğini ifade etmek istiyoruz. Bu ayete sadece lafızcı bir yaklaşım ile bakıldığında, olay sadece Süleyman (a.s) ile sınırlı kalacak , ayetin zaman ve mekanı aşan evrensel mesajı ıskalanmış olacaktır. 

Bu sebepten ötürü , ayetin içerdiği mesaja odaklanarak , onu okumaya çalışmak , ayetin zaman ve mekan üstünü aşan mesajını anlamamızı kolaylaştıracaktır. 

Bu ayetin anlaşılması için Süleyman (a.s) ın kıssasının bütüncül bir şekilde hatırlanması gerekmektedir. Geniş bir coğrafi alana yayılmış olan topraklar üzerinde hükümdarlık yapmakta olan Süleyman (a.s) , bu topraklar üzerinde yaşayan insanları hak ve adalete uygun bir şekilde yönetmektedir. Onun kıssasını ele almaya çalıştığımız bundan önceki yazılarımızda da , onun hükümdarlık örneğinin , tüm zamanlar için geçerli bir örneklik oluşturduğu düşüncesi üzerinden kıssayı okumaya çalıştığımızı hatırlatmak istiyoruz. 

Kıssasını okuduğumuz zaman , onun cinleri ve şeytanları emri altında çalıştırmış olduğunu görmekteyiz. cinler ve şeytanlar olarak ifade edilen toplulukların günümüz için ne anlama gelebileceğini , bundan önceki yazılarımızda işlemeye çalıştığımız için burada bu konuya değinmeyeceğiz. Onun cinleri ve şeytanları emri altında çalıştırmasının günümüze dönük mesajını okumaya çalıştığımız yazımızın linki aşağıdadır. 

https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/06/suleyman-as-orneginde-bir-devletin.html

Ayet içinde geçen ve asa olarak çevrilen "Minseetehu" kelimesi , "Vakit bakımından tehir etmek , ertelemek anlamına gelen "Nesee" kelimesinden türemiştir. Kur'anda "Asa" kelimesinin kullanıldığı ayetler olmasına rağmen , burada neden "Asa" kelimesi olarak değil de "Minseetehu" kelimesinin kullanıldığı konusunda biraz tefekkür etmek gerektiğini düşünmekteyiz.

Asa bilindiği üzere, gücü sembolize eden evrensel anlama sahip bir obje olarak Kur'an içinde de yerini almıştır. Hükümdarların elinde böyle bir objenin olması , o asayı elinde tutan kimsenin gücünü temsil etmektedir. Hükümdar konumunda olan bir kimsenin en önemli ve temel görevlerinden birisi , ülkesi içinde yaşayan halkını, hak ve adalet ölçülerine göre yönetmenin yanı sıra , o ülkenin düşmanlarına karşı ülkesini koruması ve düşman eline geçmemesi için her türlü çabayı göstermesidir. 

Tarih boyunca devletler arasındaki ilişkileri kısaca özetleyecek olursak , devletlerin birbirleri ile olan ilişkileri , ya bir devletin toprağını kendi sınırları içine almak , veya kendi toprağını başka bir devlete karşı savunmak şeklinde olmuştur. Bu durum böyle gelmiş , böyle gitmekte , böyle de gidecektir. 

Tarih boyunca hiç bir devlet diğer bir devlet ile gerçek bir dostluk kurmamış , kurmuş oldukları dostluk adındaki ilişkileri ise tamamen menfaate dayalıdır. Menfaatleri geri tepmesi halinde en iyi dost olarak görünen devletler bir anda birbirlerine düşman kesilmekte ve acımasızca birbirlerinin kanlarını dökmekten geri durmamışlar , hala durmamaktadırlar. 

Güçlü olanın güçsüz olanı yemek için fırsat kolladığı bu kurtlar sofrasında , askeri ve ekonomik açıdan güçsüz olan devletler , askeri ve ekonomik açıdan güçlü olan devletler tarafından her an saldırı tehdidi altındadır. Bir devlet eğer ayakta kalmak istiyor ise , askeri ve ekonomik açıdan güçlü olmak zorundadır.

Devletler arasındaki menfaate dayalı bu ilişki temelini dikkate aldığımızda , Sebe s. 14. ayetinde neden "Asa" değil de "Minseetehu" kelimesinin kullanıldığını anlayabiliriz. Çünkü bu kelimenin anlamı olan "Geciktirmek , ertelemek" anlamını devletler arası ilişkiler açısından düşündüğümüzde , Süleyman (a.s) ın hükümdarlığına ve mülküne kast eden düşmanları mevcut olmakla birlikte onun görevlerinden bir tanesi sahip olduğu topraklar üzerinde kurduğu hakimiyeti elinde tutmak , yıkılmasını engellemek yani kurmuş olduğu hakimiyetin yıkılmasını mümkün olduğunca GECİKTİRMEK ve ERTELEMEKtir. 

Ülkelerin yıkımının toplumsal yasalara bağlı olduğunu düşündüğümüzde , Süleyman (a.s) ın ülkesi de yıkım tehlikesi ile her zaman karşı karşıyadır. Süleyman (a.s) yönetmiş olduğu ülkenin yıkımını engellemek için gerekli olan askeri ve ekonomik yasaları hayata geçirmiş , ve güçlü bir ülke meydana getirmiştir. 

Süleyman (a.s) , yaşadığı zaman zarfı içinde hakimiyeti altında bulundurduğu toprakları ve insanları adil bir yönetici olarak en güzel bir biçimde yönetmiş , bu yönetim örneği Kur'anda bizlere anlatılarak , yönetici vasfını taşıyan insanların, ülkelerine ve o ülkede yaşayan insanlara karşı olan hak ve vazifelerini bizlere öğretmiştir. Onun ideal yöneticiliğinin örnekleri, eğer onun kıssası "masal içerikli" okumak yerine "mesaj içerikli" okunacak olursa , ilgili ayetler içinde açık bir biçimde görülecektir. 

Sebe s. 14. ayetine dönecek olursak ; 

Bu ayeti okurken öncelikle Süleyman (a.s) ın ölümü sonrası onun sahip olduğu hükümdarlığın ne duruma düştüğünün, bu ayet tarafından haber verilmesi olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Süleyman (a.s) ölmüştür , fakat onun varisi olarak mülkünü devir alan her kim ise , Süleyman (a.s) ın karşı karşıya kaldığı tehlikeler ile o da karşı karşıya kalmış fakat , onun gösterdiği yönetim başarısını gösteremeyerek devletin yıkımına sebep olmuştur. 

Bu noktada Süleyman (a.s) ın babası Davud (a.s) a varis olduğunu hatırlamakta fayda vardır (27.16). Davud (a.s) dan almış olduğu hükümdarlığı daha ileriye götüren Süleyman (a.s) , bir yönetime varis olanların devraldıkları o yönetimi mirasyedi olarak değil , daha ileriye götürmek ile sorumlu olan bir kişi olarak görmeleri gerektiğini göstermektedir. 

Babası Davud (a.s) dan devir aldığı mirası daha ileriye taşıyarak, büyük bir mülke sahip olan Süleyman (a.s) ın ölümü sonrasında, onun mirasını devralanlar , onun babasından devir aldığı yönetimi onun gibi yaparak , bırakın daha ileriye taşımak , ellerinde bile tutmakta zorlanarak ülkenin yıkımına sebep olmuşlardır. 

 Süleyman (a.s) hükümdarlığını sürdürdüğü zaman içinde elindeki ülkeyi ve bu ülke sınırları dahilinde yaşayan insanları en doğru ve güzel bir biçimde yönetmiş , böylelikle tebası olan insanlara kendisine karşı isyan bayrağı açmayacak imkanları onlara sunarak, bir ülke için çok önemli olan iç barışı ve huzuru sağlamıştır. 

Bir ülkenin dış güvenliği için önemli olan savunma gücünü de Neml suresi içindeki kıssası içinde gördüğümüz üzere en kuvvetli bir biçimde ordu teşkil ederek oluşturan Süleyman (a.s) , ölümüne kadar ülkesini iç ve dış düşmanlara karşı en iyi biçimde korumayı başarmıştır. 

Süleyman (a.s) "Mensee" (asa) sı  yani ülkenin yıkıma uğramaması için gerekli olan toplumsal yasaları hayata geçirmesi şeklinde yaptığı yönetim uygulamaları , onun elinde böyle şekillenmiştir. Ancak aynı "Mensee" (asa) , ondan sonrakilerin elinde geçtiğinde kurtlara yem edilerek ülkenin helak olması sağlanmıştır.

Her insan gibi Süleyman (a.s) bir gün ölmüş ve yerine bir başkası geçmiştir. Süleyman (a.s) ın oluşturmuş olduğu yönetim anlayışı ve uygulamaları, yerine geçenler tarafından aynı şekilde sürdürülmemiş , bu onun kurmuş olduğu büyük imparatorluk zamanla yıkılmıştır. 

Asanın kurtlar tarafından kemirilmesi bu noktada biraz daha açıklık kazanacaktır. 

Yukarıda dediğimiz gibi , bir devletin yeryüzünde hüküm sürmesinin uzun süreli olmasının şartlarından birisi , o devletin sahip olduğu iyi hasletlerin devam etmesidir. Yani istikrarlı yönetim uygulamaları , bir devletin bekasını sağlamakta ana unsurdur. Her gelenin kendi kafasına uygun bir şekilde uygulamaya çalıştığı yönetim politikaları ülkelerin batağa saplanmasına sebep olacaktır. 

İlkeler üzerine kurulu devlet yönetiminin bu noktada önemi büyüktür. İlkeleri tesbit edilmiş ve gelenin keyfine göre şekillenmeyen yönetim politikaları , ülkelerin bekası için önemli bir husustur.

Bu durumu Süleyman (a.s) ın ülkesi bazında değerlendirdiğimiz zaman , onun yönetimini devir alanlar , eğer onun babasından aldığı yönetim ilkesini devam ettirdiği gibi , onun mirasını devir alanlar da Süleyman (a.s) dan aldıkları gibi aynı yönetim sistemini devam ettirmiş olsalardı başkaları tarafından yıkıma uğratılmaları mümkün olmayacaktı. 

Sebe s. 14. ayeti işte bu duruma dikkat çekmektedir. "Dabbetül arz" olarak ifade edilen deyimi daha genel anlamı ifade edecek olursak , ülkeleri ve o ülke halklarını hak ve adalet ölçülerine göre yönetmekten aciz kalanların tümünün başına gelecek olan yıkım gerçeği bu şekilde ifade edilmektedir.

Başta da söylemeye çalıştığımız gibi ülkelerin hayatiyetlerinin devam etmesi , o ülkenin doğru bir yönetime sahip olmasından geçmektedir. Yönetim konusunda acze düşülmesi halinde bu acizlikten faydalanmak isteyen ve Kur'anın "Dabbetül arz" olarak ifade ettiği kurtlar , ülkelerin yönetimlerini ellerine geçirmek için o ülkeleri içten ve dıştan yıkmak için her türlü çareye baş vuracaklardır.

Ülkelerin yıkımının toplumsal bir yasa olduğunu hesaba kattığımızda , o ülkelerin yıkımını hazırlayan sebeplerin kıssalar yolu ile anlatıldığını görmekteyiz. Ülkeleri yıkıma götüren en önemli sebep ise , hak ve adalet ölçülerine göre bir yönetim sergilenmemiş olmamasıdır.

Süleyman (a.s) kıssası işte bu noktada , ülke yönetimleri için prototip bir örneklik sergilemektedir. Onun ülkesi ve halkı için sergilemiş olduğu başarılı yönetim , yaşamı boyunca ülkesinin iç ve dış düşmanlardan korunmasını sağlamıştır. Onun ölümü sonrası aynı başarıyı gösteremeyen varisleri , ülkenin yavaş yavaş helak olmasına zemin hazırlayan sebeplerin oluşmasına sebep olacak yasaları hayata hakim kılarak, sonunda ülkenin yıkımına sebep olmuşlardır.

Hepimizin şahit olduğu üzere , bir ağacın kurtlar tarafından içinde kemirilerek çürütülmesi dışarıdan kolay kolay belli olmayan , fakat çürüme gerçekleşerek o ağaç kırıldığı zaman görüldüğü zaman ise o ağacın eski haline dönmesi mümkün olmamaktadır.

Bu durumu devletler açısından değerlendirdiğimizde , eğer bir devletin başında o devleti kemirerek yıkmak için giren kurtları göremeyen bir yönetim olursa , yıkım gerçekleştiği zaman geri dönüşü mümkün olmayacaktır. 

Bundan dolaydır ki ; bir devlet kendisini içten kemirmeye çalışan kurtları , o kurtlar ağacın içine girmeden önce görmek, ve ona göre tedbir almak zorundadır. Süleyman (a.s) bu konuda devletlere örneklik eden örnek bir elçidir. 

Ayet içinde geçen "eğer cinler gaybı bilselerdi, horlayıcı azab içinde kalmazlardı." ifadesini anlamak için, Kur'anın cinler ile ilgili anlatımlarını dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz. Mekkeli müşriklerin cin algılarında onlardan gaybe dair haber aldıkları iddiaları olduğunu bazı ayetlerden öğrenmekteyiz  (72.9). Ayet cinlerden alındığı iddia edilen bu tür gaybi bilgilerin yalan ve iftira olduğunu , bu ayet içinde onların gaybı bilmediklerini ifade ederek anlatmaktadır. 

Cinler , Süleyman (a.s) ın vefatı sonrasında bile onun varislerinin hükümdarlığı altında çalışmaya devam etmişler , fakat bu varislerin ülkeyi içten içe kemirmeye çalışan düşmanlar karşısında başarılı olamayarak ülkeyi yıkıma sürüklediklerini bilmeyerek çalışmaya devam etmişlerdir. İşte ayet, onların bu durumu üzerinden Mekkeli müşriklerin cin algılarına reddiye getirerek , onların gaybe dair herhangi bir bilgileri olmadıklarını ifade etmektedir. 

Sonuç olarak ; Yönetim kademelerinde bulunan kimseleri örneklik teşkil eden bir kıssa olan Süleyman (a.s) kıssasının anlatıldığı Sebe s. 14. ayetinde , onun babasından miras aldığı ve daha ileriye götürerek büyük bir imparatorluk haline getirdiği devletin , onun ölümü sonrasında gerçekleşen yıkımından bahsedilmektedir.

Devletler eğer Davud ve Süleyman (a.s) lar örneği paralelinde bir yönetim uygulaması sergilediği takdirde , bu devletlerin düşmanları tarafından yıkılma çalışmaları her zaman akamete uğrayacak , o devletleri yıkmaya çalışanlar hüsrana uğrayacaklardır.

Bunun tersi uygulamalar ise temelleri peygamberler tarafından atılmış devletler olsa dahi, onları devir alan varisçileri tarafından aynı uygulamalar devam ettirilmediği takdirde toplumsal yasaların işlemesi sonucunda yıkımdan asla kurtulamayacaklardır. 

Muhammed (a.s) ın Medinede oluşturmuş olduğu yönetim uygulamasının kendisinden sonrakiler tarafından devam ettirilmemiş olmasının meydana getirdiği olumsuzlukların hala etkilerinin sürmüş olduğunu gördüğümüzde , Süleyman (a.s) ın örnekliği daha önem kazanmaktadır.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

2 Ocak 2015 Cuma

İlim Verilen Kulun Çocuğu Öldürmesi Üzerinden Verilen Mesaj

Kehf s. 60 -82. ayetleri arasında Musa adında bir kişinin yolculuğu anlatılmaktadır. Bu kişinin elçi Musa mı veya başka bir Musa mı olduğu tartışması olduğu için sadece "Musa adında bir kişi" olarak bahsetmeyi uygun gördüğümüzü hatırlatarak , Bu Yazımızda kıssa içinde Musa nın "İlim verilen bir kul" olarak bahsedilen bir kişi ile olan yolculuğu içinde olan 3 olaydan o kulun çocuğu öldürmesi üzerinden verilmek istenen mesajı anlamaya çalışacağız. 

Kur'an kıssalarını sadece yaşandığı zaman , mekan ve kişiler ile sınırlı olarak yapmış olduğumuz okumalarda, kıssalardan hasıl olması gereken maksadı anlamakta zorluk çekildiği malum bir konu olup , bu zorluğu en fazla bu kıssa da ve bu kıssa içinde geçen çocuğun öldürülmesi olayında görmekteyiz. 

Özellikle tasavvuf meşrebine mensup kişilerin kendi hezeyanlarını, bu kıssadaki kişi olan İlim verilen kula verilmiş olan ilim ile ortaklık kurarak, kendilerine "Ledün İlmi" adı altındaki bilgiden verildiği iddiasında bulunarak, kendileri etrafında büyük bir mürit kitlesi oluşturmuş olduklarını görmekteyiz. 

Bu olaya dayanarak geçmişteki harici fırkasının, küçük çocukları büyüdüklerinde onlar gibi harici olmayacakları gerekçesi ile öldürdükleri , Osmanlı Padişahlarının daha kundaktaki küçük kardeşlerinin gelecekte kendilerine zarar vereceği gerekçesi ile bu kıssadaki olaydan çıkarılan fetvalar ile öldürttükleri söylenmektedir. 

Yazımızın sınırı sadece İlim verilen kulun çocuğu öldürmesi ile alakalı olacağı için , Gemiyi delmesi ve Duvarı düzeltmesi konularına girilmeyecektir.

[018.074]  Yine gittiler; sonunda bir erkek çocuğa rastladılar, o hemen onu öldürdü. Musa: «Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın» dedi.
[018.075]  O: «Ben sana, yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?» dedi.
[018.080]  «Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk.»
[018.081]  Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik.»

Bu olayın yaşanmışlığı üzerinde takılıp kaldığımız zaman İlim verilen kulun kimliği üzerinden bir çok spekülasyonun yapıldığı görülecektir. Biz olayın yaşanmışlığı üzerinden değil , anlatım üzerinden verilmek istenen mesajı okumak şeklinde bir tercihte bulunduğumuz için bu tür konulara hiç girmeyeceğiz. 

Bazı kıssalarda sadece yaşanmışlık üzerinden kıssayı okuyarak , o kıssa ile ilgili çıkarımlarda bulunmaya çalışmak , ilgili kıssayı anlamayı kolaylaştırmayı değil , aksine anlamayı zorlaştırmaktadır. Kur'anın Adem kıssası ile ilgili anlatımları bu kabilden bir örnektir. Mesaj içerikli bir okuma yöntemi kıssayı sadece yaşanmışlığı içinde bırakmayarak , asıl olan bize ne diyor sorusuna cevap bulmamıza da yardımcı olacaktır.

Musa ile birlikte yola devam eden İlim verilen kul , yol da bir erkek çocuğa rastlar ve onu öldürür , Musa hemen buna , çocuğun "masum" olduğu gerekçesi ile karşı çıkar ve bu tepki insani bir tepkidir ve doğrudur , hepimizin başına böyle bir durum gelse, bu olay ile ilgili olarak bildiklerimiz üzerinden gerekçemizi göstererek tepkimizi veririz.

Çünkü bize verilen bilgi de, haksız yere bir cana kıymanın haram (6.151) , ve bütün insanları öldürmek gibi olduğu (5.32) beyan edilmiştir , Musa da gerekçelerini bu bilgi üzerinden İlim verilen kula aktarmaktadır.

İlim verilen kul , çocuğu öldürme gerekçesini Musa ya anlatırken onun ilerde yapacağı yanlış işler için bunu "yaptım" demeyip YAPTIK demektedir . Bu şekildeki bir gerekçe, olayın mesaj yönünün ağır bastığı düşüncesini bizde uyandırmaktadır. 

81. ayette " Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini İSTEDİK.» denilmesi olayı sadece şahıs kimliği ile sınırlamanın yanlış olacağını bildirmektedir. 

Burada "İlim verilen kul" un kimliği değil, o kimlik üzerinden  bir meselenin görselleştirilerek anlatılmasını okumanın, kıssayı anlamakta kolaylık sağlayacağını düşünmekteyiz. Peki nedir bu mesele ; 

Bizler insan olarak "Gayb" denilen, bize bilgileri verilmemiş olan bazı konuların olduğunu bilmekteyiz. Gaybı Allah (c.c) bildiğine dair olan ayetleri hatırlayacak olursak, bizim insan olarak bilmediğimiz bir çok şey olduğunu görürüz. 

Allah (c.c) kullarının bilmelerini gerek gördüğü gaybı yine Elçileri vasıtası ile onlara açarak sınırlı bir gayb bilgisi aktarır. Bu tür bilgiler, son Elçi Muhammed (a.s) vasıtası ile indirilen Kitap ta mevcuttur (72. 26-28). 

Vahiy bilgisi aracılığı ile bizlere bildirilmeyen gaybın ardına düşmemek gibi vazifemiz olduğu (17.36) için , bizlere gaybi konulara dair bazı bilgiler verilmiş olsaydı bu tür bilgileri insan olarak kaldırabilme gücümüzün olmadığı, bize bu kıssa üzerinden anlatılmaya çalışılmaktadır.

Bu kıssa içinde özellikle çocuğun öldürülmesi üzerinden verilmek istenen mesajda "İlim verilen kul" kimliği altında müşahhaslaştırılarak anlatılan kişi, ALLAH (C.C) NİN GAYB BİLGİSİNİ TEMSİL ETMEKTEDİR. Allah (c.c) kendi bilgisini , İlim verilen kul kimliği altında müşahhaslaştırdığı kişi üzerinden görsel bir olay şeklinde bizlere aktarmaktadır.

Bu noktada Musa adlı kişinin ise , gayb bilgisi verilmeyen biz insanları temsil eden bir şahsiyet konumunda olduğunu hatırlatmak isteriz.Musa adlı kulun şahsında müşahhaslaştırılarak anlatılan biz insanlar , İlim verilen kulun şahsında müşahhaslaştırılarak anlatılan, Allah (c.c) nin sınırlarını zorlamak gibi bir durum içinde olmamamız gerektiği bu olay ile anlatılmaktadır.

Kıssa , "Musa" kimliği altında anlatılan insanın bilgisinin sınırlı olduğu , " İlim verilen kul" kimliği altın anlatılan Allah (c.c) nin bilgisinin sınırı olmadığını vurgulayarak , İNSANIN BİLGİSİNİN SINIRINI AŞMAYA KALKMAMASI sadece kendi sınırları içinde kalması gerektiğini öğretmektedir. İlim verilen kulun " «Doğrusu» dedi, «sen benimle beraberliğe sabredemezsin. Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki?»" demesi iel , bizim takatımızın yetmediği bir işe yeltenmemiz karşısında bunları anlamakta zorlanacağımız ve altından kalkamayacağımız bir takım sıkıntılar içine girebileceğimiz vurgusu yapılmaktadır.

İnsan kendisine verilen bilgi ile yetinecek , bilgi verilmeyen şeyin ardına düşmeyecek , eğer sınırları zorlayacak olursa altından kalkamayacağı sıkıntılara düşerek cevapsız soruların altında ezilecektir. 

Bu durumu , "Allah (c.c) kulunun imtihanı ile ilgili olarak ne yapacağını bilmez" söylemi etrafında kısaca değerlendirelim; 

Kader konusu yüz yıllardır Müslümanların gündemini meşgul eden bir konu olup, Müslümanların fırkalara ayrılmasının yolunu açmıştır. Geleneksel düşünce içinde , kulun yapacaklarının önceden yazılmış olması meselesi ve bu düşünce etrafında ortaya konan rivayetler , haklı olarak bazı itirazların dile getirilmesine sebep olmuştur. 

Allah (c.c) nin yaratmış olduğu kulunun imtihanı ile ilgili olarak ne yapacağını bilmiş olması, bir çok Kur'an ayeti ile desteklenmiş olmasına rağmen , kulun iradesine herhangi bir baskı yapılmamış olması pek göz önüne alınmadan , onun bu bilgisi bazıları tarafından yadırganmaktadır. 

"Allah (c.c) kulunun, geleceği içinde bütün yapacaklarını bilir" dediğimiz takdirde kulun Cennet veya Cehennem ile karşılıklandırılmasında haksızlık olacağı düşüncesinin hakim olacağı korkusu ile, Allah (c.c) nin böyle bir haksızlığı asla yapmayacağı düşüncesinden hareketle Allah ın bilmediği iddiası, yanlışı yanlışla kapatma örneği olarak karşımızda durmaktadır. 

Gelenekteki Allah (c.c) nin yazmış olması meselesinin kulu iradesiz bir varlık veya Allah (c.c) tarafından iradesi o yönde zorlanan bir varlık durumuna düşürme şeklindeki düşüncelere kapı açması bakımından problemli olduğu ortadadır. Bu yanlış düşünceyi , "Allah kulunun ne yapacağını bilmez" şeklindeki bir başka yanlış düşünce ile ret etmeye kalkmak, ayrı yanlışlara kapı açması bakımından problem teşkil etmektedir.

O zaman nasıl bir düşünce içinde olmalıdır ki bu tür sonu gelmez tartışmalar içinde vakit kaybetmeyelim?.  İlim verilen kul kıssası içindeki anlatımların özellikle çocuğun öldürülmesi konusunun, insanın kendisine verilen ile yetinmesi gerektiğine dair bir mesaj olarak okunmaya çalışıldığında , kıssadaki anlatımlarda hasıl olan bazı müşkilatın aşılabileceğini söyleyebiliriz.

Kul , kendisine Allah (c.c) tarafından çizilmiş olan çerçeveye riayet ederek hayatını sürmek zorundadır. Bu hayat içinde ona "İrade" denilen doğru veya yanlışı seçme serbestiyeti tanınmıştır. Bu iradesi ile seçtiği yolun karşılığında ona verilecek olan Cenneti veya Cehennemi hak edecektir. 

Bizim durumumuz kısaca böyle iken , bizim sonumuzun Allah (c.c) tarafından BİLİNMESİ veya BİLİNMEMESİ  bizim açımızdan çokta önemli bir konu olmamalıdır. Allah (c.c) nin bilmiş olması bizim hayat içinde yapacaklarımız noktasında herhangi bir değişiklik yapmamızı gerektirmediği gibi , bilmemiş olması da yapacaklarımız noktasında herhangi bir değişiklik yapmamızı gerektirmez. Kul olarak , Allah (c.c) nin bizim yapacaklarımızı önceden bilmiş olmasının bize herhangi bir zararı , bilmemiş olmasının da herhangi bir yararı yoktur. 

Hal böyle iken yapılan bu tartışmalar bir sonuca varılmak için değil karşıdakini yenmek için yapılan tartışmalar olarak yapıldığı için sonuca varmak mümkün değildir. İnsan kendisinin nasıl bir konumda olduğunu bilerek , Allah (c.c) ye ait olan bir sınırı aşmaya kalkmayacak olursa böyle tartışmaların önü de kesilmiş olacaktır. 

Sonuç olarak ; Kehf s. içinde anlatılan "İlim verilen kul" un çocuğu öldürmesi meselesi , kıssanın mesaj içerikli olarak okunması sonucunda, tefsir kitaplarında gördüğümüz bir çok konunun veya bu olaydan yola çıkılarak bazı cinayetlere kılıf uydurmanın önü kesilmiş olacaktır. 

Musa ve İlim verilen kul kimliği altında anlatılanlar , İnsan ve Allah arasındaki bilgi düzeyinin farkını anlatmaktadır. Gayb konusu Allah (c.c) sınırları dahilinde olup , bu sınırları aşarak ona muttali olmak isteyenlerin bunu kaldıramayacağı , dolayısı ile insan kendine verilen kadarı ile yetinecek ve kendisi için belirlenen kulluk sınırları dahilinde hayat geçirerek sonunu hazırlayacaktır. 

Sonunu hazırlarken yaptıkları , onun kendi iradesi dahilinde yapmış oldukları olup , bu konuda kula herhangi bir dış etki yoktur. Kulun sonunu Allah (c.c) nin önceden bilip bilmemesi tamamen Allah (c.c) nin sınırı olup, onun bilmiş olmasının veya bilmemesinin kul için herhangi bir faydası veya zararı yoktur. Bu konuda bizlere Kur'anda verilen bilgiler yeterli olup fazlası gerekseydi Rabbimiz mutlaka verirdi. 

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

24 Haziran 2014 Salı

Musa a.s Asası ve Asa Üzerinden Verilen Mesaj

Kur'an kıssalarının anlatılma amacının okuyucuya geçmişlerin masalları değil , geçmişlerin yaşanmış hayat içinde başlarından geçenlerden bizlerin ibret çıkarması olduğunu, kıssalar ile ilgili yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Bu yazımızda Musa as kıssası içinde anlatılan asasının durumu ile ilgili ayetleri ele alarak kıssayı mesaj içerikli okumaya gayret edip asa objesi üzerinden verilmek istenen mesajı anlamaya çalışacağız.

Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda yine çokça vurguladığımız konu olan, kıssaları geleneksel ve modernist bir yorum tarzı ile yapılan okumanın ortak yönünün mesajı anlamamak üzerinde birleştiğini, her iki okuma tarzının "kıssa içinde dönüp dolaşmak" metodu olduğunu yine hatırlatarak, modernist okumanın asa ile ilgili düşüncelerini kısaca hatırlatıp bu düşüncenin ne kadar doğru olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.

Kıssalardaki bazı anlatımların vahye bağlanmadan, batıdan devşirilmiş düşüncelere bağlanarak okunması neticesinde "böyle bir şey asla olamaz olsa olsa mecazdır mecaz" şeklinde itirazlara sebeb olan konulardan biriside Musa as ın asasıdır. Ayetlerde, asanın asli şeklinden farklı bir şeye dönüşmesi, sünnetullah'a aykırı olduğu gerekçesi red edilmekte olduğu kur'an okuyucularının malumudur. Yine hatırlatmak isterizki, yazının konusu sadece asanın yılan olmasını ispatlamak olmayıp, bu yılan oluşunun üzerinden bizlere verilmek istenen mesaj üzerinde olacak olup ,yaşanmışlık zamanında asa ile ilgili ayetleri alıntılayarak,önce  asanın yılan olmasının mecaz olup olmadığının tesbitini yapmak istiyoruz.Olayın tarihsel bağlamı içindeki anlatımını doğru bir şekilde anladıktan sonra o anlatımı güncelleştirip mesaj boyutunu anlamak daha kolay olacaktır.

Musa as ın asası , ailesi ile birlikte Medyen'den ayrılıp tuva vadisinde Allah cc ile konuşması sırasında sahneye çıkmaktadır. Konumuz, asa ile ilgili ayetler olduğu için kıssa içinde asa nın geçmiş olduğu ayet bölümlerini ele alacağız. 

 [020.017-21] O sağ elindeki de ne, ey Musa?O, benim asamdır, dedi, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkelerim; benim ona başkaca ihtiyaçlarım da vardır. Buyurdu ki bırak onu ya Musâ!Bırakınca, değnek hemen, koşan bir yılan (hayyetün tes'a)oluverdi. Buyurdu: Tut onu korkma. Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.

[027.009]  «Ey Musa! Gerçek şu ki, Ben, güçlü ve hakim olan Allah'ım»Ve bırak asanı! « Derken onu çevik bir yılan (cannun)gibi çalkanıp kıvranır görünce, dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. «Ey Musa, korkma; çünkü peygamberler benim huzurumda korkmaz.»

[028.030]  Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: «Ey Musa! Şüphesiz Ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'ım» diye seslenildi.Bırak asanı!» Musa, onun bir çevik yılan (cannun) misali hareket ettiğini görünce öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı. «Ey Musa, yüzünü dön ve korkma; çünkü sen güvenlik içinde olanlardansın!

Asanın ilk sahneye çıkmasının anlatıldığı ayetlerin, taha s. deki bölümünde asanın atıldığı anda "hayyetün tes'a" , neml s. de ve kasas s. de anlatılan bölümde "cannun" olarak nitelendirilen bir hale dönüştüğü görülmektedir. Bilindiği asa bir ağaç parçası olup kendiliğinden hareket etme kabiliyeti olmayan bir nesnedir. Ayet ön kabulsüz olarak, kafayı herhangi bir yere kiraya vermeden okunduğu zaman ortaya çıkan durum şudur; Hayyetün ve cannun şeklinde anlatılan bir şekle girmesi asanın asli durumunun dışında bir hale dönüşmüş olması demek olup ve bunun itiraz edilecek bir tarafı olamaz. Musa as ın asanın asli şeklinin dışında bir şekil alması sonucu korkup, arkasını dönüp kaçmasını nasıl izah edebiliriz? eğer asa asli şeklinin dışında başka bir şekle dönüşmemiş olsaydı Musa as neden korkup kaçsın ?. Hayye kelimesi hayat bulmuş anlamında olup hareket etmeyen bir nesnenin hareket etmesini anlatır , Cannun kelimesi ise , cenne kelimesinden gelip duyu organlarının göremeyeceği bir şey anlamında olup hayyetün olarak ifade edilen asanın ne kadar hızlı bir şekilde hareket eden  varlığa dönüştüğünü anlatır, yılan şeklinde bir ifade kullanmaktan ziyade asanın asli durumunun dışında bir hale geldiği açık ve net olarak ayette belli olup itiraz edilecek herhangi bir tarafı bulunmamaktadır.

Asa ikinci olarak Musa as ın firavun ile olan buluşmasında sahneye çıkmaktadır.

[007.106-107 (Firavun) Dedi ki: «Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım) .»Bunun üzerine asasını bırakıverdi, o koskoca bir yılan (sü'banun mübin) kesiliverdi

[026.030]  (Musa Firavun'a): «Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?» dedi.(Firavun): «Haydi onu getir bakayım, doğrulardan isen» dedi.Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi, asâ apaçık koca bir yılan (sü'banun mübin)!

Firavun ile buluşmasının anlatıldığı ayetlerde asanın "sü'banun mübin" olarak ifade edilen bir hale dönüştüğü anlatılmaktadır. Seabe kelimesi , suyun gitmesi için açılan yol anlamında kullanılan bir kelime olup izafi olarak geniş ve uzun gibi bir anlam taşıyan büyük yılan anlamındadır. Dikkat edilecek olursa asanın hayyetün -cannun-sü'banun şeklinde 3 farklı kelime ile ifade edilen ortak yönü asanın asli şeklinin dışında bir hale dönmüş olmasıdır bu açık ve net olarak ortadadır mecaz şeklinde anlamayı gerektirecek herhangi bir durum ortada yoktur. 

Asa üçüncü olarak firavun'un sihirbazlari ile olan buluşmada ortaya çıkmaktadır.

[007.115-118]  (Sihirbazlar), Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? dediler.Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Musa'ya, «Asanı at!» diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor (telkafu). Artık hak meydana çıktı ve onların bütün yaptıkları hiçe gitti

020.065-69]  Dediler ki: Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım.Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.«Korkma, sen muhakkak daha üstünsün» dedik.«Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun(telkaf), yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin başarı kazanamaz.»

[026.043-45]  (Musa) onlara: «Ne atacaksanız atın» dedi.Hemen iplerini ve sopalarını ortaya attılar ve Firavnin ızzeti hakkı için elbette biz galibiz, şüphesiz, dediler.Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!(telkafu)

Sihirbazlar ile olan buluşmada, asanın sihirbazların ifklerini yutması "lekafe" kök kelimesi ile ifade edilmekte olup, bu kelime bir şeyi yutmak anlamındadır. Asa asli şeklinin dışında bir şekle dönüşmemiş olsa idi bu ifkler nasıl yutuldu şeklinde bir ifade ile ayet içinde bildirilirdi?. 

Buraya kadar verdiğimiz ayetlerde asa nın asli şekli dışında farklı bir hale dönüşmesini anlatan ayetleri gördük . Musa as kıssası içinde anlatılan asa ve onunla ilgili olan olayların tarihsel boyutu bu şekilde olup asanın, ortak anlam olarak yılan şekline dönüşmesini ifade eden kelimeler ile, farklı bir hale dönüştüğü görülmektedir. Konumuz sadece asanın yılan olduğunu ispat sadedinde olmadığı için bu anlatımın bizler için mesaj taşıyan taraflarını okumak gerektiğini düşünüyoruz. 

Öncelikle,  akılcılık yolu ile bu tür ayetleri anlamak durumunda olanların kendi düşüncelerini ortaya atarken kullandıkları "sünnetullah" argümanı üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Allah cc nin varlıklar üzerine koymuş olduğu bir yasa olup bu yasalar asla değişmez . Bu değişmezlikten yola çıkılarak,  "ağaç parçasının asli şeklinin dışında canlı bir yılan olması asla mümkün değildir bu oluşum şeklini hakiki olarak değil mecaz olarak anlamak gerekmektedir" şeklinde bir düşünce ile olaya yaklaşıldığını görüyoruz.

Öncelikle kur'an ayetlerine yaklaşım konusunda ayet içinde verilen bilgiyi anlamak için yine kur'anın kendi içinden çıkan anlama metodunu kullanmak gerekmektedir. Ayeti anlamayı kur'an dışı düşünceler ışığında yaptığımız takdirde , o kriterlere göre ayete bakıp farklı bir düşünceye varmak kaçınılmazdır. Biz vahye bağlanmamış bir akıl ile asa olayına bakacak olursak haklı olarak bir ağaç parçasının asla canlı bir objeye dönüşmeyeceğine inanırız , bu inancımızı da kur'an içinden bir takım deliller getirerek doğrulatmaya çalışırız. 

İsa as ın doğum şekli , ashabı kehfin hiç uyanmadan yıllarca bir mağarada uyuması , bakara s. 259. ayetinde anlatılan 100 yıl ölü kalıp sonra diriltilen adam ile ilgili anlatımlar değişmezlik yasalarına göre izah edilemez, "ben izah ettim oldu" kabilinden gayri ciddi izahları konu etmeye bile değer bulmadığımızı burada ifade etmek isteriz. Bu ve benzeri anlatımlar kurallarını kendisinin koyduğu "la yus'el" olan Allah cc nin yine istediği zaman değiştirerek kainatı otomatiğe bağlamadığını her an gözetip kollayan olduğunu bizlerin bilmesini sağlaması açısından değerlendirmek mümkündür.

Bu tür ayetleri değişmezlik yasası açısından baktığımız zaman ayet içinde anlatılan değişebirliliği te'vil etmek için, ayeti evirip çevirmekten başka bir yol kalmamaktadır ki bu düşünce ile yapılan te'villerde bu örneklere çokça rastlamaktayız. Ayete farklı bir anlam bindirerek veya kur'an bütünlüğüne uymayan yorumlarda bulunarak, yapılan zorlama yorumlar akıl ile vahyi birbirinden ayırarak yapılan okumalara örnektir. 

Kur'an kıssa yollu anlatımlar vasıtası ile muhataplarına mesaj vermek amacını taşıdığına göre bu anlatımların yaşanmışlıklarından daha ziyade, bizlere dönük mesajı olup olmadığı yönünde bir okuma metodu ile anlaşılmaya çalışılması,yaşanmışlık içinde kalması gereken bu olaylar üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istendiğinin anlaşılması gerektiğini düşünmenin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz. Bu okuma ile Musa as ın asası üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir ? sorusunun cevabını aramaya başlayabiliriz. Musa as ın ağaçtan olan asası çürümüş gitmiştir, ancak asa üzerinden verilmek istenen mesaj canlı ve kıyamete kadar geçerli olacaktır.

Taha s. 17-21. ayetler arasına baktığımız zaman Allah cc Musa as a "sağ elindeki nedir?" şeklinde bir soru soruyor , peki Allah cc onun sağ elinde ne olduğunu gördüğü halde neden böyle bir soru sormuş olabilir?. Asa neticede bir ağaç parçası olup verdiği cevaplardan anlaşılacağı gibi Musa as gibi bir çobanın elindeki  asa ancak o işlere yarardı.  Allah cc kudretini bu asa üzerinden göstererek zor bir vazife yükleyeceği kuluna " benim gibi kudretli birisinin elçisisin senin arkanda ben varım" mesajını vererek ileride yükleyeceği görev için bir nevi moral destek sağlamaktadır. Musa as ın sağ elinden düşürmediği asası onunla her tarafta birlikte olacağı için asaya istediği gibi hükmeden Allah cc nin kuluna her an desteğe hazır olduğu mesajı verilmektedir . 

Peki Allah cc sadece onamı böyle bir görev yüklemiştir? dersek cevabımız elbetteki hayır olacaktır. Kendisini Allah cc nin kulu onu yegane ilah olarak tanıyan her mü'min Musa as gibi karşısındakinin konumu ne olursa olsun, vahyin ona yüklemiş olduğu tebliğ görevini yerine getirmek zorundadır. Rabbimizde bizlere elimizdeki imkanları yani vahiy ve kevni ayetler dediğimiz evrensel kuralları doğru olarak kullanarak yaptığımız eylemlerde başarıya ulaşacağımız mesajı vermektedir. 

Musa as ın elindeki asayı sadece onun elinde şekil bulmuş bir obje olarak düşünmeyip güncelleştirdiğimiz takdirde bugün asanın ifade ettiği şeyin karşılığının ne olabileceği sorusunun cevabı elbetteki KİTAB tır . Allah cc nin indirmiş olduğu kitab ve onunla ilgili olarak koymuş olduğu sünnetini hatırlamak bizlerin asanın yılan olmasının imkansız olduğu görüşlerinin ne kadar anlamsız ve boş tartışmalar olduğunu da gösterecektir.

Allah cc nin elçilerine indirmiş olduğu vahiy ve yaratmış olduğu arz üzerinde değişmez yasalarını "elkitab" çerçevesi içinde düşünecek olursak , Musa as elindeki asanın gördüğü işlevi anlatarak kevni yasalar dahilinde sahip olduğu bilgi birikimini söylemekte olup, o ayetleri okuyarak kendisine vermiş olduğu bilgi sayesinde asası ile yaptıklarını anlatmaktadır. Bizlerde kevni ayetleri okuyup o ayetlerden edindiğimiz bilgiyi sağ elimizde tutup o bilgiyi vahiy ile birleştirerek Allah cc nin istediği bir mü'min kul olmuş olacağız. 

Sağ el şeklinde bir ifade bizlere şöyle bir mesaj verebilir; kevni ayetleri okuyup bu ayetler ışığında yapmış olduklarımızın sağ el olarak ifade edilen hayırlarda kullanılması, zulüm aracı olmaması gerekmektedir , kevni ayetlerin okunarak elde edilen kazançların haksız yere kullanılmaları onu sol elde tutmak anlamına gelirki sağ el vurgusunun önemi burada ortaya çıkmaktadır.

Allah cc elçilerine vahyederek onlara okunan kitablar indirmiş olup bu okunan kitaplardaki bir takım vaadler olan helak , yardım vs belli kurallara bağlanarak helakı ve yardımı haketmek için belli  aşamayı takip etmenin gerektiği ve bu aşama sonunda helak veya yardımın geleceği bir kurala bağlanmıştır. Evrensel yasalar dediğimiz bu yazılı olmayan kitabta ki vaadleri haketmek için çalışmak şartı koşulmuş olup, asa objesi üzerinden bu yasaların nasıl hayata geçebileceği mesajı verilmiştir. Allah cc nin geçerli olan sünnetinde koyduğu kurallara göre hareket edenlerin başarıya ulaşacakları elçilerine indirmiş olduğu kitaplarda da hatırlatılarak bu kurallara uyulmadan herhangi bir yardımın gelmeyeceği belirtilmiştir.

Elkitab terimi yazılı ve yazılı olmayan her  türlü bilgiyi içine alan bir terimdir. Asa, elkitab bilgisi verilmiş olan insan elinde koyunlara yaprak silkelemek , dayanmak gibi bir işlevi bulunan kevni bir ayettir. Asa adlı kevni ayeti, Allah cc nin kudretini arkaya alarak yapılan işler sihirbazların ifklerini yutar, Allah cc nin yardımı artık bittik denilen yerde gelerek, olmaz denileni oldurur ve denizi ortadan ikiye ayırır.

Fesad kelimesi ile ifade edilen firavun amellerini arz üzerinden kaldırmak görevini Allah cc mü'min kulları üzerine yüklemiştir. Mü'min kullar, bu fesadı arz üzerinden kaldırarak zulmü önler Allah cc nin dininin hakim olmasını sağlar. Firavun yaşamış olduğu zaman içinde arz üzerinde fesadın uygulayıcısı olup kendisini ilah ve rab ilan ederek, insanlar üzerinde tasarruf sahibi olduğu iddiasında idi , ama Allah cc nin cari olan sünneti bu fesadçının arz üzerinden kalkmasını gerektirmeydi , ve bu görev Musa as a verilmişti. Musa as bir çok ayette belirtildiği gibi kendisine verilen ELKİTAB ı doğru okuyarak bu zulmü ortadan kaldırmıştır. Kur'anın hiçbir ayetinde "Musa'ya tevrat'ı verdik" şeklinde bir ayet olmamasını şimdi sanırım daha kolay anlamış oluyoruz, çünkü Musa as her iki kitabı birden doğru okumaya bir örnek elçi idi.

Allah cc Musa as ı seçerek firavuna göndermeden önce ona tuva vadisinde seslenirken, arada geçen konuşmalara dikkat edecek olursak Musa as ın destek ihtiyacını onun istediği şekilde karşılamıştır. En büyük destekçinin arkasında olduğunu hissetmesi ve firavunun nasıl bir ilah'ın gücü  karşısında olduğunu görmesi için ona görsel ayetler vermiş , bu desteği alan Musa as firavun karşısına dikilerek ona alemlerin rabbine teslim olmasını tebliğ etmiştir. Alemlerin rabbinin bu desteği Musa as da son derece büyük bir moral sağlayarak ölüm korkusu bile duymadan firavun karşısına dikilmesi, bizim firavunların karşısına dikilmemiz için gerekli olan yol haritasını çizmektedir. Bizlerde elkitab'ı okuyarak nasıl hareket etmemiz gerektiğini Musa as örnekliğinde görmüş oluyoruz.

Asa yılan olmuşmu olmamışmı gibi, sığ bir tartışma yapmak yerine onun bu örnekliği üzerinden giderek aynı desteğin bir zerre bile  eksik olmadan bizlere verileceği vaadi Allah cc nin cari olan kurallarından olup, bu kurallara uyanların nasıl düşmana galebe çaldığı örnekleri yaşanmış hayat içinde bilinmektedir. 

Musa as ın asası mesabesinde olan kitab yazılı olarak bugün elimizde olup sadece kevni ayetlerle birlikte okunarak firavunların karşısına dikilmemizi beklemektedir. Asa olarak Musa as ın elinde bulunan bir obje, Allah cc nin kudretini arkaya alarak küfrün her türlü hilesini yıkan bir silaha dönüşmüş olup aynı asayı bizler onun kullandığı usul ile kullandığımız takdirde firavun ordularını yerle bir edeceğimiz  yazılmış bir vaad tir, ancak bizler sadece yazılı olan kitaba iman ederek onu okumak ile cennete gideceğimize inandığımız için, konulmuş olan kurallara iman etmek gibi bir durum aklımızın ucundan bile geçmemektedir. Hal böyle olunca firavunlar yeniden hortlayarak oğullarımızı ve kızlarımızı katletmeye devam etmekte olup , bizler sadece el açarak bunların kahrolmasını isteyip cari olan sünnete uygun hareket etmediğimiz için bu günkü zelil durumdan kurtulamamaktayız.

Asanın denize vurularak denizin yarılması konusu modenist bir değerlendirmeye tabi tutulmakta olup , gelgit zamanı karşıdan karşıya geçildiği veya denize baraj kurularak karşıdan karşıya geçildiği gibi yorumlara rastlamaktayız. Bilindiği gibi israiloğulları son haddine kadar sabrederek kurtuluşu beklemişler ve mısırı terketme emrini almışlardır. Deniz ve firavun ordusu arasına sıkıştıkları anda yani "artık öldük bittik" dedikleri anda yardım gelmiştir. Bu yardım şeklini  sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirip denizin sünnetullah gereği yarılmasının mümkün olmadığı şeklinde bir düşünce içinde yapılan değerlendirme bize, vaad edilen yardımın gelmesi konusunda verilen sözde şüpheye düşmemizi sağlayacaktır. 

 [002.214]  Yoksa siz, sizden önce geçenlerin örnek olmuş durumları hiç başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler geldi ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve beraberindeki iman edenler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyeceklerdi. Bak işte, Allah'ın yardımı yakındır.

Bakara s. 214. ayeti Allah cc nin yardımının gelme kuralını hatırlatan bir ayettir, bu kurala göre yardım gerekli olan zorluklara katlanmadan gelmemekte olup , gerekli kurala uyulduğunda yardımın gelmesi Allah cc üzerine bir borç olduğu yine kendi beyanında bildirilmektedir.
[010.103]  Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.

Asa nın taşa vurularak taştan 12 pınar fışkırmasını , asanın kevni bir ayet olması üzerinden okunup, suya sahip olmak için gerekli olan kainat ayetlerini okumak şeklinde ele alarak suya sahip olmak için gerekli olan çalışmanın yapılarak karşığının alınması şeklinde anlamak mümkündür.

Sanırım şimdi  acımasızca eleştiriye tabi tutulduğu iddia edilen, akılcılık yapanların Musa as asa sı hakkında, sadece o günkü durumu ile ilgili kur'an ayetlerinden habersiz olarak yapmış oldukları yorumların ne kadar sığ , yanlış ve boşa vakit kaybı olduğu ortaya çıkmıştır. Bizlere düşen bu mesajı doğru okuyup hayat içinde yer buldurmamız gerekirken modernist okuma yanlılarının böyle bir mesajı akıllarından bile geçirememeleri onların, kur'anı ne kadar içselleştir(me)diklerinin örneğidir.

Mucize olarak nitelendirebileceğimiz,  asa nın asli halinden bir başka hale dönüşmesi olayı, geçerli yasaların değişmesi şeklinde görülüp, bunun olmasının imkansızlığı üzerinden değerlendirilmesi yerine , Allah cc nin koyduğu kurallara göre hareket edenlere verdiği sözün yerine gelmesi açısından değerlendirildiğinde herhangi bir düşünce probleminin meydana gelmeyeceğini düşünmekteyiz.

Sonuç olarak; kıssaları mesaj içerikli okumanın örneklerini vermek maksatlı yaptığımız çalışmaların devamı olarak, Musa as ın asası üzerinden nasıl bir mesaj verilmek istenmiş olabilir ? sorusunun cevabını aramak amaçlı yaptığımız çalışmada , ilgili ayetlerin öncelikle mecazi anlamaya delil olabilecek bir durumun görünmediği , asa nın Allah cc nin kevni ayetlerinden olan bir nesne olduğundan yola çıkarak el kitab denilen vahiy ve geçerli olan evrensel yasaları birlikte okuyarak yapılan bir başkaldırmanın nasıl başarıya ulaşacağı Musa as örneğinde firavun ve ordusunun perişan olması şeklinde yaşanmış hayat içinden örneği verilerek bizlere anlatıldığını gördük. Müslümanlar olarak kitab denince sadece kur'an akımıza gelip ona iman ettiğimizi söyleyince her şeyin bittiğini sanmak maalesef bizleri bitirmiş olup bugünkü zelil durumumuzun bir sebebidir. Asa objesini sadece Musa as ın elinde bırakmadan bizlerinde kullanması demek asa olarak karşımıza çıkan kevni ayetler ile vahiy denilen sözlü ayetleri birlikte okuyarak hayata geçirdiğimiz takdirde asanın yılan olup olmaması gibi bir tartışma aklımıza bile gelmeden Allah cc nin cari olan yasalarının bizler lehine işleyerek zalimlerin fesadına engel olabileceğimiz anlatılmaktadır.

Allah cc güvenerek firavun karşısına çıkan Musa as sağ elindeki asa nın firavun sihirbazları karşısındaki yaptıkları bizlerin böyle güçlerin karşısına çıkmamızdaki örnekliği teşkil etmesi gerekmekte olup , son haddine kadar firavun zulmuna sabredenlerin en son hadde geldikleri zaman Allah cc nin yardımının nasıl geldiği sağ eldekini terketmedikleri müddetçe nasıl geldiği canlı örnek olarak görülmüştür. Kitabı sağ elimizde tutarak asla terketmeden Allah cc nin koymuş olduğu yasalar çerçevesinde hareket ederek yapılacak her eylem Allah cc tarafından karşılığı verilecektir. Bu tür ayetler üzerinde yapılacak yorumlar olayın yaşadığı zaman ve mekan dahilinden çıkarak , olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığında farklı okumalar bir nebze azalarak doğru bir okuma metodu üzerinde düşünce birliği sağlanmış olacaktır. Musa as ın asası kitabın bir kısmının değil hepsinin okunarak, hayata aktarılması neticesinde inananların karşılaşacakları sonucun gösterildiği evrensel bir ayettir , kitabı sağ elde tutarak yapılacak olan her eylem asanın üzerinden anlatılan olayların kıyamete kadar gerçek olarak yaşanmasını sağlayacaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

14 Mayıs 2013 Salı

Firavun'un Sihirbazlarının Verdiği Mesaj

Musa as ın kıssası kur'anda en fazla yer tutan kıssalardan birisidir. Musa as ın firavun'un sihirbazları ile olan karşılaşması ve karşılaşma sonundaki olanların verdiği mesaj düşünülmesi ve örnek alınması gereken mesajlardır. Olay 3 ayrı surede anlatılmakta ve ayet mealleri şu şekildedir.   

                         Araf s. 113-126. ayetlerinde anlatılan ayet mealleri 

113 - O sihirbazlar Firavun'a geldiler: "Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?" dediler.
114 - "Evet" dedi (Firavun), "Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız."
115 - Sihirbazlar, Musa'ya: "Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?" dediler.
116 - Musa, "Siz atın" dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.
117 - Biz de Musa'ya "Sen de asânı bırakıver." diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.
118 - Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti.
119 - Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi.
120 - Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.
121 - "Âlemlerin Rabbine iman ettik." dediler.
122 - "Musa'nın ve Harun'un Rabbine."
123 - Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!"
124 - "Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım."
125 - Onlar da: "Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz." dediler.
126 - "Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al." derler.  

                                         Taha s. 57-76. arası anlatılan ayet mealleri    

56 - And olsun ki, biz, Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o yine onları yalan sayıp kabulden çekindi.
57 - (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?"
58 - "O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun."
59 - Musa: "Sizinle buluşma zamanı, süs (bayramı) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.
60 - Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.
61 - Musa onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır."
62 - Sihirbazlar aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular
63 - (Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar."
64 - "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır."
65 - Sihirbazlar: "Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım" dediler.
66 - Musa dedi ki: "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
67 - Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
68 - Biz dedik ki: "Korkma, çünkü sen muhakkak üstünsün (galib geleceksin) "
69 - "Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."
70 - Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
71 - Firavun: "Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz" dedi.
72 - (İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: "Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin."
73 - "Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
74 - Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.
75 - Kim de ona bir mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.
76 - Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır.    

                                         Şuara s. 36-51. ayet mealleri  

36 - Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."
37 - "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."
38 - Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39 - Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.
40 - "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.
41 - Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
42 - Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43 - Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.
44 - Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.
45 - Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
46 - Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47 - "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "
48 - "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49 - Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50 - "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."
51 - "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"   

Kıssa içinde kıssa denilebilecek türden bir anlatımı olan sihirbazların iman etmesi ile sonuçlanan karşılaşma ile ilgili ayet mealleri bu şekildedir.  

Sihirbazlar firavuna geldikleri zaman ona söyledikleri ilk söz "galip geldikleri zaman alacakları mükafat" idi, firavunu sihirbazların bu sözlerine karşılık onların galip geldikleri takdirde "elmukarrebin" lerden olacaklarını söylemektedir. "Elmukarrebin"(yakınlaştırılmışlar) kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetlere bakacak olursak . (3.45-56.11.88-/83.21.28 ) bu kelimeyi Allah cc nin cenneti haketmiş kulları içinde kullandığı görülür. Firavun'un , sihirbazlarının galip geldiği takdirde onları "elmukarrebun"dan kılacağını söylemesi sihirbazlara vermeyi vaad ettiği mükafatın büyüklüğünü teşbih için kullanılmış bir kelimedir.

Sihirbazların yapmış olukları sihir musa as ın asası tarafından yok edilince sihirbazlar bu durumun bir sihir olamayacağının farkına vararak iman ederler. Olay ile ilgili olarak geçen ayetlerde firavunun sihirbazları öldüreceğini söylemesi sihirbazların firavuna boyun eğmeyerek onun vereceği "elmukarrebin" payesi ile Allah cc nin vereceği "el mukarrebin" payesi arasında seçim yaparak firavunun geçici dünya hayatında vereceği mükafatı ellerinin tersi ile iterek ölümü göze almışlar ve imanlarından dönmemişlerdir.    

Sihirbazlar o an için imanlarını gizleyip takıyye yaparak firavun'dan canlarını kurtarıp içi Allah cc ye kul dışı firavuna kul olarak refah içinde bir hayat sürmeleri pekala mümkündü. Böyle yapmamaları onların haşa geri zekalılar olduğunumu gösterir?.  

Dün meydanlarda "her firavuna bir musa" diye bağıran bazı ağabeylerimiz dün lanetledikleri firavunların bugün kendilerine sunmuş olduğu dünyalık "elmukarrebun" luğu ahiret "elmukarrebun" luğuna tercih ederek Allah cc ye olan kulluklarını açığa vurma cesaretini kaybetttiklerine şahid olmaktayız. Kendileri ile beraber yola çıkanların yollarına aynı kararlılıkla devam ettiklerini görünce onlara alaycı tavırlarla " siz daha oralardamısınız?" şeklinde sözler sarfetmektedirler.  

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz ayetlerin arapça metinlerini dünya şampiyonları hafızlar tarafından dinlerken gözyaşlarını tutamayan bu eski ağabeylerimiz bu ayetlerin mesajı ile ilgili olarak hiç bir düşünme gereği dahi duymamaları içler acısı bir durumdur.  

Rabbimiz bizleri dünya hayatının geçici nimetleri ile ahiret hayatının ebedi nimetleri arasında seçim yapmak durumunda kaldığımız zaman firavunun sihirbazları örneğinde ölümü dahi göze alarak yamulmadan ahireti seçen kullarından kılsın. Amin